Çağlara gem vuran “mahşerin atlıları” (2)

Tüketim alışkanlıklarımızı, dinî ve siyâsî tercihlerimizi, taraftar tutkularımızı, izlediğimiz filmleri, takip ettiğimiz yazarları, okuduğumuz gazeteleri ve dergileri biliyorlar. Dünyaya yön veren liderlerin hareketlerini izliyorlar anbean.

Yeni dünya düzeninde yeni çağlar

“NEW world order” dediğimiz yeni dünya düzeninin egemen olduğu dönemdeyiz. Aslına bakılırsa, Yakın Çağ’dan sonra henüz dillendirilmeyen “yepyeni” çağlara şâhit oluyoruz.

Silahlanmaya ayrılan bütçelerin ve buna bağlı artan savaşların doğurduğu “sıcak çağ”… Silahların suskunluğa erdiği, birbirine mermiden tutun da atom bombası dahi yağdıran ülkelerin bloklaşarak ya da bir pakt etrafında örgütlenerek diş bilediği “soğuk çağ”…

Uzayın bâkir yüzeyine ayak basan insanoğlu, âdeta keşfin kapılarını da sonuna dek aralamış oldu. Bilgisayarla birlikte hayatımıza giren internet, devamında ağ üzerinde mektup ve telgrafın saltanatına son veren e-postaların hayatımızı kolaylaştırdığı “teknoloji çağı”… Graham Bell’in icadından kabloyu sökerek başlayan GSM akımına “akıl” nakli yapılarak ortaya çıkan ve bugün dokunmatik ekranlarda parmak izimizden bizi tanıyan, benlik hastalığı ile her şeyini paylaşmayı marifet saymış ve içinde X, Y ve Z kuşaklarının yer aldığı, sosyal uygulama programları ve çöpçatan siteleri ve algoritmaların cirit attığı “sosyal çağ”…

Sürücüsüz taşıtlar, bıçaksız ameliyatlar, düşünceyi okuyan bilgisayarlar, mutfaktan tutun da yatağa kadar giren, yürüyen, koşan, konuşan, hattâ satranç oynayabilen metal yığınlarının kurduğu ve otonom üretime geçişin başladığı, “Dördüncü Sanayi Dönemi” olarak da adlandırılan “robotik çağ”…

Pandemiyi avantaja çevirerek “Üzerinde virüs var” algısıyla kâğıt para saltanatını yer ile yeksan eden kripto para türevindeki elektronik paraların önünü açan “dijital çağ”…

Ve en nihâyeti, Koronavirüs ile karantinada küresel bir kıyamet tatbikatı yaşatan “salgın çağı”… Buna, yazarımız Servet Hocaoğulları’nın ifadesiyle “izole çağı” da diyebiliriz.

Bu çağlar semboliktir; arttırabilir ya da eksiltebilirsiniz. Yerlerini değiştirebilir, tek çatı altında da toplayabilirsiniz. Ama yaşadıklarımızın, hissettiklerimizin sanal gerçeklik yörüngesine oturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

İhtimâl, bir sonraki çağın adı da yazılıyordur: “Yapay çağ”… Üstelik “yapay zekâ” ile…

Hâdiselerin akrabalığı

Evet, bir Çin istilâsını andıran Koronavirüs salgını tüm kıtalarda cirit atmakta, korku imparatorluğu kurmakta, panik ve kaos havasıyla milyonları etkisi altına almakta oldukça başarılı. DSÖ tarafından “pandemi” olarak ilân edilmesinin ardından varsayımlar da peş peşe gelmişti “biyolojik saldırı” yahut “kıyamet alâmeti” şeklinde…

Seçenekler de, varsayımlar da fazlaydı ancak kaynağı ne olursa olsun, Allah’ın da her hâdisede olduğu gibi bu konu başlığında bir diyeceği vardı. O murâd buyurmadığı müddetçe yaprak kıpırdamaz, âmenna; ancak sebeplere müracaat edildiğinde, salgının bir “test” amacını barındırmış olma ihtimâlini de akıl süzgecimizden geçirmekte fayda var.

Denenen kıyamet tatbikatında oluşturulan algı operasyonu ile “yapay zekânın” gücü de test edildi. Reflekslerimiz ölçüldü, tesir altına girip girmediğimiz, paniğe kapılıp kapılmadığımız, ansızın gelen felâketler karşısındaki tepkilerimiz, sorunla mücadele azmimiz, çözüm üretme yeteneklerimiz, kriz süreçlerini yönetme yeteneğimiz, iktidar söylemleri ve önerilerine kulak kabartıp kabartmadığımız, ekonomik, sosyal ve kültürel sonuçları dâhil birçok veriye ulaşıldığı kanaatindeyiz.

İşin ilginç yanı, virüsün 65 yas üstünü yüzde 80’in üzerinde etkilediği… İnsanın aklına şu soru geliyor ister istemez: “Neden 65 yaş?”
Varsayım olarak şunu aklediyoruz: Yaşlı insanlardan arındırılan bir çağ hedefleniyor. Kültürel değerlerine bağlı yetişen son neslin temsilcileri, aslında yaşayan birer hâfıza… İhtimâl, hâfızamız siliniyor!

Dönemi tasvir edecek olursak; dijital paranın hâkim olduğu, her şeyin uzaktan hâlledilebildiği, uzaktan eğitim, uzaktan konferans, uzaktan haber, uzaktan konser gibi yeni konsept anlayışına imkân veren, “home ofis” diye de adlandırılan işi eve taşıma modeliyle insanı şehirden tecrit etmeye götüren çılgın bir çağ gördüğümüz.

Geçen hafta bir kısmını listelemeye çalıştığımız şirketlerin, kurucularının ve onları yöneten CEO’ların, kendi alanlarında kurdukları hâkimiyeti devam ettirirken “insanı” bir kobay olarak kullanmaktan çekinmediklerini, “Her şey insan için” demek yerine “Her şey ‘para’ için” dediklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yazımızın başında dile getirdiğimiz şekliyle, “Keşke bize ve bizden sonraki nesillere başka şeyler de öğretilseydi” çıkışı…

Evet, öğretilseydi şayet, bugün dünyayı yöneten gücün sehpa ayaklarından biri de biz olurduk. Dede Korkut’u, El-Harizmî’yi, Farâbî’yi, İbni Heysem’i, Birunî’yi, Ömer Hayyam’ı, İbni Sinâ’yı, Mimar Sinan’ı, İbni Rüşd'ü, İbni Arabî'yi, İbni Haldun’u, Yûsuf Has Hâcib’i, Kaşgarlı Mahmud’u, İmam-ı Gazalî’yi, Ahmed-i Yesevî’yi, Mevlâna’yı, Hoca Nasreddin’i, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Yûnus Emre’yi, Akşemseddin’i, Uluğ Bey’i, Pirî Reis’i, İsmail Fakîrullah’ı, Erzurumlu İbrahim Hakkı’yı, Hezarfen Ahmet Çelebi’yi, Kâtip Çelebi’yi, Evliya Çelebi’yi ve daha birçok ilim ve bilim insanını tarihin tozlu raflarına hapsetmezdik.

Dünyaya yön veren ama hak ve hakikatten ayrılmayan markalarımız olurdu!

Üç kıtada altı yüzyıl iz bırakan ecdâdın devamına çok iş düşüyor. Son çeyrek yüzyılda bu alandaki eksikliğimiz bâriz bir şekilde hissedilmiş olduğundandır “yerli ve millî” taleplerin çoğalması ile bu doğrultuda atılan emin adımların semere vermesi ve bizleri gururlandırması…

TOGG, yolların efendisi olacak. İHA ve SİHA’larımız ise göklerin kartalı… Sırada asrın illeti, Çin menşeli Koronavirüs var. Elde edilecek sonuç, inşallah tüm insanlığa umut olacak!

Sosyal medyanın güvenilirliği

Elimizden düşürmediğimiz akıllı oyuncaklarımıza yüklemek istediğimiz her uygulama öncesi bizden istenen ve onaylamamız gerekenleri; kredi alırken önümüze dayatılan küçük harfleri, okumaya vakit ayıramadığımız ağır sözleşmelere benzetiyorum.

Ücretsiz ve kullanışlı gelen uygulamalara erişim için seçenekleri işaretlemekten başka çâremiz kalmıyor. Attığımız adımı sayıyorlar, nerede ne yaptığımızı, hangi konumda ve kimlerle yan yana olduğumuzu, kimin gıybetini yaptığımızı, kimin kuyusunu kazdığımızı biliyorlar.

Bununla yetinmiyor, kalp atım hızımızı, hangi hastalıkla mücadele ettiğimizi biliyorlar. En önemlisi de, zaaflarımızı biliyorlar! Bırakın parmak izimizi, retinamızdan bizi tanıyorlar.

Tüketim alışkanlıklarımızı, dinî ve siyâsî tercihlerimizi, taraftar tutkularımızı, izlediğimiz filmleri, takip ettiğimiz yazarları, okuduğumuz gazeteleri ve dergileri biliyorlar. Dünyaya yön veren liderlerin hareketlerini izliyorlar anbean.

Bilgilerimiz onlarda, seslerimiz onlarda, cüzdanlarımız onlarda, alışkanlıklarımız onlarda, sırlarımız onlarda, kimin kimle kavgalı olduğunu ve küs kaldığını biliyorlar. İftiraları ve ihtirasları barındıran tüm verileri daha sonra kullanmak üzere arşivliyorlar.

Sadece paramızı değil, neslimizi, dinimizi, dilimizi, hayâllerimizi yarınlarımızı elimizden aldılar. En değerli çağımızı, gençliğimizi çaldılar.

Sigara, alkol derken uyuşturucunun, kumarın, çarpık ilişkilerin normal gösterildiği, küfrün havada uçuştuğu, tüketim odaklı, reklâma dayalı sınırsız harcamanın, tekli yaşamın ve eşcinsel bir tercihin, ünlü ve şöhret sahibi olmanın köpürtüldüğü plâtformlarda “Youtuber” ve  “TikToker” olarak adlandırılan yeni yetmeler, çocuklarımızı emanet ettiğimiz dadılara dönüştüler.

Kâhinlerin konuşturulduğu çağlardan bugüne erdik ama “Mesih indi inecek, Deccâl gelecek, kıyamet kopacak” söylentileri ile felâket tellallığına soyunanalar yine korku saldılar dünyalıya…

Ciddiyetten ırak, şakaya ve mizaha dayalı videolar, filmler türedi. Bizde de durum farklı değil! Mizah sektörüne yön veren üç beş sinema sanatçısı (!) ile yapımcısı, siyasetçileri, bürokratları, devlet memurlarını ve imamları senaryolarında “kötü” göstermeye ve itibarsızlaştırmaya yelteniyor.

***

Kıyametin konuşulduğu zamanda “mahşerin atlılarını” yazmasak olmazdı!

Açıkçası akıllı evler, arabalar, telefonlar, saatler ve şehirlerden sonra pandemi ile mücadele sırasında Çin, Güney Kore, Singapur, Tayvan, Hindistan ve İsrail'den sonra ülkemizde de kullanılan ve Covid-19 hastalarının aplikasyondan dijital olarak takip edileceği “Hayat Eve Sığar” isimli uygulama birer ipucu hükmünde. Çok yakın gelecekte üzerine birer çip takılı ve yarı robota dönersek, şaşırmayalım. Bu da bizi korkutmuyor değil!
Son söz, GSM operatörlerinin, sosyal medya plâtformlarının, e-postaların güvenirliliği hususunda olsun: Her ne kadar “uçtan uca şifrelenmiş” olsalar da bu husustaki şüphelerimiz giderilmiş değil. Ve kim ne dersin desin, mahşerin atlıları ile istihbarat servislerince sübvanse edilmekteler…

“Hadi canım sende!” diyorsanız, ben, “Elma var” diyorum, siz yokluğunu ispat edin…

Evde kalın, sağlıcakla kalın…