“HAYRET: Beklenmedik,
şaşırtıcı, garip bir şeyin yol açtığı şaşkınlık, şaşırma.” (TDK Sözlük)
Osmanlıcada ise, hiçbir cihete teveccüh edemeyip kalmak veya
şaşkınlık gibi anlamın üzerine “taaccüb” kelimesi de kullanılır. “Acayibime
gitti” denildiği gibi, kısaca “Taaccüb ettim” (“Şaşkınlığımı saklayamadım”)
dahi denilir. O hâlde şaşmanın
veya şaşırmanın (hayret etmenin) bir anlık olabileceğini söylemek zor olmasa
gerek.
“Şaşmak” fiili
devamında insana hoş bir hâl kazandırsa da, şaşmaktan daha ötesi şaşakalmak
yani “hayranlık” hâlidir. Şaşakalmayı açmaya gayret gösterirsek; şaşa-kalmak,
şaşıp-durmak, durup-kalmak, öylece durmak ve donup kalmak hâlleri ile amaca
ulaşabiliriz.
Descartes,
Passiones sive Affectus Anıme (Duygular ya da Ruh Hâlleri) adlı eserindeki
hayrete dair tanımında, “Hayret; rûhun,
kendisine nâdir ve sıra dışı gelen nesnelere dikkatle bakmasına neden olan ânî
şaşkınlığıdır” der. Bunun bir sebebini ise, “Söz konusu nesneyi nâdir olarak gösteren ve dolayısıyla üzerine pürdikkat
yoğunlaşılması gerektiğini îmâ eden beyindeki bir izlenim” olarak açıklar.
Buradaki “pürdikkat
hâl” üzerine derinleşmek gerekmektedir.
Çevremizdeki şeyleri bizim görmemiz, “dikkat” edimi olmadan
olmaz; fakat çevremizdeki şeylerin bize görünmesi için dikkat şart değildir. Eğer
gündelik hayatta kullandığımız dikkat söz konusuysa, hayret için dikkat etmek
veya dikkat etmemek şart değildir. Şart olan, bakmaktan ziyâde görebilmek adına
bir dikkattir.
İnsan sadece bakmakla hayret edemez. Görebildiği hâlde şaşabilir
ki şaşırmakla merak uyanır; aslî dikkat bundan sonra devreye girer. Bu
safhadaki dikkat ise bilmeye götürür.
Günümüzde hayretin yitimine göz yumma sebebi olarak kısaca
görmeyi değil, sadece bakmayı murâd ediş gösterilebilir. Sıradan hâle gelen
hayatlar içerisinde bakışların sıradanlaşması, nesnelerin veya olayların da
sıradanlaşması ile sonuçlanmakta. Dikkatle baktığımızda, günümüzde gözler ya
alışveriş adına vitrinlerde, ya zâhirî etkile(n)me merakı adına karşı cinste ya
da yermek amacıyla diğer insanlarda...
Bazıları ise yaşamı es geçmişçesine gereksiz dalgınlıklarda…
Hâl böyle olunca, “Aslında hayret etme olasılığı da neredeyse
yok durumuna düşüyor” demek, yanlış olur. Çünkü günümüzde hâlâ pek çok şeye
hayret edilebiliyor. Fakat bu, biraz çevredeki şeyleri görmekten ziyâde,
çevredeki şeylerin bize görünmesi ile gerçekleşen hayretlik. Biraz da
sıradanlaşan yaşamların sıradışılık aramalarında...
Lâkin bu sıradışılıklar, yönetilen bireyin yönetildiği
kadarıyla ona fark ettirilen düzeyde… Meselâ belgeseldeki hayvanlara hayret
eden insan, evinde beslediği hayvana ne kadar hayret etmekte? Teknolojik
gelişmelere hayret eden insan, teknolojiyi geliştiren beyin için hayret etmekte
mi? Sosyal medyadaki doğa fotoğrafları hayrete düşürüyorken, asıl doğa çok daha
basit mi kalmakta?
Ve netîce olarak, ölümler veya ölümün kendisi hayret edilecek
şey olabilirken, yaşamın hayretliği neden ıskalanıyor?
Önce hayret ettirecek, sonra hayranlık duyuracak şeylerin
yitimine sebep ne ola?
Daha önce
bahsi geçen bakmak ile görmek arasındaki farktan ziyâde, olaya cehâlet
(bilmeyen) ve gaflet (bilmediğini bilmeyen) dairesi ile de bakmak faydalı
olacaktır. Bu hususta Dücane Cündioğlu şu yorumu yapar:
“Kişinin bilmemesi cehl-i basittir yani bir kademeli cehâlettir ve gayet de
doğaldır. Kişinin bilmediğini bilmemesi ise cehl-i mürekkebdir yani iki kademeli cehâlettir ve bu hiç de
doğal değildir. Bilmeyen öğrenebilir, bilmediğini bilmeyen ise öğrenemez.
İşte insanoğlunun düşünce tarihinin en başında hayretin yer almasının başlıca sebebi
budur!
Çünkü hayret,
cehl-i mürekkebi ortadan kaldırır, bilmediği bir şey karşısında şaşan, şaşıran
kişi, bilmediği o şeyi öğrenme aşamasına gelemese bile, sırf hayret etmiş
olmakla kendisinin bilmediğini bilmek hazzına erişir.
Bilenler bildikleri konularda hayret etmezler. Kişi
hayret ediyorsa, şaşıyor ve şaşakalıyorsa, onu şaşkınlığa sürükleyen o şeyi
bilmiyor demektir.
Bilseydi, hiç şaşar veya şaşırır mıydı?
Mademki şaşıyor ve şaşırıyor, o şeyi bilmese bile, en
azından kendisinin o şeyi bilmediğini biliyor demektir. İsterse öğrenmeye
başlayabilir ve nasibi varsa, hayret mâkâmından dikkat mâkâmına, dikkat mâkâmından merak mâkâmına, merak mâkâmından tedkik ve hattâ tahkik mâkâmlarına, bu mâkâmlardan
da bilme (ilim) mâkâmına
ulaşabilir.”
Başından beri asıl
arzum, meseleyi hayret etmekten bir adım öteye yani hayranlık duyma safhasına
getirmekti. Günümüzde hayretin yokluğundan bahsetmek, yukarıda da
değindiklerimizden anlaşıldığı üzere mümkün değildir. Yani günümüz insanı belki
olmaz şeylere hayret ediyor olsa da, netîcede hayret ediyor.
Buradaki hayretin
niteliği elbette tartışmaya açık, lâkin daha evvel tartışılması gereken bir
husus varsa, o da can çekişen hayranlıktır. Bugün sıraladığımız hayret edilen
hâllerin insanı hayranlığa sürüklemeyeceği oldukça mümkündür ve öyledir de...
Mümkün olan bir diğer
şey ise, günümüz insanının bu hâlini görüp bu duruma şaşırmaktan öte
şaşakalmaktır. Evet, bizim, can çekişen hayranlığın belki de can vermemesi
adına elimizden gelen, şimdilik bu tür bir hayranlıktır!
Bu sebeple şaşa-kalıyorum. Ki
insanoğlu nasıl şaşırmaz onca şeye? “Bakışlarını
kendisine yönelttiği o çokluk içinde gizli hâlde duran birliği, zerreyi, ânı
nasıl olur da görmez? Görünce görüp de nasıl şaşakalmaz? Herkesin mi bir
bahanesi var?” diyorum.
Ve hayran kalıyorum. Ki akıl sahibi insan, nasıl seyirci kalıyor can çekişen hayranlığa?