Camekânlarda solan kitapların serencamı: Kahvehaneden kıraathaneye

Son dönemde yeni bir kültür ortamı oluşturma anlayışıyla ihdas edilen millet kıraathaneleri de okuma kültürünün geliştirilmesi adına mühim bir adımdır. Özellikle gençlerin ve ilgililerin gündelik iaşelerini ücretsiz temin ederek kitap okuyup çalışmalarını yapabildikleri bu mekânlar, toplumun geneline hitap etmesi yönüyle, geçmişte vazifesi yarım kalmış olup hayâl edilen kıraathanelerin vazifesini üstlenmeye adaydır.

ÖNCE “söz” vardı. Bâki ve Ezelînin sözü… O “Ol” demişti başta. Ve sonra yazı... İlk nümunesi İlâhî kalemin silinmeyen mürekkebinden dökülmüştü nisyan ile malûl beşer hafızasına mıh gibi çakmak için hakikati. Söz, artık kâğıda, kaleme ve dahi kalbe emanetti. Beşerin bilme arzusu okudukça yazmaya, yazdıkça okumaya inkılap etti. Ezelî bilginin insan iradesine yansıyan ışığıyla medeniyet teşekkül etti. Emre uyanlar terakki ettiler.

Ve kitaplar… Ruhların mürebbisi, mürşidimiz, vakur dostlarımız… Montaigne’nin dediği gibi, “definelerimiz, yaşam denilen yolculukta bizi doyuran en iyi besinler”. Uğruna savaşlar çıkarıldı, canlar verildi, adına binalar yapıldı. Kimimize göre yokluğunu hayâl etmek bile ruha elem verirken, nefis putunu yıkacak asâ addedilip topluca yakıldı meydanlarda, nehirlere atıldı, dehlizlere hapsedildi haykırdığı hakikatleri duymak istemeyenlerce. Ne çekti insan elinden!

Bu efkâr altında, son birkaç asırda Türk-İslâm toplumunun sosyalleşme mecralarının başında gelen kahvehane ve kıraathane olgusunun kitap ile bağlamından hareketle geldiğimiz noktada bunların rolünü üstlenen güncel örneklerden söz edeceğiz.

Tarihçe-i kıraathane

Her medeniyette insanlar sosyalleşme imkân ve mekânları tesis etmişlerdir. Bu mekânlar kültürün mayalanmasına ve sonraki nesle aktarılacak cemiyet normlarının şekillenmesine vasıta olmuşlardır. Osmanlı toplumunda bu mekânların en bilinen örnekleri kahvehaneler ve kıraathanelerdir. Bu mekânları, çoğumuzun bizzat müşahede ettiği geleneksel Türk kültüründeki köy odalarının kentteki karşılığı saymak yanlış olmaz.

“Kahvehane”, kahve ve çay başta olmak üzere alkolsüz içeceklerin ve nargile gibi tütün ürünlerinin sunulduğu, tavla, domino, bilardo, kâğıt gibi masa oyunları oynanan mekânlardır. Daha çok oyun oynayarak zaman geçirilen kahvehaneden kıraathaneyi ayıran temel fark, müşterilerine içecekler sunmanın yanı sıra kültürel bir ortam oluşturma gayesiyle başta kitap, sonraki asırlarda ise gazete ve mecmua bulunduran okuma evi olmasıdır. Zira bu mekânlar adlarını “kıraat” yani “okuma” teriminden alıyordu. 

Osmanlı’da ilk kahvehane, Kanunî devrinde, İstanbul Tahtakale’de, 1550’lerin başında Şam ve Halep’ten gelen şahıslar tarafından açılmıştır. Burada kitap okumaları da yapıldığından, mekân aynı zamanda “ilk kıraathane” niteliği arz etmiştir. Okuryazar takımından birçok keyif ehli şahıs bu mekânda gruplar hâlinde toplanarak kitap, yeni yazılmış gazeller, şiir okumaları yapmışlar; tavla, satranç, dama gibi oyunlar oynamışlardır. Burada halkın kolayca anlayacağı bir dille yazılmış olan edebî ve içtimaî bahislerle bilhassa anonim mahiyette yazılan eserler okunmuştur. Daha fazla müşteri çekmek isteyen mekân sahipleri, zamanla daimî bir kitaplık bulundurmaya başlamışlardır.

Tahtakale’de açılan kahvehanelerin sayısının çokluğuna nispeten, halk arasında burası “Kahve Kale” olarak anılmıştır.

Osmanlı’da kahvehanelerin camilere çok yakın yerlerde açılmasının temel sebebi, namaza gelen ya da namaz vakitleri arasındaki vakti doldurmak isteyen insanların kahve ve çay içip sohbet ederek vakit geçirmesini sağlamaktı. Çoğunda, Gönül ne kahve ister, ne kahvehane/ Gönül ahbap ister, kahve bahane” ya da “Ehl-i keyfin keyfini kim tazeler/ Taze elden taze pişmiş taze kahveler” benzeri sözler yazılı levhalar asılı olan kahvehaneler, ortaya çıkışlarından itibaren siyâsî ve kültürel oluşumların doğmasına zemin hazırlayan mekânlar olarak da işlev görmüşlerdir. Bu yönüyle günümüze kadar kıraathaneler ve kahvehaneler, benzer bir toplumsal fonksiyon icra etmişlerdir. 

Özellikle Doğu/Müslüman coğrafyasında 16’ncı asırdan itibaren çok yaygınlaşan kahvehanelerin sayısı Kanunî devrinin sonlarında 50 civarındayken, asrın sonunda bu sayı 600’e çıkmıştır. Kahvehane sayısının hızla artmasının sebeplerinin başında, pahalı davetler verilen mekânlara nazaran kahvehanelerin daha ucuz mekânlar olması geliyordu. Bu sebeple esnaf, Yeniçeri, ulema, gayrimüslim gibi zümrelerinin müdavimi olduğu kahvehane türleri hızla artmıştır. Zamanla Batı toplumlarında da yaygın hâle gelen benzer mekânlara Fransızca ve Portekizcede “café”, İspanyolcada “cafeteria”, İtalyancada “caffe”, Almancada “cafe” denilmiştir.

Osmanlı’da cami ve medrese dışında sivil kültürü şekillendiren önemli sosyalleşme mekânlarının başında gelen kahvehaneler, birer kulüp, okuma odası ve eğlence mekânıydı. Buralara devam eden muhtelif toplumsal zümrelere mensup insanlar, hızlı gelişen bir kültürel ortam, sosyalleşme mekânı ve seslerini duyurabildikleri bir alan elde etmişlerdi. Bazı kahvehaneler zamanla toplumsal ve siyâsî mahzurlar içeren faaliyetlere merkez oldukları gerekçesiyle ulema ve idareciler tarafından “şarapsız meyhaneler” algısıyla yoğun eleştiriye maruz kalmış, hatta bazı dönemlerde hizmet vermeleri yasaklanmıştır.

Osmanlı’da Tanzimat’a kadar olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de kahvehane-kıraathanenin işlevsel ayrımı net olarak belirlenmiş değildi. Zira “kahvehane” denilen mekânlarda da kitap, gazete, dergi yer alırdı. Kahvehanelerin okuma mekânı şeklinde hizmet vermeye başlamaları, Tanzimat’ı takip eden süreçte gerçekleşmiştir. Bu dönemde Avrupa’da açılan kulüpleri ve okuma salonlarını model alan bazı kahvehaneler, müşterilerin çeşitli konulardaki bilgi ihtiyaçlarının karşılanması için gazete ve mecmua okunan, kitaplık bulunan kültürel mekânlara dönüşmeye başlamışlardır. Duvarları aynalarla süslü, sandalye ve masalı Paris usulü bu kahveler, daha ziyade İstanbul beyefendilerinin müdavimi oldukları mekânlardı. Sultan Abdülaziz devri başlarında yaygınlaşan gazete okuma zevkinin de bir yansıması olarak İstanbul’un muhtelif yerlerinde kahvelerin çoğu kıraathane adını almışlardır.

Tanzimat’tan sonra kahvehaneden kıraathaneye dönüşen ilk örnek, Divanyolu’ndaki “Sarafim Efendi Kıraathanesi” idi. Bu kıraathane gazete ve mecmua okunan, kitap satılan, piyes oynanan, akşamları siyâsî ve edebî tartışmalar yapılan bir kültür ortamıydı. Devrin şöhretli pek çok şahsiyetinin buluşma yeriydi. Şehzadebaşı’nda Direklerarası’ndaki Fevziye Kıraathanesi, Ârif’in Kıraathanesi, Nuruosmaniye’de Letafet Kıraathanesi de bu geleneğin önemli temsilcileri arasındaydı.

Kıraathaneler, İstanbul’da Galata ve Beyoğlu’nun yanı sıra çoğunlukla Sultanahmet’ten Aksaray’a kadar uzanan mevkide yoğunlaşmıştı. Seçkin müşteri kitlesini çekmek isteyen çoğu kahvehane sahipleri, mekânda kitaplık bulundurmaya ve tabelalarına “kıraathane” yazmaya özen gösterirlerdi.


 

Topluma etkileri

Kahvehaneler/kıraathaneler toplumsal fonksiyonu itibariyle 19’uncu asırda, Sultan Abdülaziz ve Sultan İkinci Abdülhamid devirlerinde altın çağını yaşamıştır. İstanbul’daki sayısı 2 bin 500’e kadar çıkan kahvehaneler, oldukça sıkı bir toplumsal düzenin hüküm sürdüğü o dönemde bu sınırlılığın dışında tutulmuştur. Bu devirde yoğun fikir tartışmalarının da merkezi olan kahvehaneler, devrin siyâsî ve kültürel yaşamının şekillenmesinde mühim rol oynamışlardır. Son devir Osmanlı ve Erken Cumhuriyet devrinin sanat, edebiyat ve bürokrasi çevrelerine mensup şahıslar, bu mekânların müdavimleri arasında yer almıştır.

Aslında Osmanlı toplum yaşamına başta eğlence merkezi olarak girmiş olan kahvehanelerin zamanla farklı roller üstlenmesi, özellikle kıraathane olarak işlev görmesi önemli fonksiyonlarından biridir. Tanzimat’tan sonra kıraathane niteliği daha ağır basan kahvehaneler Cumhuriyet devrine de geçmiştir. Ancak günümüze kadar uzanan süreç içerisinde kıraathane fonksiyonunu zamanla büyük oranda yitirmiş olan kahvehaneler, biraz da ironik şekilde, günümüz halk ağzında “erkek sığınma evleri” olarak ifade edilir hâle gelmiştir. Hâlen “kahvehane” olarak anılsa da umumiyetle çay içilen bu mekânlar, yoğunlukla kırsal kesim ahalisinin uğrak yeri, oyun oynayarak vakit geçirilen ya da köye gidecek taşıtların kalkacağı saati bekleme alanlarına dönüşmüştür.

Yakın zamanlara kadar bir taşra kasabasında dahi sizi “... Kıraathanesi” yazılı tabelalar karşılarken, şimdi nadiren rastladığımız camında, tabelasında “kıraathane” yazan mekânlarda da kıraata dair bir şey bulmak mümkün değildir. Bu tabelalar her ne kadar artık anlamını yitirmiş olsa da en azından “kıraathane” kavramının anlamını düşünenlere bir zamanlar bu mekânda kitap da okunduğunu söylemektedir.

Kıraathane ve/veya kahvehanelerde yer alan, bir deniz yıldızını kurtarmak hikâyesi misali, belki bir okurun ruhunu aydınlatması için camekâna konulmuş üç beş kitap ve modası geçmiş birkaç ansiklopedi cildinin yerini de artık “cafelerde” oyun masaları, devasa ekranlar ve kulakları sağır eden dijital oyun seslerinin yükseldiği bilgisayarlar çoktan kaptılar.

Yitirilen kıraathane kültürü

Resmî kurumlar dışında kalan toplumsal mekânlarda okuma kültürü çağımızda yok olmaya yüz tutmuştur. Son kuşak insanımız, ismi Doğu dünyasından geçmiş olan, “cafe/kafe” adıyla yeni bir tür imiş gibi sunulan Batı modelli a/sosyalleşme mekânlarını mesken edinmiş durumdadır. Bu mekânlar kültür aktarımına katkı sunmaktan uzak, bilakis kültür yozlaşmasına ivme kazandıran mekânlara dönüşmüştür.

Caddelerde artık kıraathane ve kahvehane tabelalarının yerini “Cafe bilmem ne” tabelaları doldurmuş durumdadır. Muhtemelen yakın gelecekte kahvehanelerin yerini tamamen cafelerin almasıyla okul ve kütüphane haricinde toplumsal mekânlarda okuma kültürü de sonraki nesle nostaljik bir anekdot olarak kalacaktır. Sayıları cafe/kafe ile yarışmasa da kitabın adını bu yeni nesil sosyalleşme mekânı ile bir arada anmak ve modern kıraathane düşüncesini yaşatmak adına son dönemde az da olsa “Kitap Cafe” yazılı tabelalara rastlamak da mümkündür.

Kitap, artık günümüz insanının ihtiyacı olmaktan çıkmışçasına, güruhların işgal ettiği mekânlardan da dışlanmış ve kendini tamamen kapı dışında bulmuştur. Yakın geçmişte sıkça rastladığımız ve tarifsiz bir hüzün duyduğumuz manzaralardan biri, sokaktaki çöp tenekesi kenarlarına fırlatılmış kitap, dergi ve ansiklopedilerin hâlleridir. Şahit olmayanımız azdır bu manzaraya. İşi bitmiş bu hazinelere en çok rağbet edenlerse atık kâğıt toplayıcıları. Buralardan kurtularak canını sahafa zor atabilmiş nadiren şanslı olanlar hâlen müşfik bir kârînin ellerinde berhayattır. Hâlbuki seksen ve doksanlı kuşağın çocukluk ve ilk gençlik yıllarında aylarca sabırla gazete kuponu biriktirerek parça parça alabildiği, ciltçiye koşarak ciltletip masasında incitmeden sevdiği hazinelerdi bunlar.

“Peki, Osmanlı’da ortaya çıkışından itibaren şeklen bir okuma evi hâline gelmeye başlamış olan kahvehaneler toplumda bir okuma kültürünün oluşmasına, en azından kitap mefhumunun değerinin anlaşılmasına vesile olabilmişler miydi?” sorusuna verilebilecek cevap, umumiyetle “Maalesef” olacaktır. Zira bu mekânlar her ne kadar bir sosyalleşme alanı olarak topluma katkı sağlamış olsalar da okuma kültürü bağlamında genele teşmil edilebilecek bir rol oynayamamışlardır. “Kıraathane” adlandırması da şekilci bir yüzeyselliğin temsili olarak kalmıştır. Zira seçkinler zümresinde dahi derin izler bırakamamış olan kıraathanelerin avam nezdinde bir kültür tabakası bırakması elbette zordu.

Sultan Abdülaziz devrinin meşhur gazete sahibi ve yazarlarından Basiretçi Ali Efendi’nin naklettiği hatıralar, buna verilebilecek en çarpıcı misallerdendir. Ali Efendi, İstanbul’da faaliyet gösteren yukarıda zikrettiğimiz meşhur kahvehaneleri/kıraathaneleri gezdiğinde hayretler içerisinde kaldığını anlatır. “Devrin meşhur okuryazarları, devlet adamları ve önde gelenleri masalara toplanırlar, etraflarında bir yığın izleyici, göz gözü görmeyen sigara dumanı altında etrafından habersiz aralıksız oyun oynarlardı” diyor Ali Efendi. İşte bir devrin hâl-i pürmelâli!

Osmanlı sonrası dönemde de kahvehane/kıraathanelerin toplumda farklı bir anlayış geliştirdiği söylenemez. Bolca tütün ve çay, kârîsiz kitaplar…  Gittiğiniz her kahvehanede rastladığımız sigara ve nargile dumanı altında beklemekten rafta ya da camekânda sararıp solmuş üç beş mahzun kitap, kendisini beğenecek namzedini beklemiştir yıllarca. Ancak oyun taşlarının çıkardığı ses bastırmıştır hep derin hıçkırıklarını…


Osmanlı toplum yaşamına başta eğlence merkezi olarak girmiş olan kahvehanelerin zamanla farklı roller üstlenmesi, özellikle kıraathane olarak işlev görmesi önemli fonksiyonlarından biridir.

 

“Z Kütüphane”

Asırlarca toplumumuzda bir türlü yükseltilememiş olan okuma kültürü konusunda Batı’dan oldukça farklı olduğumuz inkâr edilemez. Bu mesafeyi azaltmak ciddî kurumsal teşebbüslerle mümkün olabilir. Bireyselleşmenin en üst düzeye çıktığı, ben olma anlayışının biz olma duygusunun önüne geçtiği modern yaşam düzeninde yeniden biz olmaya vasıta olacak mekânlar oluşturmak için son dönemde yapılan resmî ve sivil teşebbüsler takdire şayandır. Bu minvalde geliştirilen yeni bakış açıları ve tatmin edici örneklerin sayısı az değildir. Bunların başında, toplumsal okuma mekânlarının tek boyutlu ve şekilden ibaret mekânlar olmaktan çıkarılması konusu gelmektedir. Okuma kültürünü yerleştirme ve kitap sevgisini kazandırma konusunda atılan en ciddî adımlardan biri, modern ve çok boyutlu zenginleştirilmiş kütüphanelerin her okulda açılmaya başlamasıdır. “Z Kütüphane” olarak adlandırılan bu mekânlarda çocuğa hitap eden muhtelif eğitim araçları da mevcuttur. Zira henüz ilkokul çağında yerleştirilebilecek okuma sevgisi, sonraki neslin de kazanılması demektir.

Üniversite gençliğine hitap eden, temel ihtiyaçların karşılanabileceği, iaşe desteği sunulan, 24 saat açık modern kütüphane ortamlarının sağlanması da mühim bir konudur. Bu esaslar doğrultusunda İstanbul’da ve taşrada hizmet veren çok sayıda üniversite kütüphanesi mevcuttur. Sürekli oyun oynanan hayâlhaneler tesis etmek kadar, istikbâli kurtaracak idrakli, donanımlı gençlerin yetişeceği kitap dolu hakikathaneler tesisinin milletin geleceğine yapılabilecek en kârlı yatırım olacağı aşikârdır.

Kültürümüzdeki kıraathane kavramının yeniden yorumlanması ve yeni kütüphanecilik anlayışıyla hizmet verecek tasarımda hazırlanmış, gençleri cezbedebilecek çok amaçlı kütüphanelerin açılması da okuma kültürünün gelişmesine katkı sağlayacaktır. Bu konuda Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi, dünyadaki başat örnekler arasındadır. Bu kütüphane, millî ve evrensel kültürün sonraki nesillere aktarımında önemli bir hizmet vermektedir.

Son dönemde yeni bir kültür ortamı oluşturma anlayışıyla ihdas edilen millet kıraathaneleri de okuma kültürünün geliştirilmesi adına mühim bir adımdır. Özellikle gençlerin ve ilgililerin gündelik iaşelerini ücretsiz temin ederek kitap okuyup çalışmalarını yapabildikleri bu mekânlar, toplumun geneline hitap etmesi yönüyle, geçmişte vazifesi yarım kalmış olup hayâl edilen kıraathanelerin vazifesini üstlenmeye adaydır.

Günümüzde, özellikle taşrada çok sayıda tarihî mekânın restore edilerek çok amaçlı modern kütüphanelere dönüştürülmesi de okuma kültürüne hizmet bakımından memnuniyet vericidir. Meselâ yaşadığımız Tokat ilinde son dönemde Şeyh Meknun Türbesi, Tokat Belediyesi tarafından bir irfan yuvası hâlinde düzenlenmiş, halka açık Millet Kıraathanesi olarak kitapseverlerin hizmetine sunulmuştur. Yine Tokat’ta Yağıbasan Medresesi/Çukur Medrese ve Halef Sultan Zaviyesi de müze, kütüphane ve kültür evi olarak hizmete açılmıştır. Tokat’ta sadece hanımların faydalanabileceği, alanında ilk olarak tanımlanan tematik bir Hanımlar Kıraathanesi, 2023 yılında hizmete açılmıştır. İçerisinde kadınların kitap okuyup sosyal etkinlikler yapabilecekleri, çay ve kahve içebilecekleri Hanımlar Kıraathanesi, bir Anadolu kentinden kültürel mirasa hizmet konusunda verilebilecek en güzel örnekler arasındadır.

Merkezden taşraya bütün memleket sathında resmî ve sivil teşebbüslerle yürütülen bu hizmetin toplum nezdinde müspet etkilerinin hissedilir derecede artması, kütüphanelerin, kültür evlerinin ve millet kıraathanelerinin kitap okuyanlarla dolmaya başlaması istikbâl için ümit verici olsa da, daha alınacak çok yol olduğu da kabul edilmelidir.