Çakallar Tepesi’nden Bimarhane’ye Amasya notları

İnsanı tarihin derinliklerine alıp götüren mekânlardan biri Arkeoloji Müzesi. İslâm dünyasında ilk ve tek olduğu söylenen 800 yıllık Müslüman mumyaları, Amasya Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. Bu mumyalar, dünyada iç organlarıyla birlikte mumyalanan tek örnek olarak kabul ediliyorlar.

AKŞAMIN alacakaranlığı, yerini yavaş yavaş geceye bırakıyordu. Tarih, 1 Ağustos 2019… Uyku tutmayacak kadar sıcak hava... Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Hopa ve Batum’un yol yorgunluğu var üzerimde. Sanki kirpiklerime kurşun asılıyordu. Henüz tanyeri ağarmadan bir nağme şöleni başladı. Güneş doğana kadar devam etti. Aman Allah’ım, nasıl bir ahenk bu! Birbirine nazire yapar gibi, birinin ardından diğeri başlıyor… Kuşların örtüşünden bahsediyorum. Aşk ve muhabbetle ötüyorlardı.

İçinde kanarya, bülbül, saka, karatavuk, üveyik, kumru ve serçe gibi tanıdığım kuş sesleri de vardı. Fakat sesler bu kuşların sesiyle sınırlı değildi. “Onlarca kuş, sesleri birbirine karışmadan hünerlerini icra ediyordu” desem abartı olmaz. Bu arada horozların hakkını da teslim etmek lâzım. Onlar da uzun uzun bas ve tiz sesleriyle kuş seslerine eşlik ediyorlardı fakat kuşların nağmeleri yanında çok eğreti kalıyordu.

Kuşları tanıyabilmek için konakladığım binadan dışarı çıkıyorum. Binanın ön tarafındaki terasa doğru yöneliyorum. Herkes uykuda, yalnız kuşlar uyanık ve erken kalkanlara unutulmaz bir mûsikî konseri sunuyorlar. Etrafı biraz gözlüyorum fakat çam ormanının derinliklerinden gelen ses icracılarını -birkaçı hâriç- göremiyorum.

Güneşin doğuşuyla kuşlar şöleni bitirdiler. Muhteşem bir şölendi. Sonra diğer canlıların uyanmasıyla ortamın sessizliği yavaş yavaş yerini ahenksiz seslere bırakmaya başladı. Karga sesleri hâriç, kuş sesleri gürültüler arasında kaybolup gitti.

Çakallar Tepesi’ndeydim. Çakallar Tepesi, Amasya şehir merkezine 3 kilometre uzaklıkta, dağın eteğinde, Çakallar Mahallesi’ndedir. Muhtemelen eski zamanlarda, buralarda insan yerine çakallar gezdiğinden bu ismi almıştır. Çakallar Tepesi’nde çam ağaçları arasına otel, motel ve pansiyon gibi konaklama tesisleri yapmışlar. Konakladığım mekân, “The Appele Palace”. Odası şehir tarafında olanlar daha şanslı, çünkü ışıl ışıl Amasya şehrini panoramik olarak seyretme imkânı var. Odası dağ tarafında kalanlar ise ancak ormanın bitiminden sonra kayaları izleyebilirler. Ben ancak dağlara bakabildim.

Bir ara otelin ismi kafama takıldı. Birçok özelliği olan Amasya’da bu otele neden Türkçe dışında bir ad verilir ki? Elbette bir sebebi vardır, fakat insan yine de düşünmeden edemiyor. “The Appele Palace” yerine pekâlâ Türkçe olarak “Elma Sarayı” denilebilirdi.

Otelin terası şehre hâkim bir konumda. Buradan Amasya’yı kuş bakışı seyredebiliyorum. Terastan Amasya Kalesi’ni, kayalara oyulan kral mezarlarını, Sultan Beyazıt Külliyesi’ni, uzanıp giden Yeşilırmak’ı, ırmak kıyısına inciler gibi dizilmiş yalı boyu ev ve tarihî konakları seyredebiliyorum.

Güzel bir şehir Amasya. Yeşilırmak vadisi üzerine, Harşena dağı eteklerine yerleştirilmiş bir tablo sanki. Amasya, Osmanlı’nın kara kutusu gibidir. Zira Osmanlı şehzâdelerinin, birçok bilim insanının, şair ve sanatçının yetiştiği önemli bir merkez olmuştur. Bu şehir, aynı zamanda efsanevî aşk hikâyesiyle edebiyatımızda önemli bir yere sahip olan Ferhat ile Şirin’in yaşadığı yer olarak da bilinir. Amasya, Hitit, Pers, Roma, Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı’ya da ev sahipliği yapmıştır. Amasya, etrafı dağlarla çevrili olduğundan oldukça sıcak bir şehir.

Artık Çakallar Tepesi’ne güneş indi. “Şehre sıcak inmeden ben ineyim” dedim ve şehir merkezine doğru yöneldim. Sıcak bastırmadan şehrin merkezindeydim. Bu şehir, ev sahipliği yaptığı eserler açısından âdeta bir açık hava müzesi. Örneğin Pontus krallarına ait olduğu söylenen Kral Kaya Mezarları, şehrin tarihine bir derinlik kazandırmaktadır. Bu mezarlar Harşena dağının eteklerine kayalar oyularak yapılmış. Oldukça büyük oldukları için uzaktan bakıldığında ön cephesi rahatlıkla görünebilmekte.

Yalıboyu evleri bir güzelin boynundaki gerdanlığa dizilen inciler gibi nehir kıyısında sıralanmış. Bu şehre ayrı bir güzellik katıyor. Bu evler, Yeşilırmak boyunca ahşap ve kerpiç dolgulu malzemelerle inşâ edilmiş. Osmanlı evlerinin bütün özelliklerini taşıyan bu evler, güzelliği yanında Amasya’nın tarihine ayrı bir değer katmaktadır. Bu evler, avlusu ve bahçesi olan yan yana tek katlı ya da iki katlı evlerdir. Günümüzde birçoğu otel, pansiyon, hediyelik eşya dükkânı, çay ocağı ya da lokanta olarak kullanılıyor. Ancak bazı evlerin yorgunluktan ayakta duracak mecâli kalmamış. Küçük bir sarsıntıyla yerle bir olacak durumda.

Amasya Kalesi ve etrafı

Şehrin merkezinin kuzeyinde yer alan Harşena dağının üzerinde inşâ edilen Amasya Kalesi, tarih boyunca pek çok milletin hâkimiyeti altına girmiş. Örneğin Pers, Pontus, Roma ve Bizanslılar döneminde birçok kez el değiştirmiş ve tahribata uğramış. Onu her ele geçiren onarmış ve sahiplenmiş. 1075’te Amasya’nın Türkler tarafından fethetmesiyle kale önemli bir onarım görmüş. On sekizinci yüzyıla kadar kullanılan kale, on sekizinci yüzyıldan sonra yavaş yavaş askerî önemini yitirmeye başlamış. Bugün İçeri Şehir (Hâtuniye Mahallesi), Kızlar Sarayı ve Yukarı Kale olmak üzere üç bölüm hâlinde ziyaret edilmektedir.

Terastan kubbeleri oba çadırı gibi görünen Beyazıt Külliyesi’nin yanındayım. Dört parçadan oluşan bu külliye, Amasya Valisi Şehzâde Ahmed’in babası Sultan İkinci Bayezid adına 1481-1486 yıllarında inşâ edilmiş. Bu yapı, erken dönem Osmanlı mimarisinin en önemli yapılarından biri olarak kabul edilir. Külliyede cami, medrese, imaret ve şadırvan bulunmaktadır. Külliye bugün hâlâ ayakta ve hizmet vermektedir. Mimar Şemseddin Ahmed, zâviyeli cami mimarisinin en güzel örneğini buraya inşâ etmiş. Caminin batı yönünde “U” şeklinde bir medrese, doğusunda ise “L” eklinde bir imarethane bulunmaktadır.

Medrese İl Halk Kütüphanesi, imaretin bir bölümü de Maket Müzesi olarak kullanılmaktadır. Külliyenin önemli bölümünü oluşturan İkinci Bayezid Camii’nin iki minaresi var ve minarelerin mimari özellikleri birbirinden farklı. Caminin giriş kapısının solunda kalan duvara yazılan “vav” hattı ise olağanüstü güzellikte. Caminin kapı tarafındaki şadırvan, külliyenin bütünlüğünü tamamlıyor.

Bu arada Fethiye Camii’nden bahsedilmezse olmaz. Fethiye Camii, Bizans İmparatoru Phocas’ın kızı Helena tarafından kilise olarak inşâ ettirilmiş. Danişmendli Fetih Gazi, burayı 1116 yılında camiye çevirmiş ve Müslümanlar için ibadethane yapmış. Kiliseden çevrilen Fethiye Camii, sade bir mimariye sahip ve Helena’dan kalan uzun bir tarihin tanığı.

İnsanı tarihin derinliklerine alıp götüren mekânlardan biri de Arkeoloji Müzesi. İslâm dünyasında ilk ve tek olduğu söylenen 800 yıllık Müslüman mumyaları, Amasya Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. Bu mumyalar, dünyada iç organlarıyla birlikte mumyalanan tek örnek olarak kabul ediliyorlar. Mumyaların, İlhanlılar döneminde Moğollar tarafından zehirlenerek ya da boğularak öldürüldükleri tahmin edilen Anadolu Nâzırı Şehzâde Cumudar, Amasya Emiri İşbuğa Noyan, Amasya’ya hükmetmiş olan İzzettin Mehmet Pervane Bey, eşi ve iki çocuğuna ait olduğu belirtilmektedir. İşbuğa Noyan ve Cumudar mumyalarının Selçuklu dönemine ait (1237-1247) Cumudar Türbesi olarak bilinen kümbetten çıkarıldığı, diğer mumyaların ise İlhanlıların Anadolu’daki siyâsî egemenlikleri zamanında Amasya Valiliği yapmış İzzettin Mehmet Pervane Bey’e, erkek ve kız çocuklarına ve cariyelerinden birine ait olduğu söyleniyor. Ayrıca müzede el yazması eserler, sikkeler, arkeolojik ve etnografik buluntular yer almaktadır. Özetle müze, üç bölümden oluşmaktadır: (1) İlhanlı Beyliği’ne ait mumyaların sergilendiği bölüm (4 çocuk, 4 yetişkinden oluşan toplam 8 Müslüman mumya burada); (2) arkeolojik bulguların yer aldığı bölüm ve (3) yöresel el sanatları ve yaşam hakkında bilgi veren eserlerin sergilendiği bölüm... Müzede en dikkat çeken bölüm, kuşkusuz mumyaların sergilendiği bölüm!

Bir efsane ve şehzâdelerin şehri Amasya

Amasya, cihanı yönetmeye tâlip olan şehzâdelerin, hayâllerini olgunlaştırdığı şehirlerden biridir. Yalıboyu’nun en eski köprülerinden Alçak Köprü ayağında, Kaya Mezarlarının bulunduğu dağın eteğinde, Yeşilırmak’ın kıyısında köhne sur duvarları üzerine kurulu iki katlı ahşap bina, Şehzâdeler Müzesi olarak kullanılmaktadır. Amasya’da yaşamış şehzâdelerin temsilî heykelleri ve dönemlerini yansıtan kıyafetleri burada yer almaktadır.  

Müzenin duvar ve tavanındaki desenler, hatlar, tezhipler, renkler, halılar ve süslemeleri görülmeye değer. Müzenin üst katında bulunan yedi heykel, şehzâdelik dönemini Amasya’da geçirdikten sonra Osmanlı tahtına oturmuş şehzâde ve sultanlara ait. Bunlar Yıldırım Bayezid Han, Çelebi Mehmet Han, İkinci Murad Han, Fatih Sultan Mehmet Han, İkinci Bayezid Han, Yavuz Sultan Selim Han ve Üçüncü Murad Han’dır.

Amasya Belediyesi, bütün bu şehzâdelerin büstlerini Yeşilırmak kıyısındaki gezi yolu üzerine dikmiş. Ben heykeltıraş değilim fakat “Büstler biraz daha estetik yapılamaz mıydı?” diye düşündüm. Alt katta bulunan beş heykel ise yine şehzâdelik dönemini Amasya’da geçirmiş ancak Osmanlı tahtına oturamamış şehzâdelere ait. Bunlar Kanunî’nin oğulları Şehzâde Mustafa ve Şehzâde Bayezid, İkinci Murad Han’ın oğulları Şehzâde Ahmed ve Şehzâde Alaeddin ve de İkinci Bayezid Han’ın oğlu Şehzâde Ahmed’e ait…

İnsanın sevgi uğruna neler yapabileceğinin sembolü olan Ferhat ile Şirin, Amasya’ya aşk, sevgi ve muhabbet katmış. Her ne kadar efsane olsa da Ferhat ile Şirin hikâyesine Amasya sahip çıkmış. Ne demişler, “At binenin, kılıç kuşananındır”. Belediye tarafından yaptırılan Ferhat-Şirin Âşıklar Müzesi, Ferhat ile Şirin’in heykelleri, Ferhat-Şirin mezarı, Ferhat Su Kanalı ve Ferhat-Şirin adına düzenlenen meydan, Amasya’ya ayrı bir güzellik katıyor. Ayrıca bu meydanda bulunan Amasya Valisi Ziya Paşa’nın 1865 yılında yaptırdığı Saat Kulesi de tarihi miraslardan biri olarak buraya değer katmaktadır.

Hazeranlar Konağı da görülmeye değer. Yalıboyu evlerinden biri olan bu konak, Yeşilırmak kıyısında sur duvarları üzerine 1865 yılında Amasya Mutasarrıfı Ziya Paşa’nın defterdarı Hasan Talat Efendi tarafından inşâ ettirilmiştir. Konağın “Hazeranlar” ismini almasının nedeni, konakta uzun yıllar Hazeran adında bir hanımın yaşamasıdır. Osmanlı döneminin tarihî izlerini taşıyan ve iki katlı ahşap çatkı arası kerpiç dolgulu konak, haremlik ve selâmlık olarak iki bölüm hâlinde düzenlenmiş. Günümüzde “Müze Ev” olarak ziyarete açık.

Bir beldede yetişen âlim veya inşâ edilen bir kurum, o çevreyi az ya da çok etkilemiştir. Bunu Amasya’da kurulan Büyük Ağa Medresesi için de söyleyebiliriz. Sultan İkinci Bayezid’in kapı ağası Hüseyin Ağa tarafından 1488 yılında yaptırılan Büyük Ağa Medresesi’nin mimarisi, Osmanlı medrese mimarisinden biraz farklıdır. Biraz Selçuklu mezar anıt mimarisini andırır. Selçuklu mezar anıtlarında görülen sekizgen plân şeması ilk kez bu medresede uygulanmıştır. Bu medrese, Amasya’da yüksek derecede eğitim-öğretim yapılan bir yer olmuş ve Taşköprülüzâde Mustafa Müslihiddin Efendi gibi birçok ilim adamı burada hocalık yapmıştır. Dolayısıyla Amasya, Osmanlı döneminde büyük bir ilim merkezi olmuş, pek çok bilim insanı, şair ve sanatçı yetiştirmiş. İlk Türk kadın Dîvân şairi Mihrî Hatun, Osmanlı’nın büyük cerrahlarından Sabuncuoğlu Şerafeddin, hattat Şeyh Hamdullah, tarihçi Âşık Paşa ve Fatih’in hocası Akşemseddin de bunlardan bazılarıdır. Bu yüzden Amasya’ya “Osmanlı’nın kara kutusu veya beyni” denilebilir.

Bu şehir, Evliya Çelebi tarafından “Şehirlerin Yücesi”, Fransız gezgin Perrot tarafından da “Anadolu’nun Oxford'u” olarak tanımlanmıştır (Mustafa Cambaz, Yeni Şafak, 2016).

Amasya Bimarhanesi, zamanın tıp fakültesi… Bimarhanenin giriş kapısının üzerindeki kitabeye göre medrese, İlhanlıların Amasya’ya hâkim oldukları dönemde, Sultan Olcayto ve eşi İldiz Hatun adına Anber Bin Abdullah tarafından 1308 yılında inşâ ettirilmiş. Dârü’ş-Şifâ ya da Bimarhane (hastane), Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde hastaları tedavi etmek ve tıp eğitimi vermek için kurulmuş. Burası, açık avlulu klâsik Selçuklu medrese plânına sahip bir tıp medresesi. Amasya Dârü’ş-Şifâsı, akıl hastalarının müzik ve su sesiyle iyileştirildiği ilk yer olarak kabul edilir. Bu özellik, burayı sadece Anadolu’daki değil, tüm dünyadaki hastanelerden ayıran önemli bir özelliktir.

Tarihin her döneminde adından söz ettiren Amasya, Millî Mücadele yıllarında da Mustafa Kemal’i ağırlamış. O, millî bağımsızlık hareketini yaymak, Erzurum ve Sivas’ta kongreler toplamak amacıyla bir genelge hazırlamıştı. Yeşilırmak kıyısında, Büyük Ağa Medresesi yakınında bulunan Saraydüzü Kışlası, Millî Mücadele hareketine ev sahipliği yapan bir yer. 21-22 Haziran 1919’da Mustafa Kemal ve arkadaşları bu binada toplanmış ve Amasya Tamimi’ni burada hazırlayıp imzalamışlar. Yakın tarihimiz açısından çok önemli olan bu bina, 1930’lu yıllardan sonra kaderine terk edilmiş ve 1935’te bir kısmı, 1944 yılında da tamamı yıkılmış. Amasya’yı ziyaret eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu bina için talimat vermiş ve 27 Ocak 2007’de Saraydüzü Kışlası’nın temeli atılmış. Altı ay gibi kısa bir süre sonra bina tamamlanmış ve 9 Haziran 2007’de resmî açılışı yapılmıştır.

Çakallar Tepesi’nden kuşbakışı seyrettiğim eserlerin yanına inip de yakînen tanıdığımda çok daha muhteşem olduklarını gördüm…