
CEMAAT henüz dağılıyordu. Şadırvan avlusundan dış avluya doğru yavaşça ilerleyen kalabalık o anda bir bağrışa sahne oldu. Herkes sesin sahibine yol vermeye çalışıyordu…
Otuz, otuz beş yaşlarındaki bu adam acaba neden cinnetli gibi bağırıyordu? Hafif uzun kıvırcık saçları çatık kaşlarına karışmış, sağa sola bir şeyler söylemeye çalışıyor, içindeki nefreti etrafına pompalıyordu. İnsanlar bu gergin ortamdan uzaklaşmanın yolunu arıyor, itiş kakışa mahal vermeden adımlarını hızlandırıyordu. Adamın “Alın şu kirli paralarınızı! Pis paralarınız lazım değil!” diye haykırırken ağzındaki tükürükler o küfürlü ağzı terk etmek istercesine etrafa saçılıyordu.
Huzur doludur, sakindir bu meydan. Aslında kolay kolay böyle absürt olaylara şahit olmayız. Namazdan sonra esnaf işinin başına döner, kimi yakındaki az katlı mütevazı dükkânlardan alışverişini yapar, isteyen dış avluda uygun bir köşeye çekilir, etrafı seyre dalar. Buraya gelip de hatıra fotoğrafı çektirmek isteyenler, az ilerdeki süs havuzunun önünde poz verirler. Öyle sıradan bir mekân değildir burası.
Çocuklara birkaç oyuncak alıp sevindireceğiniz seyyar satıcılar illâki dolaşır etrafta. Dış avlunun tam karşısındaki taze ekmek kokusu yayılan fırın, namaza gelenlerin uğrak yeridir. Dondurmacılar, tatlıcılar, hediyelik eşya dükkânları artık ne ararsan bulursun bu küçük çarşıda. Böyle sıcak yaz akşamlarında nem de artınca evlerde oturmak iyiden iyiye bunaltır insanı. Bir bakmışsın bir termos çayla camiin meydanına atıvermişsin kendini.
Bu olay, tam da böyle sıcak bir akşamda vuku buldu. Adam, haykırışlarla hıncını alamamış olmalı ki elindeki madeni paraları mermer avluya fırlatmaya başladı. Bağırdığı yetmiyormuş gibi elindekilerin tamamını etrafına savurdu. Birazı daireler çizerek etrafa dağılan madeni paraların bir kısmı da olduğu gibi yere yapışıyordu. Şimdi yazı ve turalar, gelen geçenin hayretkâr bakışlarıyla beyaz mermerin üzerinde öylece duruyordu. Kıyafetlerini parçalayacak kadar sert bir üslupla elini bir sağ cebine bir sol cebine daldırıyor, sonra gömleğinin cebini yokluyordu. Üzerinde tek bir para kalmayana dek bu hareketleri tekrarlayıp durdu. Üstünü başını o denli hırpaladı ki her şey birbirine karıştı. O kendini düzeltmeye çalıştıkça elbiseleri daha da dağılıyordu.
Yanından yürüyenler arayı açmaya çalışıyor, banklarda oturanların gözleri birine zararı olur mu endişesiyle adamı takip ediyordu. Bakışların kendini takip ettiğini hissettiğinde bu defa dağılmakta olan insanların yakınına kadar sokulup öylece bağırmaya başladı. “Pis paralarınız! Alın da başınıza çalın.” Onu bu denli kızdıran şey ne idi? Ya acı bir olay yaşadı veya bir ihanet çemberinden geçti. İnsanların kibirli bakışları da olabilir. O, “Kirli paralar!” diye bağırdıkça insanın aklına çok şey geliyor. Belki bir dilencidir “sadaka” diye önüne attıklarından memnun kalmamıştır ya da bir köşede uyuya kalmıştır da dilenci zannedilmek gururunu incitmiştir. Belki de bir selam bekliyordu, sadece bir selam. Hatırı sorulsun istiyordu, ağırlanmak bekliyordu. Bir cami dolusu cemaatten, birinin dikkatini çekerim diye beklemiştir, kim bilir?
Bankların üzerindeki bir kadın bu olayın olduğu yere doğru gözlerini dikmiş adamın bir sonraki hamlesinin ne olacağına dikkat kesilmişti. Kendisinden değil ancak yanındaki çocuklarına zarar verebilme ihtimalinden dolayı çocuklarını yakınına çekeledi. Çocuklar da korkmuş olmalı ki annelerine iyice sokuldular. Tek yapmaları gereken, sessizce adamın oradan uzaklaşmasını beklemekti.
Ama öyle olmadı, çocukları gören adam onlara doğru ilerledi. Ufaklık pek bir şey anlamamıştı, ablası adamın yaklaştığını görünce ürkek bakışlarını annesine doğru yöneltti. Ne yapacağını kestiremedi. Onlar adamın haykırışlarına maruz kalacağını beklerken adam küçük kızdan özür dilemeye başladı: “Beni affet, beni affet, seni korkutmak istemedim!”Defalarca özür diledi. “Seni asla korkutmak istemem!” Hatta affı için çikolata almayı bile teklif etti. “Hakkını helal et, lütfen beni bağışla. Senin gibi birini asla üzmek istemem”diyerek ısrarlı bir şekilde af diledi.
Adam o kadar içten özür dilemişti ki küçük kızın kalbindeki buzlar eriyip yok olmuştu. Az önceki korkusundan eser kalmamıştı. Arslanlar gibi kükreyen adam küçük bir çocuğun karşısında iki büklüm oluvermişti. Küçük kızın annesi “Meczup mudur, nedir?” diyerek çocuklarını alıp oradan uzaklaştı. Annesinin elinden tutan küçük kız gözden kaybolurken kafasını çevirip çevirip ona bakıyordu. Gülümseten bakışları zaten onu affettiğini hissettirmişti...