Çanakkale Boğazı’nın altına ne zaman tünel yapıyoruz?

1915 Çanakkale Köprüsü için söylemediklerini bırakmadılar. Siyâsî rant için yapılmış. Karşılığında oy almak gibi bir niyetleri varmış. Ne kadar kötü! Siyasetçi oy beklemeyecek de her bir vatandaşın yumurta getirmesini mi umacak? Sonra o yumurtaları bakkala verip karşılığında birer gazoz mu alacak?

ESKİ filmlerden hatırımda kalan bir sahne…

İki polis, şehir içinde bir suçluyu kovalıyor. Polislerden biri yorulunca, diğeri peşinde koşmaya devam ediyor. Suçlu daha hızlı. Arayı biraz açıyor. Polis bir yol ayrımına gelince duraksıyor. Acaba sağ tarafa mı gitti, sol tarafa mı?

Köşedeki binanın merdivenlerinde durmuş lâflayan üç beş genç var. Onlara “Hey” diye sesleniyor, “Ne tarafa gitti?”.

Gençler “Şu taraf” diye işaret ediyorlar.

Polis, gençlerin gösterdiği tarafa değil, tam aksi yöne koşmaya başlıyor. Çünkü oradaki gençlerin ters istikameti gösterdiğini biliyor. Tecrübe.

Bizim durumumuz biraz bu sahneye benziyor.

Diyelim ki, bir işin memleketin hayrına olup olmadığı hususunda tereddütlüyüz.

Hemen muhalefetin tavrına bakmalıyız.

Ne diyorlarsa, tersi doğrudur.

“Köprü yapılmasın” mı diyorlar? Demek ki yapılması gerek.

Havalimanına karşı mı çıkıyorlar, hiç tereddütsüz desteklemek gerek.

Şurada bir fabrika, ötede bir başka tesis, beride İHA-SİHA…

Neye karşı çıkıyorlarsa, ondan yana tavır sergilemeliyiz.

Hiç şaşmaz.

Pusula gibidirler Allah onların eksikliğini göstermesin, pusula!

Kıblenin yönünü öğrenmemiz gerekse, çıkarıp pusulaya bakarız. Malûm, daima kuzeyi gösterir. Tam tersi istikamete dönüp seccadeyi serebiliriz. “Allah-u Ekber…”

Önceki köprülerin hepsine, tünellere, havalimanlarına, otoyollara, otomobil fabrikasına, İHA’ya, SİHA’ya, akla gelen hangi yatırım varsa karşı çıktılar.

Memleketin hayrına ne varsa…

Reis’in yaptığı her işe, attığı her adıma, söylediği her söze…

Biz de gönülden destekledik.

Bazen “Acaba” dediğimiz anlar olduysa, o polisin köşede bekleyen gençlere bakması gibi biz de yerli Daltonlara baktık. Karar vermekte zorlanmadık. Kafamızdan geçen “Acaba” kayboldu, tam anlamıyla emin olduk.

Çanakkale Köprüsü’ne de karşı çıktılar. Hiç şaşırmadık tabiî.

Adı bile rahatsız etti.

Ne demek “1915 Çanakkale Köprüsü”?

Gelmişiz iki bin bilmem kaç yılına!

İtirazlara rağmen yaptınız madem, niye “Atatürk” değil adı?

Hiç değilse “Mustafa Kemal” olabilirdi, değil mi?

İstanbul’daki köprülerin isimleri de târih kokuyor.

Fâtih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim…

Hele 15 Temmuz Şehitler Köprüsü demek çok şey edici… “Rahatsız” diyelim.

Bizim “Demokrat Amca” iktidara gelince, ilk gün değiştirecek o ismi.

Darbe yapan askerleri de, darbeye karışan askerî okul öğrencilerini de hemen affedecek.

“Devlet askerlerle barışsın” diyor ya…

KHK’lıları savunup duruyor ya…

Sabahın ilk saatlerinde değiştirir.

İstanbul’da üç köprü, bir de Çanakkale’dekini ekleyelim, toplam dört köprü…

İşte olması gereken şekilde isimleri: (1) Gazi, (2) Mustafa, (3) Kemal, (4) Atatürk.

Ne kadar şık!

Keşke gerçek Atatürkçü olsaydılar.

İsminin arkasına sığınıp günde kırk takla atıyorlar. Taklaların hiçbiri memleketin hayrına değil.

1915 Çanakkale Köprüsü için söylemediklerini bırakmadılar.

Siyâsî rant için yapılmış. Karşılığında oy almak gibi bir niyetleri varmış.

Ne kadar kötü!

Siyasetçi oy beklemeyecek de her bir vatandaşın yumurta getirmesini mi umacak?

Sonra o yumurtaları bakkala verip karşılığında birer gazoz mu alacak? (Eskiden öyle yapardık.)

Hizmet verirsin, oy beklersin. Oy alırsın, hizmet edersin. Siyasetin kuralı budur.

Tabiî bunlar ne oy almayı ve istemeyi biliyor, ne hizmet etmeyi. Zerre kadar tecrübe yok bu konuda.

Biri de şöyle dedi:

“Oraya tünel yapılsaydı, daha iyiydi. Köprü yaptılar, çünkü o aynı zamanda göze hitap ediyor. Tünel yapsalar, görülmeyecekti. Yerin altında bir tünel, yeterince oy getirmez…”

Mantıklı elbette. Yanlış değil.

Tünel köprü gibi görülmez. Fakat şunu göz ardı etmeyelim. Oraya yakın zamanda bir de tünel yapmalı.

Bakmayın o Daltonların “Yeterince araç geçmez ki” demesine.

Vızır vızır geçer ve bir süre sonra yetersiz bile gelir.

Tünel de yapmak şart olur.

Hatta şimdiden harekete geçilmeli.

Zira konunun bir başka cephesi var. Cehapesi veya cehepesi demedik, cephesi dedik.

O da şu:

Bölgemiz ateş çemberi.

Savaş ihtimâli çok uzak bir yerde eğleniyor sayılmaz. Hep bu mesafede kalsa neyse de… Kalmayabilir.

Allah hiç göstermesin, günün birinde ateş çemberi daralırsa, biz de ülke olarak savaşa mecbur kalırsak, köprüler risk barındırır.

O yüzden Çanakkale’ye de bir tünel şart. İstanbul Boğazı’na da ikinci, üçüncü tüneller.

Gerçi Daltonların eleştirdiği üzere, boğazın altındaki tünelden geçerken balıkları göremiyoruz ama… Olsun.

Onun da çaresi var.

Tünelin iç duvarlarına balık resimleri çizilebilir. Nice ressamımız var.

Şayet resim kurtarmaz görüşü hâkim olursa, duvarlar boyunca büyük ekranlar yerleştirilir ve kamera yukarıdaki görüntüleri canlı olarak yansıtır. Hem de televizyoncuların pek sevdiği şekilde “saniye saniye”…

Balık mı geçiyor, alık mı geçiyor, herkes görür.

Bakınız, Ukrayna-Rusya Savaşı dışında olduğumuz hâlde, serseri mayınlar yüzünden İstanbul Boğazı tehlikeye maruz kaldı.

Eski dünya savaşından kalma mayınlar sürüklenip geliyor ve biz risk altına girerek, onları tek tek toplayıp imha etmeye mecbur oluyoruz.

Bir de aramızda konuşarak ve yazarak dolaşan serseri mayınlar var.

Kimi SİHA’ya “oyuncak” diyor, kimi köprüyü yanlış ve lüzumsuz buluyor.

Kimileri de “Şunu yapsınlar, ellerinden öperim” diyor fakat yapılınca sözünü unutuveriyor.

Onları da her gün yeniden imha etmek gerekiyor; yazarak ve konuşarak. İşimiz ne?

Sözün kısası, tünel şart! Hatta şapşart!

Temeli gecikmeden atalım.

Atalım ki, “Tünel görünmediği için oy getirmez” diyenlerin yüzünü seyredelim. Bakalım ne renge bürünecek.

Bitirirken aklıma şu geldi:

Dünyanın bütün köprüleri yerine, pekâlâ tünel yapılabilirdi. Avrupa’sından Amerika’sına, Afrika ve Avustralya’sından Asya’sına kadar her ülkede boy boy köprüler var. Niye tünel yapmadılar ki?

Yoksa onlar da mı oy devşirme derdinde?