YİRMİ yıllık bir
mücadelenin sonunda bir terör örgütü olduğu söylenen Taliban, dünyanın “1”
numaralı süper gücü olduğu söylenen ABD’yi -tâbir caizse- poposuna bir tekme
vurarak ülkesinden kovdu. Her ne kadar geçmişin Büyük Britanya İmparatorluğu ve
Sovyetler Birliği İmparatorluğu gibi süper güçleri de bu ülkenin topraklarına
göz koymanın bedelini çok ağır ödedikten sonra arkalarına bakmadan kaçmış iseler
de, ABD’nin kaçışı çok daha dramatik, çok daha rezilce oldu. Can havliyle
kaçmaya çalışırken, yirmi yıl beraber iş tuttuğu dâhildeki ortakları bir yana,
kendi külâhını ve pabucunu dahi bırakıp canını ülkesine dar attı.
Allah’ın
işi işte! ABD kim, Taliban kim?!
Bu
dünyanın “1” numaralı emperyalist devleti, arkasında 147 bin Müslüman cesedi,
çeşitli uzuvlarını kaybetmiş on binlerce kötürüm insan, yakılıp yıkılıp viran
olmuş bir ülke ve 300 binlik bir ordunun silah ve mühimmatını bıraktı. ABD
için, ne bıraktığı silah ve mühimmatın, ne de savaş süresince harcadığı söylenen
trilyonlarca doların hiçbir kıymeti vardır. Çünkü Amerikan Devleti, ülkesinin
silah sanayiinin tutsağıdır; onun ürettiklerinin tüketimi için yeryüzünde
yeteri kadar savaş çıkartamadığı durumda, bunu kendisi almak ve bir şekilde
tüketmekle mükelleftir. Bedelini de, doların değerini düşürmek suretiyle
dünyaya ödetmektedir. Hiçbir sınırlamaya tâbi olmaksızın, istediği kadar kâğıdı
matbaadan geçirip yeryüzüne dolar olarak ihraç etmektedir.
***
Afganistan
Savaşı’nın sonucundan herkesin, tabiatıyla da herkesten önce ABD’nin gerekli
dersi çıkarması gerekir. Ama ABD’den kimse bunu beklemiyor. Çünkü bu, ABD’nin aldığı
ilk küçültücü mağlûbiyet değildir. 1963-1973 arasında, on yıl, Afganistan Savaşı’ndan
çok daha kapsamlı ve korkunç geçen Vietnam Savaşı’nın yenilgisinden ve savaşın
trajik sonuçlarından ders almamışsa, artık ABD’nin akıllanması gayr-i kabildir.
ABD
o savaşa, iki kutuplu dünyanın Doğu Blokunu temsil eden Sovyetler Birliği ve
Çin’in desteklediği Komünist Kuzey Vietnam’a karşı savaşan antikomünist Güney
Vietnam’ı desteklemek üzere katılmıştı. Yani bizim de içinde olduğumuz,
komünist Kuzey Kore’ye karşı Güney Kore’nin desteklenmesi gibidir olay.
Fakat
burada ABD’nin savaşa katılmasının zahirî sebebi, “hür dünya”nın lideri olarak
komünist yayılmacılığa karşı savaşmak olsa da, bununla beraber, kendisinin esas
hesabı Güney Vietnam’a yerleşmekti. BM tarafından iki Vietnam’ın
birleştirilmesi kararı verilmiş olmasına rağmen, ABD bu birleşmeyi engellemek
ve güneye yerleşmek için, daha 1955 yılında, âdeti üzere Güney Vietnam’ın
başındaki Dai’yi bir darbeyle devirtip, iş başına kendi adamı olan Diem’i
getirmişti. Ondan sonra, önce siyâseten 1963’ten itibaren de askerî olarak Güney
Vietnam’ın yanında yer aldı ve savaşa peyderpey yüz binlerce asker gönderdi. Başkan
Lyndon Johnson’un zamanında ABD’nin Vietnam’a gönderdiği askerin sayısı 560 bini
bulmuştu.
Fakat
Vietnam, ABD için tam bir bataklık oldu, battıkça battı. Vietnam Savaşı,
tarihin en kanlı ve en vahşi savaşlarından birisi olarak kayda geçti.
ABD’li askerler, yakaladıkları Vietkong denilen Kuzey’in
askerlerini diri diri helikopterlerden atarken, Vietkonglar da Amerikalı
askerlere çeşitli işkenceler uygulamışlardır. ABD Vietnam’da tarihin en
korkunç hava bombardımanını gerçekleştirmiş; ilk nükleer silahı Japonya’ya
karşı kullanan ABD, Napalm bombasını da
dünyada ilk defa Vietnam’da kullanmış, sivilleri kitle hâlinde cayır cayır yakmıştır.
Napalm bombası bu ilk kullanımın ardından yasaklanmıştır. Tabiî yasağa uyulursa…
Vietnam savaşının sembolü olan fotoğraf: Çocuklar
Napalm bombasından kaçıyorlar.
***
ABD
ne yaptıysa Vietkongun direncini bir türlü kıramamış, nihâyetinde Başkan
Richard Nixon’ın ağzından “şerefli bir barış” istemek zorunda kalan taraf
olmuştu. “Barış müzakereleri” sırasında, o yılların diplomasi yıldızı kabul
edilen ABD’nin Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in, muhatabına şirin
görünebilmek için aylarca nasıl taklalar attığı hâlâ hâfızalarımızda ve gözlerimizin
önündedir.
ABD’nin
Vietnam’dan çekilmesi üzerine, tıpkı Taliban’ın hemen başkent Kâbil’e girdiği
gibi, Kuzey Vietnam da 1975’te Güney’in başkenti Saygon’a girmiş ve
bölünmüşlüğü ortadan kaldırmıştır.
Vietnam
Savaşı’nda Kuzey ve Güney’den toplam 4 milyon sivil, 1 milyonu aşkın komünist savaşçı,
320 bin Güney Vietnam askeri, 58 bin Amerikan askeri ölmüş, Amerikan
askerlerinin binlercesi intihar etmiş ve gene on binlercesi akıl ve ruh
sağlığını kaybetmiştir. Amerika, 2 bin 196 hava aracını heba etmiştir.
Amerikan
halkı Vietnam Savaşı’ndan çok etkilenmiş, âdeta bir travma geçirmiş, on yıllar
boyunca bir Vietnam sendromu yaşamıştır. Buna rağmen ABD, emperyalizm huyundan,
kaba kuvvetle her istediğini alabileceği sanısından vazgeçmemiştir.
***
1989’da
Doğu Bloku’nun çökmesinden sonra dünyanın tek kutuplu hâle gelmesiyle ABD, kısa
bir süre dünyanın tek süper gücü niteliğini elde etmişti. Şimdi hâlâ onun
özlemini çekiyor, ama nafile! Tam tersine, bundan sonra çanlar artık ABD için
çalacaktır. ABD’nin bugünkü durumu, uzaktan bakıldığında iriyarı, heybetli,
fakat aslında içi çürüyüp koflaşmış, güçlü bir fırtınada devrilen bir ağaca
benziyor.
Amerikan
toplumunun sosyal yapısı çürümüştür. Bir toplumun yapıtaşı ailedir. Fakat
ferdiyetçi Amerikan kapitalizminin atomize hâle getirdiği toplumun insanları,
milyonların içinde yalnız, güvensiz, ruhî dengesi bozulmuş, bunalımlar içinde
kıvranarak yaşamaya, ayakta kalmaya çalışıyor. Bir tarafta korkunç bir
yoksulluk, diğer tarafta hiçbir derde deva olmayan bir zenginlik içinde,
birbirlerine kin, nefret ve korkuyla bakan kitleler ülkesidir Amerika. Bu
mânevî yıkımdan kurtulmak için Amerikalının tutunabileceği hiçbir dalı
bulunmuyor. Bu çâresiz insanlar, buhranlarından kurtulmak umuduyla alkole,
uyuşturucuya, cinsî sapıklığa, intihara, aile dışı yaşama ve cinayet,
hırsızlık, gasp gibi akla gelebilecek her türlü suça yöneliyorlar. Ne kadar
saklamaya çalışsalar da, dünyada en çok boşanmanın yaşandığı, en çok babasız
çocuğun doğduğu, en çok akıl hastasının ve tımarhanenin olduğu, en çok suçun
işlendiği, en çok suçun failinin meçhul kaldığı ülke Amerika’dır.
Amerika’da
ırkçılık her ne kadar yasalarda yasaklanmış olsa da, fiiliyatta özellikle de Siyahlara
karşı hâlen zirvededir. Kendilerini ülkenin hakikî sahibi sayan Anglosakson
kökenlilerin Siyahları kabullenmek gibi bir niyetleri yoktur. Ancak ülkenin en
büyük sorunlarından biri hâline gelen ve gittikçe ağırlaşan Zenci meselesinin
çözümü için bir formülleri de yoktur. Zenci nüfusu daha hızlı artıyor.
Metropollerin ve orta büyüklükteki şehirlerin merkezleri âdeta Siyahların
işgali altında gibidir. İşsiz, fakir, cahil bırakılmış olan ve horlanan bu
insanlar, sonuçta çoğunlukla suç unsuru hâline geliyorlar; onun için Beyazların
ve polisin gözünde her bir Zenci bir suç unsuru olarak görülüyor ve öyle
muamele görüyor.
Yakın
zamana kadar Zenciler de kendilerine karşı yapılan bu davranışa mukabil bir
bilinçlenme ve toparlanma yokken, son yıllarda böyle bir şuurlanma ve müşterek
tepki olayları görülmeye başlanmıştır. Bu gelişmenin giderek artacağı ve
kontrol edilemeyecek bir nitelik kazanacağı kesindir. Şayet Zenciler gerçekten
uyanır ve de teşkilâtlanırlarsa, bu, Amerika’nın bittiği anlamına gelir!
Kapitalizm
için, dolayısıyla Amerika için zenginleşmenin sınırı yoktur. Fakat bir noktadan
sonra daha da zenginleşme, bir toplum için azgınlaşmayı getirir. Onun için daha
çok ve daha çok maddî refah, Amerika’nın hayrına değildir. Üstelik bu refah, âdil
olarak paylaşılmadığı için daha da zararlıdır.
ABD
dünyayı sömürmek için hem diğer ülkelere, hem de kendisine kötülük yapıyor. Ne
var ki, kapitalizmin huyu sömürmek ve adâletsizliktir.
Yüksek
refahın bir başka tehlikesi de, toplumun gelirinin bir şekilde dramatik olarak
bir miktar düşmesidir. Böyle bir duruma ise yüksek refaha alışmış olan
toplumlar katlanamaz, düzenleri bozulur. Şu anda pandemi sebebiyle ABD’de buna
benzer bir durum söz konusudur. Tam da şimdi, ABD tarafından sömürülen dünyanın
yapması gereken bir şey var: Bir çâresini bulup ABD’nin en büyük sömürü aracı
olan doların esaretinden kurtulmak!
Şayet
dünya bunu başarabilirse, ABD bitti demektir. (İnşallah!)