Can sıkıcı tehlike ihtimâli

Gün gelir, Allah muhafaza, 14 günde yaptığımız solunum cihazlarını üretecek insan bulamayız. Gün gelir, İsveç’ten, Bangladeş’ten, Rusya’dan hastalarımızı getirecek kaynağı rüyamızda bile göremeyiz. O yüzden yol yakınken harıl harıl çalışıp maske üretenlerin, İHA’ları, SİHA’ları yapanların biz olduğumuzu hatırlayalım ve kendi meşguliyetimiz neyse, onu dünyada yapılan en iyi iş olarak yapmaya çalışalım.

ZANNEDİYORDUK ki, 14 günde solunum cihazı icat edip 45 günde bilmem kaç bin tane üretebiliyoruz ve dolayısıyla her alanda aynı başarıyı gösterebiliriz, artık bizi kimse tutamaz. Öyle ya, ordularımız Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı cephelerinde, Libya’da, Irak’ta zaferden zafere koşarken, biz de diğer sahalarda kolları sıvar, dünya çapında başarılara imza atarız…

Yahu mübarek, şöyle birkaç gün daha direnseniz de şu çocuksu kalbimi hüzne, hayâllerimi kırıklığa uğratmasanız, olmaz mıydı?

Yaşadıklarım okkalı bir şamar gibi günlük işlerimde patlayınca ciddî ciddî sarsıldım. O yüzden de bu yazıyı yazıp sizi haberdar etmek, doğru bildiğim önerileri aktarmak istedim…

Çok uzak bir geçmişe değil, hemen çok yakın geçmişe yani bu senenin Mart ayı başına dönelim. Bu küresel salgın çıkıp iş yerleri kapanınca bazı vatandaşlarımız işlerini kaybettiler, en azından menfi şartlardan dolayı gelir kaybına uğradılar. Benim tanıdığım insanların ciddî bir kısmı kiracılarına anlayış gösterdiler. Hattâ bir tanıdığım, kiracısına, “Eğer işini kaybettiysen veya kaybedersen lütfen kira getirme” demiş, kiracısı da, “Yok abi, hamdolsun işimize devam ediyoruz” deyip teşekkür etmiş. Yani bir dayanışma, bir yardımlaşma atmosferi…

Meslek liselerindeki çocuklar, hocalar harıl harıl çalışıyorlar ki maske ve kıyafet üretip sağlık çalışanları ile diğer çalışanlara ulaştırsınlar.

Sağlık çalışanlarının fedakârlıklarını tarif etmeye benim kelimelerim kifayet etmez. Hükûmet işi gücü bıraktı, bir tek vatandaşımız işini kaybetmesin diye hem kanun çıkardı, hem de iş yapamayan işverenleri korumak için sorgusuz sualsiz onlara para dağıttı.

Çevremizde ve medyada bu şartları fırsata dönüştürmeye çalışana rastlamadık ve insanın böyle bir şey yapması da “Pes doğrusu!” diye karşılanabilecek bir durumdu. Hâsılı, her şey harika idi…

Bu şartlar yaşanırken, şöyle bir beklentide olmak aptalca bir şey midir sizce? “Şu muhteşem tabloya bakın! Bütün Türkiye âdeta bir takım olmuş, tam saha, virüs karşısında bastırıyor. Bu vakitten sonra bizi tutana aşk olsun!”

“Böyle bir atmosferde insan bizzat bir şey yapmazsa, gelecekte çocuklarının, torunlarının yüzüne bakamaz” diye düşünmeye başlıyorsunuz.

Bu tablonun gaza getirmesiyle ertelediğimiz alışverişleri yapmaya başladık. Keşke bağış falan yaparak katkı yapsaydık da bu sıkıntıları yaşamasaydık ve hayâllerimiz tuzla buz olmasaydı. Biliyor musunuz, insan ülkesini sevince, milletine âşık olunca, o tablonun yaşattığı sevinç ve mutluluğun ardından bu hayâl kırıklığı çok kötü oluyor. Eşekten düşmüş kabağa benziyorsunuz.

 Yaşadıklarımı şirket ismi falan vermeden kısaca özetleyeyim… (Önümüzdeki günlerde twitter.com/lokmanayva ve diğer sosyal medya adreslerimden paylaşacağım.)

Bir alışveriş sitesinden sipariş verdik. 29 Mayıs’ta bize teslim edilmek üzere 25 Mayıs’ta yola çıktı.

29 Mayıs’ta ne gelen var, ne giden. “İnsanlık hâli, olabilir” dedik ve 1 Haziran’da kargo şirketini aradık. “Olur ya, resmî adresi bulamamışlarsa, bir de tarif edelim” diye düşündük. Çünkü web sitelerinde “Gönderiniz şubede” diyor…

Telefon numaranızı giriyorsunuz, gönderinizin durumu hakkında bilgi veriyorlar. Fakat biz telefonumuzu girdik, “Bu numarayla ilgili son 10 günde ilgili bir gönderi bulunmamaktadır” diyordu. Webde başka, telefonda başka bir durum, şoklardayım.

Bir de biriyle görüşelim diye karar verdim, müşteri temsilcisi seçeneğini tuşladım. Allah sizi inandırsın, tam 48 dakika telefonda bekledim. Bütün bunlara rağmen yukarıda zikrettiğim muhteşem tablo yüzünden kızmıyorum, sinirlenmiyorum…

Hanımefendinin çocuğunun sesi geliyordu, demek ki evden çalışıyormuş, bu yüzden, “Hanımefendi, geleyim bulaşığınız falan yıkanacaksa yıkayıvereyim” gibi bir ruh hâlindeyim.

Ertesi gün tekrar web sitelerine baktık. Demesin mi “Adres bulunamadığı için gönderi alındığı yere iade edilecektir”? Hâlâ iyi niyetimi muhafaza ederek, “Çağrı merkeziyle görüştük, o kadar bilgi ve iletişimden sonra böyle bir saçmalık yapacak değiller ya” diyorum… Meğer web doğru söylüyormuş.

Hemen yine telefona sarıldım. Uzun beklemelerden sonra görevli çıktı karşıma. Ne dese beğenirsiniz: “29 Mayıs’a kadar adresinize getiremedik. Sonra da adresiniz bulunamadı diye geri gönderdik.”

Evimin adresini şu yeryüzünde ilk defa birileri bulamamış oldu. Aramadığı adresi bulamayanlar bizim paketi geri götürdüler. Web, telefon sistemi ve çağrı merkezi görevlisinin farklı bilgi verebildiği kargo şirketi, acaba oradan paketi almış mıydı?

Buna benzer neler neler...

Oğlum sınavdayken internet servis sağlayıcımız, interneti kesti. Üstelik faturayı ödemediğim iftirasıyla haksız yere kestiği fazla faturayı bile ödediğim hâlde.

GSM operatörlerinden ikisine gittim ücreti mukabilinde telefondaki bilgileri diğer telefona aktarsınlar diye. Müşteri olmamasına ve orada telefonla oynuyor olmalarına rağmen o işi yapıp para kazanmayı reddettiler. Ben de geldim evde, kendim sıfır mâliyetle yaptım.

Hangi birini anlatayım, medikalcilerle yaşadıklarımı mı, “Ofisimiz kapalı” iddiasıyla bayram kartını geri götüren kargo firmasını mı, malzeme siparişi verdiğim alışveriş sitesinin ortada görünmeyişini mi?

Neyse, canınızı fazla sıkmayayım. Bunların hepsinin hakından Allah’ın izniyle gelirim. Bunlarla uğraşmak benim için çerez çekirdektir. Ama mesele bu değil.

Çalışırsak hepsi olur

İşini kaybedenlere, gelir kaybına uğrayanlara çok fazla bir şey denemez elbette. Bu salgın sürecinin en ağır kaybedenleri vefat edenlerimiz ve ikincisi de yakınları… Fakat diğerlerimizin, “Bak, Allah korudu, iş yapmasak da birkaç aydır ücretimizi alıyoruz, hamdolsun. Bu müşteriler bizim velinimetimiz. Bizler güzel güzel çalışalım. Müşteri memnun kalsın. Zor zamanlar için kredibilitemiz olur en azından. Müşteri olmazsa şirket batar, şirket batınca da -Allah muhafaza- bir dilim ekmeğe muhtaç kalırız. Çok çalışırsak ülkemizin gelişmesine katkımız da olur. Bu ülke iş yapamadığımız günlerde karşılıksız bize para verdi. Başka ülkelerde test yapmak için binlerce lira alınırken bizim ülkemiz vatandaşlarından kuruş almıyor” demeleri gerekmez mi? Benim rastladıklarımın ciddî bir kısmı böyle demiyor. Hadi şimdi demezse demesin, ama bu gidiş nereye?

Gözlemim ve tespitim şöyle:

Korona sürecince evdeydik ve bilgisayar, telefon vesaire kurcaladık durduk. Genellikle de bunun felâket oluşundan dem vuruldu ve özel muamele beklentisi doğdu. Çünkü virüsten dolayı zaten mağdurduk, zaten birkaç yüzyılda bir olan pandemi bize denk gelmişti, zaten 2020 senesi de virüslü çıkmıştı ve biz özeldik, herkes bize özel muamele etmeliydi(!)… Tabiî aynı süreci yaşamayan birileri olsa da “Bizlere özel muamele edilse” diyoruz. Gelin görün ki, herkes bu dünyada yaşıyor ve adı üstünde, salgın küresel! Yani herkes etkileniyor.

Şirketler ve kuruluşlar, bir taraftan da az veya çok maaş ödemeye devam ettiler. İnsanın nefsi şöyle demiş olabilir: “Biz mağduruz. Elimizdeki şeylerle oyun oynuyor gibi göründüğümüze, gülüp kahkahalar attığımıza bakmayın. Aslında biz teselli oluyoruz. Aylık maaşımız da geliyor. Aslında böyle bir hayat fenâ değil. Bundan sonra böyle yaşamaya devam etmek güzel bir fikir…”

Eğer yukarıdakiler sadece benim rastladıklarım değil de genel bir hâl ise, işte o zaman yandığımızın resmidir! Bu davranış şekli bir de kültüre dönüşürse, kusura bakmayın, bizi kimse kurtaramaz. Hiçbir kaynak yoktur ki tembelliği fonlamaya yetsin. O yüzden kendimizi muhasebe edip bu hâlet-i rûhiyeden bir an evvel sıyrılmalıyız.

Gün gelir, Allah muhafaza, 14 günde yaptığımız solunum cihazlarını üretecek insan bulamayız. Gün gelir, İsveç’ten, Bangladeş’ten, Rusya’dan hastalarımızı getirecek kaynağı rüyamızda bile göremeyiz. O yüzden yol yakınken harıl harıl çalışıp maske üretenlerin, İHA’ları, SİHA’ları yapanların biz olduğumuzu hatırlayalım ve kendi meşguliyetimiz neyse, onu dünyada yapılan en iyi iş olarak yapmaya çalışalım.

Kargocu muyuz? En hızlı, en sağlam şekilde gönderiyi biz götürelim. GSM bayisi miyiz? Müşteriyi memnun edip daha fazla alışveriş yaptırmanın yolunu bulalım ki şirketimiz de çok kazansın. İnternet servis sağlayıcısı mıyız? Dünyanın en hızlı internetini biz sağlayalım ve müşterilerimiz öyle başarılı ve ekonomik işler yapabilsinler ki dünyayla rekabet edebilelim ve bizim şirketimiz, başka ülkelerdeki internet sağlama işlerini alsın.

Eğri oturup doğru konuşalım; şu güzel ülkenin, bu aziz milletin kaç tane 50 milyar dolarlık firması var ki? Şu anda yok. Ama çalışırsak hepsi olur. Çalışmazsak da ne olacağını söyleyip kendimi de, sizi de yormak istemem…