“CANIN
sağ olsun!” Ne güzel söz, öyle değil mi? Kimi cömertliğin, kimi fedakârlığın ifadesidir
bu söz. Amma ille de iyiliğin sonucudur. İnsanın kendini eleştirmesi, “Ben şu
konuda kötüyüm, iyi bir insan değilim” deyip sorgulaması, hesaba çekmesi hiç de
kolay değil. Tersine, insanoğlu kendini anlatırken ekseriyetle iyi yönlerini
ortaya koymaya meyillidir. Hâlbuki bunu insanın kendisi değil, çevresindekiler
yaptığı zaman ortaya çıkar iyi olup olmadığı.
Kimiz, neyiz, nereden gelip nereye gidiyoruz? Neler
yapıyoruz ya da neler yapmıyoruz? Bir insanın salt yaptıkları değil,
yapmadıkları da iyi biri olup olmadığını gösterebilir. Cömert miyiz, cimri mi?
Fedâkar mıyız, yoksa bencil mi? Ne kadar paylaşabiliyoruz hayatı? Ne kadar
“Senin istediğin olsun” deyip hakkımızdan feragat edebiliyoruz?
Eskilerden kaldı mı aramızda hiç? Ya da eskilere
benzeyen, benzemek isteyen? Bu çağda yaşayan ama bu çağa ait olmayan, olamayan?
Kendini bu zamana ait hissetmeyen? Ya geçmişte kalmış ya da belki ileriki bir
zamanda olabilecek huzur devrini özleyen, onun için uğraşan biri var mı
aramızda? Her konuda, ama her konuda iyilikte yarışan, kötülükten kaçan,
insanları kötülükten alıkoyan kaç kişi var?
Her kim olursa olsun, kendini karşısındakinin yerine
koyup insanlara, yaratılmışa, eşyaya bu düsturla davranan kaç kişi var?
Haksızlığa uğradığında “Eyvallah!” diyebilen, canı yandığında “Canın sağ olsun!”
diyebilen kaç kişi? Vardır böyle güzel insanlar. İnanıyorum ben, vardır…
“Canın Sağolsun” kitabı, belki de çoğumuzun geçmişinde
veya şimdisinde olan ya da belki geleceğinde olacak, başından
geçenlerle/geçeceklerle dopdolu bir kitap. Sevmekle, sevilmemekle başlayıp
geçmişe özlemle devam ediyor. Ve yine yaşamın kaçınılmazı olan aşk ile son
buluyor. Soruyor, sorguluyor, kendini sorguya çekiyor kitapta satır aralarını
okumasını bilenler. İlk aşkla, ilk heyecanla, tek taraflı yanmalar,
aldatılmalar, terk edilmeler ve ihanet ve de “aşk” denilen şeyin acımasız
yüzüyle karşı karşıya buluyorsunuz kendinizi kitapta.
Öncelikle sevmeyi bilmeli insan. Anlamalı sevmeyi,
sevebilmek için. Kendini feda edebilmeli. Korkmalı bir yandan severken, bir
yandan en cesur insanı olmalı dünyanın. Sadık olmalı; öncelikle kendine, kendi
yüreğine… Ve utanmalı bir yandan severken insan. İçini temizlemeli, sol yanını,
yüreğini. Yüreğine sevmeyi kimin koyduğunu bilmeli de sevmeli. Aşkın sahibini
bilmeli. Ama ille de birini sevmeli insan.
“Birini sevmeli, bir serçeyi incitmekten korkar gibi.
Öyle sevmeli ki onu, gecesine ay ışığı olmalı. Ve gündüzleri, gündüzleri de
güneşine gölge etmeli insan kendini. Dokunmamalı bir yabancıya ve bir başka
koku değmemeli tenine. Açlık hissi uyandırmalı gözleri. Birlikte sustuğu an,
ilk kez konuşur gibi hissetmeli.”[i]
Ve bazen acıdır aşk, acıtır. Bazen sükûttur, susturur.
Yakındır bazen aşk, uzaklaştırır. Korkuludur bazen, korkutur. Oysa çocukça
olmalı “aşk” dediğin. Çıkarsız, önyargısız, merhametli, cömert ve fedâkar ve de
cesurca… Umut olmalı oysa sevmek, umut ekmeli insanın yüreğine. Acıtmamalı
insanın canını, korkutmamalı…
“Korkuyorum… Yeniden başlamaktan değil, bir benzerine
yenilmekten…”[ii]
Umut olmalı aşk bildiğin. Umut kokmalı, hayat kokmalı.
Yeniden diriltmeli insanı. Ayağa kaldırmalı, yaşatmalı, adam etmeli…
“Herkesten, her şeyden, en çok da kendimden geçip
geldim sana. Iskalama lüksüm kalmadı artık. Ya mutlu olacağım ya da yaşadığım
sürece mutluluğu öldüreceğim.”[iii]
İnsanoğlu en çok da neyin aşk olup neyin olmadığı
konusunda yanılıyor olsa gerek. Sorsan herkes âşık; oysa kimse her şeyiyle
sevemiyor. Hâlbuki dinlememeli bir başkasını, bir başkasını görmemeli sevenin
gözü. Her şeyi göze almadan yaptığına sevmek mi denir hiç? Bahaneleri olmamalı
sevenin, yeri gelince kırılmalı, dökülmeli, ama annesinden dayak yiyip “Anne!”
diye ağlayan çocuk misali sarılmalı sevdiğinin eteklerine.
“Sana aşkı yanlış öğretmişler be! Oysa aşk için neyin
var, neyin yoksa ortaya koymalı ve kaybetmekten korkmamalısın. Aşk sadece
bugündür, yarını umursamamalısın. ‘Seviyorum’ dediğin insana sıkıca
sarılmalısın. Çünkü ayrılık aldığını geri vermiyor. Yeri gelecek, o sevdiğin
insan için ağlayacaksın; yeri gelecek, onun için mutluluk olacaksın. Onunla
paylaştığın bu hayatta payına düşen ne ise, onu yaşayacaksın. Ama asla daha
fazlasında gözün olmayacak! Bazı geceler gözüne uyku girmeyecek ama sen bunu da
göze alacaksın. Özleyeceksin ve bu özlemler seni üşütecek. Kavuşmak için
ayaklarını değil, kalbini kullanacaksın. Öyle insanlar var ki, mesafeleri bahane
ederler; sen onlardan olmayacaksın! Yanında uyanmasan da olur. Aynı geleceği
paylaşmayı kafana koyduysan, o yeter! Zaten kalp bu, gerçekten sevmişsen söz
geçiremezsin o kalbe. Gerçekten sevenler, kırılsalar da, darılsalar da
sevmesini çok iyi bilirler. Hatta bilmek de yetmez, ezberlerine kazırlar.”[iv]
Bir de eskilerden dinlemek var aşkı, bir de özlenen
aşk var…
“‘Hayırdır evlat, nedir suratını böyle yerlere düşüren
derdin adı?’ ‘Aşk’ dedim, ‘Aşk Bey Amca!’… Başladı anlatmaya: ‘Şimdinin aşkları
eskiye benzemiyor evlat. Bir kap yemeği paylaşacak kadar gönlü geniş değil
sizin nesliniz. Akıp giden zamana eşlik ediyorsunuz sadece. Kendini kaybedecek
kadar sevmeyi geçtim, kendiniz için sevdiğinizi bile kaybedebiliyorsunuz. Hep
genç kalacak sanıyor, ihtiyarlamaktan korkuyorsunuz. Hepinizin hayatı bir kapı
eşiğine bakıyor. Bizim neslimiz hiç böyle olmadı. Kapıdan besmeleyle çıkar,
şükürle dönerdik. Sırf sevenimiz var diye bile kendimize iyi bakardık.
Şimdilerde görüyorum, sevdiğinizin gönlünü almak için bir şarkıyla, bir şiirle
dayanıyorsunuz kapısına. Bizse ömrümüzü ikram ederdik. Kabul ederse, o ömür
onunla biterdi. Kabul etmezse de ömür onu beklemekle geçerdi. Ayrılık, ihanet
gibi kavramlar kapımızın önünden bile geçmezdi. Göz perdesi gönülden bir kez
görür, hayata gözlerimizi kapatana kadar onun için aralanırdı. Senin ‘aşk’
dediğin şeye biz ‘sevmek’ derdik evlat. Aşk diye bir şey yoktu, sevebildiğin
kadar sevmek vardı.’”[v]
Ve bir şey oldu -ne zaman oldu bu bilinmez-, gün geldi
ve bozuldu her şey. İnsanoğlunun yüreği bozuldu belki de ilk. Onunla birlikte
ne varsa bozuldu dünyada. Kimse kimseye güvenmez oldu. Korkar oldu kendi
neslinden insanoğlu. Dünyaya bel bağladı, hor gördü, hırpaladı. İyi insanlar
azaldı sonra.
“Kimse sonsuza kadar güvenilir değildir. Ve kimseler
de sonsuza kadar yanında duracak değil. Bugün olmasa bile yarın mutlaka
öğrenmen gerekecek bunları. ‘Her insanın hedefleri olmalı’ derler ya, işte
aynen öyle! Ama öyle günübirlik hedefler koyma kendine. Önüne koyduğun hedefe
koşmak bir hayat boyu sürsün. Yılma ve sakın yıkılma! Önüne çıkan engelleri
ezip geçmesini bilmelisin. İyi insan sayısı azaldı günümüzde. Şayet sen de
onlardan biriysen, güçlü olmak zorundasın!”[vi]
İnsanız hepimiz ve nefsimiz var. En güzelini, en
iyisini isteriz her şeyin. Hayırlısını istemeyi çok zor öğreniyoruz. Çok zor
öğreniyoruz nefsimizi ezip geçmeyi.
“Yaratan’dan önce hayırlısını dile, hayırsız ise
kavuşmak neye yarar?”[vii]
Serkan Özel
“Sıcak Ayaz”, “Kapalı
Gişe Yalnızlık” ve “Canın Sağolsun” kitaplarının yazarı…