Çanakkale ruhu ve Mehmed Âkif

Siperinden çıktığı anda öleceğini bilerek ateşe atılan bu yiğitlerin gösterdiği kahramanlığı iman, inanç ve vatan sevgisi ile açıklayabilirsiniz. Onu bu sona, gül bahçesine girercesine sevk eden en büyük amil, bin yılı aşkın müntesibi olduğu İslâm’dır. Zira bu hâli Binbaşı Mehmed Nihad Bey, “Harpte aslolan, bilhassa mâneviyattır. Bunun aksini kabul etmek, Çanakkale müdafaasının cinnet olduğuna hükmetmektir” sözleriyle açıklıyor.

ÇANAKKALE Boğazın2dan Gelibolu yamaçlarına doğru baktığınızda, okuyanlara o tarihi yaşatırcasına, Necmeddin Halil Onan’ın, “Dur Yolcu! Bilmeden gelip bastığın/ Bu toprak bir devrin battığı yerdir” diyerek haykıran mısralarını okursunuz. Bu yazıyı okuduğunuzda, ister istemez kendinize bir çekidüzen verirsiniz. Zira bu mekân, Mehmed Âkif’in, “Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?” diye destanını yazdığı savaşın yaşandığı yerdir.

Dünyada eşi benzeri olmayan Boğaz Harbi neydi acaba?

Mart 1918’de vuku bulan Boğaz Harbi, dünya tarihinin en büyük müdafaa savaşlarından biri ve aynı zamanda dünyada eşine nadir rastlanan bir kahramanlık destanıdır.

İngiliz-Fransız donanmalarından müteşekkil Birleşik Filo, Çanakkale Boğazı’nı geçerek Marmara’ya girip İmparatorluğun başkenti İstanbul’u bir ay içinde ele geçirmeyi hedefliyordu. Aynı zamanda iç isyanlarla boğuşan Çarlık Rusya’sına yardım ederek müttefiklerini ayakta tutmak da bir diğer hedeflerinden biriydi. Bu hedefler ele geçirildiğinde ise Dünya Savaşı kazanılmış olacaktı. Böylece 1918’de yapacakları işgalleri bundan üç yıl önce, 1915’te yapacaklardı. Ama hiç ummadıkları bir yerde plânları suya düşmüştü. Dünyanın en modern ve yenilmez armadası olarak gördükleri donanmaları da Çanakkale Boğazı’nda Türk’ün mâneviyat kayalarına çarparak tuzla buz olmuştu.

Onlar kemiyetlerin büyülü dünyasına kapılmış bir vaziyette, gururun ve kibrin gözleri kör eden sarhoşluğu ile bataryalarımıza alevler kusarken, Çanakkale’de Müslüman Türk’ün iman, sabır ve inanç gibi keyfiyetleriyle mücehhez ruhu karşısında bu ölümcül ateş sağanağı, boş havai fişekler gibi sönüp gitti.  

Asrın en son teknolojisi ile silahlandırılmış bu devâsa ölüm makinelerine karşı demode ihtiyar toplar, karadaki bataryalarından erkekçe karşılık veriyordu. Onlar sadece Dardanos bataryamıza 4 bin mermi atarken, bu ihtiyar toplar bin 900 mermi ile karşılık verebilmişti. Kaderin cilvesine bakınız ki, bu ateş sağanağından Osmanlı’nın bu bataryadaki sadece dört topu hasar görürken, sadece batan düşman gemilerinin üstündeki 44 topun hepsi birden boğazın sularına gömülmüştü. İşte kemiyetler, bir kez daha keyfiyet karşısında diz çökerken, madde de bir kez daha mânâ karşısında eriyip gidiyordu.

18 Mart Boğaz Muharebesi’nde, düşmanın 18 savaş gemisinden 7’si savaş dışında kalıyordu. Düşman filosunun mayın arama ve tarayıcıları, Nusret mayın gemisinin on bir mayın hattı üzerinde gizlice döşediği mayınlardan sadece bulabildiği üç adedini etkisiz hâle getirebilmişti. Diğer mayınlar ise onların sonunu hazırlamaya yetecekti.

Çanakkale’nin aşılamayan çetin savunması karşısında pes edip yenilgi kabul eden düşman, yalnız denizden yapılacak zorlamalarla başarıya ulaşılamayacağı gerçeğini kabul etmek zorunda kalmıştı. Artık bundan sonra kara harekâtı başlayacaktı. Bu harekâtta da evdeki hesap Çanakkale sırtlarında bozulacaktı. Böylece kibrin gözleri kör eden sarhoşluğu ile düşman, düşlediği zaferi, Çanakkale Boğazı’nın serin sularında Türk top ve mayınlarına, karada ise Türk süngüsüne terk ederek gerisin geri çekip gitti.

Bu savaşlarda düşmana kahramanlık dersi veren Mehmetçik’in sahip olduğu iman, sabır ve inanç, bu dersin en önemli sırrıdır.

Mehmed Âkif’in “Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?” diye başlayan destanında, bu savaştaki ruhun, inancın ve imanın şifrelerini okumak mümkündür. “Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?/ ‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın” derken ne kadar da haklıdır!

“Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber/ Sana ağuşunu açmış, duruyor Peygamber” derken, o kahraman askeri en büyük mertebe ile müjdeliyordu Âkif. Zira siperinden çıktığı anda öleceğini bilerek ateşe atılan bu yiğitlerin gösterdiği kahramanlığı iman, inanç ve vatan sevgisi ile açıklayabilirsiniz. Onu bu sona, gül bahçesine girercesine sevk eden en büyük amil, bin yılı aşkın müntesibi olduğu İslâm’dır. Zira bu hâli Binbaşı Mehmed Nihad Bey, “Harpte aslolan, bilhassa mâneviyattır. Bunun aksini kabul etmek, Çanakkale müdafaasının cinnet olduğuna hükmetmektir” sözleriyle açıklıyor.

Cinnet derecesinde inançlı ve vatanperver olan bu asker, sağ kalırsa “gazi”, ölürse “şehid” olacağını biliyordu. Bu cinnetin karşılığı ise, inandığı Rabbi katında ona verilecek Cennet’ti.

Bu savaşta 19’uncu Fırka kumandanı olarak yarbay rütbesi ile bizzat savaşan Mustafa Kemal de askerimizin ruh hâlini şu sözlerle anlatıyordu: “Mütekâbil siperler arasında mesafemiz 8 metre… Yani ölüm muhakkak! Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına, kâmilen düşüyor; ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şâyân-ı gıpta bir itidâl ve tevekkülle, biliyor musunuz? Okumak bilenler, ellerinde Kur’ân-ı Kerîm, Cennet’e girmeye hazırlanıyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şâyân-ı hayret ve tebrik bir misâldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran bu yüksek ruhtur!”

Mustafa Kemal’in bu sözleri çok manidardır ve bugünlerde “mâneviyat gücünü” inkâr edenlere tam bir cevap niteliğindedir!

Bu arada, söylenmesi gereken bir diğer nokta ise şudur: Çanakkale’de bulunan sekiz tabyanın yedisinin Sultan İkinci Abdülhamid’in emriyle, onun zamanında yapılmış olması… Bu tabyalar onun uzak görüşlülüğü ile inşâ edilerek âdeta Çanakkale Boğazı’nda kilit vazifesi yapmış, düşman donanmasına adım attırmamıştır. Diğer tabya da Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılmıştır. Bu da gösteriyor ki, bu devlet adamları birilerinin iddia ettiklerinin aksine, yıllar öncesinden boğazlara bir tecavüzün olacağını hissedip kendilerince tedbir almışlardır.

Çanakkale’de yaşananları en canlı bir şekilde anlatan ve bir daha tıpkı İstiklâl Marşı gibi yazılması mümkün olmayacak mısraların sahibi Mehmed Âkif’tir. Eyyüp Bostancı’nın tespitiyle bu koca destanı dört bölüme ayırabiliriz. 1 ilâ 39’uncu mısralardan oluşan birinci bölümde Çanakkale Savaşı’nın özellikleri; 40 ilâ 62’nci mısralardan oluşan ikinci bölümde Türk askerinin kahramanlığı; 63 ilâ 74’üncü mısralardan oluşan üçüncü bölümde Türk askerinin bu başarısına karşılık şairin şehitlerimizin hatırası için yapmak istedikleri ve 75 ilâ 84’üncü mısralardan oluşan son bölümde de Türk askerinin bu başarısının eşi benzeri olmayan bir durum olduğu işlenmiştir.

Bugün Türk milleti olarak yediden yetmişe hepimizin en büyük ideali, şehitlerimize lâyık bir nesil olmak ve onlara lâyık nesiller yetiştirmek olmalıdır. Tüm askeri şehid düşen 57’nci Alay başta olmak üzere, Yahya Çavuşlar, Seyit Onbaşılar ve diğer şehid ve gazilerimiz, bizlere haklarını helâl etsinler. Şehitlerimizin mânevî huzuru önünde saygıyla eğiliyor, hepsine rahmet diliyorum.