Cam kenarı

O çocuğu getirin, açın kilitli kapıları. Dudaklarına elma şekerleri bulaşacağı yaşta elleriyle savaşarak tanımasın kendini. Hatalarına bir gül verin, gülmeyi öğrensin. Cezaların çınlayan sessizliğinde büyütmeyin onu. Bir ninni söyleyin, arınsın gök gürültüsünden.

HEP ikindilerde gelir salıncak çeviren amcalar. Elleri nasır, saçları diken ve gözleri merhametten amcalar... Akşamın çökmeye nazlanan dinginliği hüküm sürerken kenar mahallelerde, ceplerinde ecir taşıyandır onlar. Kasketlerinin sekiz köşesinde sekiz ayrı telaşı dindirirler sokak sokak.

Karşı konulmaz bir heyecan sarar dört yanını annesinden izin koparanların. Ufukta görür görmez babalarına koşarlar bir iki kuruş kapabilmek için. Kahkahaların birbirine karışacağı yerde gözyaşları birikir yakalarda. Salıncaklar yaklaşır usul usul, son bir fırsat daha tanır nemli gözlerle yalvaranlara. Tüm bunların sonunda herkes istediğini alır. Gözyaşının gücünü keşfedenlerin en güçlü silahı artık budur.

Mesafeyi kapatmak için erkenden harekete geçenlerle birlikte sokağa girer salıncakçı amca. Fakat kimse farkında değildir yalnız odalarda bekleyenlerin. Pervazın kenarına bir suç işlemiş gibi mahcup ifadelerle gelip oturan çocukların varlığı pek kanıtlanabilir değildir. Her daim uslu duran çocukların her şeyin düzelebileceğine dair umutları menekşelerden bile hızlı solar cam kenarlarında.

İşlenmemiş bir suçun cezalısı kimdir? Ben değilim ama sen de masumsun. O çocuk da usul usul beklemekte hâlâ. Salıncaklar da dönüyor hiç durmadan. Kahkahalar, çığlıklar birbirine karışıyor kerahat vaktiyle alay eder gibi. Kolları uyuşmuş amca ses etmiyor, gocunmuyor çocukları uçtuklarına inandırmaktan. Fakat unutuyor herkes; biri içeride kaldı.

Herkes uçuyor. Bir tarafta çekirdeklerine dedikodu iliştirenler, diğer tarafta elindeki zarlara talihlerini yamayanlar; hiçbirinin ayağı yere basmıyor. Durmadan çevriliyor pedal, yılmadan dönüyor gökyüzü. Bir an olsun ara vermiyor kimse ardına bakmak için. Akşam çöküyor üstüne mahallenin. Aldırmıyor hiçbiri yağan çiğe. Islanıyormuş, ıslansın! Işık terk ediyormuş, etsin! İsterse gelmesin bir daha!

Gelsin! Durun, görün. Herkes eşit pay almıyor karanlıktan. Bazılarının dünyasına ışık sadece çatlaklardan sızıyor. Güneş başından ağmıyor cam kenarında solanların. Daha doğarken kirlenir elleri onların.

Mahcubiyet, ihtişamlı bir arma misali salınır boyunlarında. Denizlere savurmakla bozulmaz kara büyüler gibi. Reddettikçe büyür göğüslerinde.

Ovaladıkça yayılan kan lekesi gibi, kurtulmaya çalıştıkça daha da kuvvetli yapışır avuç içlerine. Uslu çocukların itirazları yoktur bu sebepten. Sebepleri de yoktur. Aslında onlar var mıdır, yok mudur?

Her yolu denedikleri hâlde kapılara boyları yetmez. Kucağa tırmanamaz, omuzlarda taşınamaz, pencerelerde fark edilmezler. Bir mahkûmiyetse bu, bir türkü yakılır mutsuz başlangıçlarına pembe hikâyelerin. Peşi sıra taşırlar bu sesi, bazen hayâlet, bazen memleket gibi. Yaka silktikten sonra kıyamayıp yerden toplanan memleket dizlerine battıkça, hep o pervaza çizilen resimlerle dolar rüyalar. Salıncaklar gelir, salıncaklar gider… Artık hep rüyalarda gelir salıncakçı amcalar.

Muhafızlara özenircesine kalır çocuk bıraktıkları yerde. Terk etmeyi hiç düşünmeden, bunu bir ihanet bilerek asla başkaldırmaz. Eğer uslu durmazsa hiçbir şey düzelmez çünkü. Saklambacına arkadaşı, masallarına annesi ve oyunlarına babası kalmaz. Onarılmaz yalnızlığıyla baş etmek için küçük kalır, küçücük kalır. Dünya büyür, dünya duymaz onu. Aldırmaz mücadelesine, hor görür.

O çocuğu getirin, açın kilitli kapıları. Dudaklarına elma şekerleri bulaşacağı yaşta elleriyle savaşarak tanımasın kendini. Hatalarına bir gül verin, gülmeyi öğrensin. Cezaların çınlayan sessizliğinde büyütmeyin onu. Bir ninni söyleyin, arınsın gök gürültüsünden. Durmasın çocuklar, dönsün yine gökyüzü. Bir bilet de ona ayırın, sığınsın gölgesine salıncakçı amcanın…