YARIM asrı aşalı tam “beş” yıl oldu ama hâlen dışarı
çıkarken ürpermiyor değilim. Evlâtlarım bir yere gidip gelene kadar, marketten,
işten, okuldan, tatilden ya da antrenmandan dönünceye dek dokuz doğuruyorum.
Çünkü dünya, “eski” dünya değil. İnsanın insana güveni
sıfırlandı ve art niyetlilerin sayısında ise korkunç bir artış var.
Bahse konu art niyetlilerin oluşturduğu suçlu
profilinden ziyâde suç ve risk çeşnisine baktığımızda, taciz, tecavüz, pedofili
başlığındaki çocuk istismarı, seks köleliği, kadına şiddet, organ ve uyuşturucu
kaçakçılığı, yasadışı terör örgütlerine eleman kazandırmak amacıyla gerçekleştirilen
adam kaçırma eylemleri, LGBT, cinsiyet eşitsizliği, Mavi Balina ve de K-Pop ile
BTS ve “Korecan” diye tabir edilenleri “öne çıkanlar” olarak görmekteyiz.
Hatırlanacağı üzere, hafta başında İstanbul
Hadımköy'deki evlerinden “Pikniğe gidiyoruz” diyerek ayrılan üç kız çocuğu,
özel ekiplerin gayretiyle Avcılar civarında bir parkta bulunmuş ve ailelerine
teslim edilmişti. Kızların başlarına bir şey gelmeden bulunması ise son derece
sevindiriciydi.
K-pop çılgınlığı ve Korecan
Kayıp kız çocuklarının pedagog ve avukat eşliğinde
alınan ifadelerinde Kore’ye gitmek istedikleri için evden ayrıldıklarının öğrenilmesi
üzerine, gözler yeniden K-Pop ve BTS tehlikesine çevrilmişti. Bu haber
sayesinde öğrenilen başka bir konu daha vardı: Çocukların ve gençlerin ilgisini
çeken ve “Korecan” olarak tanımlanan akım…
K-pop çılgınlığını; hiç tanımadığı insanları “Korecan”
diye sevmek, onlarla diyaloğa geçmeyi hayâl etmek, Kore’de yaşamak, Korece
öğrenmek, orada okumak ve oradan arkadaş edinmek, Kore’ye ait şarkıları
dinlerken ve dizileri izlerken mutlu olmak şeklinde özetleyebiliriz.
Güney Kore’den tüm dünyaya yayılan K-pop
çılgınlığı, “Z” ve “Y” kuşağı olarak
adlandırılan gençleri ve çocukları “açık hedef” hâline getirmiş durumda. Kitle
iletişim kanallarının başında yer alan sosyal medyanın da tesiriyle gençler
arasında hızla yayılan ve “rol model” alınan bahse konu grupların yaşam
tarzları, hayata bakış açıları ve imajları, beraberinde birçok psikolojik ve sosyolojik
sorunu da doğuruyor.
Son yarım yüzyılda global bir ölçekte cereyan eden bu
akımlara bağlı görülen etkileşimler, çocukları sahte bir mükemmeliyetçilik
algısı ile “yetersizlik” duygusuna itmektedir.
Pazar ekonomisinin lokomotifleri
Küresel bir pazar payına sahip futboldan sonra kendine
üst sıralarda yer bulan müzik grupları, sosyal medya dezavantajını avantaja
çevirmeyi başararak yoluna devam etmektedir.
Ergenlik döneminde baş gösteren “kimlik arayışı”,
12-18 yaş aralığında yer alan çocukların popüler kişi yahut gruplara “iyi” ve “kötü”
ayrımı yapmaksızın angaje olmasına sebebiyet vermektedir.
Özendirilen cinsiyetsizlik
Gelelim tehlikenin nerede başlayıp nerede kontrolden
çıktığına ve dünyanın büyük bir ilgiyle takip ettiği ve davranışları “örnek”
alınan bu grup üyelerinin giyim kuşam ve davranışlarının, ülkemizdeki ergen
çağındaki çocukları “cinsiyetsizliğe” yönlendirdiği gerçeğine…
Gençlerin ergenlik dönemlerinde yaşadığı kimlik
karmaşasından yararlanmak isteyen pazarın hâkimleri, son çeyrek yüzyılda giderek
yükselen “K-pop çılgınlığı” ile zirve yapan “biseksüellik” pazarının da
sahipleri.
Bahsi geçenler, internet çağında dünyaya gelen çocukların
cinsel yönelimini özendirerek ve denettikleri metot sayesinde belirliyorlar. Bu
durum, onlar için büyük bir gelir kapısı demek aynı zamanda.
Kabul etmek gerekir ki, “Z” ve “Y” kuşakları bu anlamda
oldukça savunmasız! Ebeveynleri, öğretmenleri, yakın arkadaşları tarafından “doğru”
yönlendirilmeyen, güvene dayalı denetimden ırak tutulan çocukların neredeyse
tamamı, böylelikle suiistimâle açık birer hedef hâline geliyor.
Konuyla ilgili uzmanlar, ailelerin gerekli denetimi
sağlamasının son derece mühim olduğunun altını çizerken, ihtiyaç duyulan
değerler eğitiminin “doğru” ve “sağlıklı” bir şekilde verilmesi gerektiğini
sıklıkla ifade etmekteler.
Çocukla ebeveyn arasındaki dengeyi belirleyen şu
cümleyi de yeri gelmişken paylaşmak isterim: “Ne kadar güvenli ve etkili ilişki, o kadar ‘az savrulma’. Ne kadar
kopuk ve sorunlu ilişki, o kadar ‘çok savrulma’ demektir.”
Aile bağları kuvvetli olan çocuklar, hayata tutunur ve
ebeveynlerinden kopmazlar. Şayet yoğunluklu şekilde dizileri izliyorlarsa,
onlara, cevaplamalarını istediğimiz “Bu dizide dikkatini çeken nedir?” sorusunu
yöneltmemiz gerekir. Böylelikle sosyal yaşamı ve aile bağları sekteye uğrayan
çocuklar, kendilerine yakın buldukları popüler kişi/gruplar ile değil,
ebeveynleri ile sıkı bir bağ kuracaklardır. Bu bağ ise beraberinde
onlara inanmayı ve güvenmeyi getirecektir.
Şimdi gözlem, denetim ve diyalog zamanı!
Onlar başkalarına “Korecan” demeden evvel biz onlara “Can” diyelim!