Cânansız can neye gerek?

Muhibbî mahlaslı Kanunî Sultan Süleyman Han’ın da en güzel şekilde söylediği üzere, anlatılanlar hep birdir amma üslup/dil başka başkadır. Düşünün ki, daha ilk insanın yaratılmasından bu yana ve kim bilir bizden daha binlerce yıllar sonrasında da hep aynı olacak anlatılan ve terennüm edilen. Sevgili anlatıla anlatıla bitirelemeyecek…

“KADD-İ yâre kimisi ar’ar dedi kimi elif./ Cümlenin maksûdu bir amma rivayet muhtelif.” (Sevgilinin düzgün endamını kimi serviye benzetti, kimi elif harfine. Herkesin amacı aynı ama söylemi değişik.)

(Muhibbî-Kanuni Sultan Süleyman)

Bir dünya düşünün ki içinde muhabbet olmaya… Ya bir kitap, bir roman, bir şiir, bir film ya da bir şarkı-türkü… Öyle ki şu cihan muhabbet üzere kurulmuşken, muhabbetten ayrı kalan ne olabilir?

Muhibbî mahlaslı Kanunî Sultan Süleyman Han’ın da en güzel şekilde söylediği üzere, anlatılanlar hep birdir amma üslup/dil başka başkadır. Düşünün ki, daha ilk insanın yaratılmasından bu yana ve kim bilir bizden daha binlerce yıllar sonrasında da hep aynı olacak anlatılan ve terennüm edilen. Sevgili anlatıla anlatıla bitirelemeyecek. Her asırda başka bir üslupla, her asırda başka bir güzellikte…

Sevgili dedik ya, oysa sevgilinin kendisi olmasa gerek anlatılan; ona duyulan muhabbet, ona duyulan sevgidir aslolan. Bunu her millette, her asırda başka başka dillendirdi gönlü güzel insanlar, eli kalem tutanlar, dili söz diyebilenler. Kimi dize dize döktü yüreğindekileri, kimi masallara, öykülere sığdırmaya çalıştı, kimi de romanlaştırdı muhayyilesinde olan aşkı. Hepsinin anlattığı aynı(ydı) oysa…

Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat

Tanzimat yazarlarından Şemsettin Sami’nin “Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat” adlı romanı, 1872 Kasım'ından itibaren Hadika gazetesinde tefrika edildi ve 1873 yazında tamamlandı. (Yeni harflerle basımı Sedid Yüksel, Ankara 1964.) Talat ile Fitnat'ın aşkını anlatan roman, Türk edebiyat tarihine ilişkin birçok eserde "ilk Türkçe roman" olarak değerlendirilir. Buna dair muhtelif başka görüşler de mevcuttur. Biz, romanın içeriğiyle ilgileniyoruz.

Sevmek ve sevilmek hissi insanın -hatta her tür canlının- doğasında vardır. Tanımadan, bilmeden, neyin nesidir, kimdir, nedir düşünmeden sevmek bedbahtlığı ya da bahtiyarlığına düşebilir insan. Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat eserinde işte tam da bu çıkıveriyor karşımıza. Tabiî bundan öncesinde bahsetmek istediğim, o zamanın çok daha sosyal hayatına ait birtakım yerleri var romanın.

Şemsettin Sami, dönemin aydınlarından, ileri görüşlülerindendir; kendi zamanının toplumunda bir yandan kadına verilen yüksek değeri, aynı zamanda da kadının toplumda ne kadar değersiz olduğunu işlemiştir romanında. Bir bakıma günümüzdekinden çok da farklı görmedim ben bu durumu. Şöyle ki, romanımızın erkek kahramanı Talat, sevdiği kızı görebilmek, onunla tanışabilmek için kız kılığına girip sık sık sevdiğinin ziyaretine gider (bu kısma daha sonra değineceğiz). İşte o anlardan biri:

“Yüksek Kaldırım’dan inerken kalem arkadaşlarından biriyle karşılaştı. Kalemde sözü geçen efendi, ona yanaşıp dikkatle yüzüne baktı, işaretler etti. (…) Ondan yakasını kurtarmaya çalıştı ama boşuna… O hızlandıkça adam da hızlandı, o yavaşladıkça adam da yavaşladı. Talat’ın canı sıkıldı, herife çıkışmak istedi ama cesaret edemedi. Kendi kendine, ‘Ah zavallı kadınlar, neler çekerlermiş! Biz onları kukla yerine kullanıyoruz. Yolda serbest ve rahat yürümelerine engel oluyoruz. Bu ne rezalet, ne küstahlık! Bir erkek, tanımadığı bir başka erkeğe rast gelse yüzüne bakmaz, söz söylemez, ama tanımadığı ve hiç görmediği bir kadına rast geldiğinde gülerek yüzüne bakmaya ve söz söylemeye başlar ve kovsalar yanından bile ayrılmaz. Demek ki biz, kadınları insan yerine koymayız, kendimizi eğlendirmek için onların ruhunu sıkarız. Serbest gezip dolaşmalarına, eğlenmelerine engel oluruz. Bir yandan da kendimize güldürürüz. Çünkü bazı kurnaz kadınlar olur, ‘Bu ne budalaymış, dur bununla biraz eğlenelim’ diyerek bizi maymun gibi oynatırlar. Gezintilerinde, evlerinin kapısına dek arabanın arkasından toz duman içinde götürürler. Ahlak ve alışkanlıklarımızı bilmeyen biri, birini bu hâlde görse ‘Deli’ der...”[i]


Kadının yeri

Romanın sosyal boyutu, kadının toplumda hak ettiği yerde olmayışı üzerine kurulmuştur. Kesinlikle ve sonuna kadar da haklıdır yazar bu konudaki düşüncelerinde…

Romandaki olay örgüsünde, aşk ve aşkı uğruna seven iki insanın neler yapabilecekleri işlenmiştir. Bir yanda hiç gün yüzü görmemiş, odasına hapsedilmiş Fitnat, bir yanda da küçük bir aralıktan Fitnat’ın önce gözlerini, sonra yüzünü görüp vurulan Talat…

Talat, bir gülüşüne, bir bakışına vurulup aşk derdine düştüğü Fitnat’ını görebilmek için pek de kimsenin cesaret edemeyeceği bir yol bulur. Kız kılığına girerek, önce dikiş nakış öğrenmek için Fitnat’a ders veren hanımdan dersler almaya başlar, sonra yine bir yolunu bulup Fitnat’tan dikiş nakış dersleri alır ve kendisi de ona okuma yazma dersleri verir. Neredeyse her gün Fitnat’ın evine gider.

Babası Fitnat’ı odasına hapsetmiş, hiçbir yere bırakmamakta ve hiç kimseyle görüştürmemektedir. Bu böyle devam ettiği, Talat’la Fitnat aylarca beraber oldukları hâlde Talat ilan-ı aşk edemez Fitnat’a. Ama bilmemektedir ki Fitnat da kendisini, Talat onu sevmeden önce sevmeye başlamıştır. “Kalp kalbe karşıdır” derler ya, öyle olsa gerek bu da.

Kahramanlarımızın serüvenleri bir süre böyle devam ededursun, Fitnat’a dikiş nakış dersi veren hanım, Fitnat’ın babasına, kızına bir kısmet bulduğunu söyleyecektir. Olayın burasında artık Talat daha fazla dayanamayıp sırrını açığa vurur. Lakin tam da bundan sonra başlayacaktır aşkın bütün hüznü…

Tezat

Tam da bu yukarıda bahsedilen kısımda, Fitnat’ın babası (ki üvey) ile babaannesinin, kızlarının evliliği hakkındaki konuşmaları bir tuhaf. Burada yazar, toplumun kadına bakışını çok güzel işlemiştir. Fitnat daha 15-16 yaşındadır ve babası yaşında biriyle evlendirilmek istenmektedir ki ilerleyen sayfalarda evlendirilmek istenen kişinin, Fitnat’ın gerçek babası olduğunu görürüz. Bir yandan güya kızlarının iyiliğini düşünüp, onu varlıklı bir adama vermek isterler, diğer yandan ise Fitnat, bir başkasını sevdiğini söylediğinde “O ne bilir? Daha aklı ermez onun, o daha çocuk…” demektedirler. Ne kadar tezat, ne kadar da iç yaralayıcı bir durum.

Roman, hem toplumun kadına bakış açısını, hem de seven bir insanın aşkı için neleri göze alabileceğini mükemmel bir şekilde işleyerek trajik bir biçimde son buluyor. Tanzimat yazarlarının sevdiğim yönü, anlattıkları olayları gerçeğine çok yakın, çok daha uygun anlatmalarıdır. Elbette herkes, olayların güzel bir şekilde son bulmasını görmek, okumak ister. Ama gerçek hayatta her şey, her zaman tozpembe değildir. İşte bunu anlatmayı Tanzimat yazarları çok iyi başarıyor.

Şemseddin Sami

Şemseddin Sami (1 Haziran 1850, Frashër-1 Temmuz 1904, İstanbul). Arnavut asıllı Osmanlı yazarı, ansiklopedist ve sözlükçü. İlk Türkçe roman olan “Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat”ın (1872), ilk Türkçe ansiklopedi olan “Kamus-ül Alam”ın (1889-1898) ve modern anlamdaki ilk geniş kapsamlı Türkçe sözlük olan “Kamus-ı Türkî”nin (1901) yazarıdır. Ayrıca Kamus-ı Fransevî adlı Fransızca ve Kamus-ı Arabî adlı Arapça sözlükleri kaleme almıştır.

Ağabeyi Fraşereli Abdül Bey ile birlikte Latin ve Yunan harflerini kullanan ilk Arnavut alfabesini geliştirmiş (1879) ve Arnavutça bir gramer kitabı yazmıştır (1886). Kardeşi Naim Fraşeri, Arnavut milli şiirinin kurucusu olarak kabul edilir. Galatasaray Spor Kulübü'nün kurucusu Ali Sami Yen'in babasıdır.[ii]

 


[i] Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat / Şemsettin Sami