Çağın yeni mesleği “boş konuşmak”

Bir bakıyorsunuz, podyumlara el uzatmış da senenin favori renklerini tüyo veriyor; bir bakıyorsunuz, İstanbul Sözleşmesi’ne, kadın cinayetlerine değiniyor... Bir gün Fenerbahçe-Beşiktaş maçını değerlendirirken, ertesi gün Koronavirüs salgını hakkında ahkâm kestiğini görüyoruz. Başka bir yerde “yeni anayasa” çalışmaları hakkında yorum yaparken, diğer kanalda İbo Show’a uzanıp racon kesiyor…

DİL, insanın beş duyu organından biri ve etkili bir iletişimin de vazgeçilmezidir. Dili kullanmada mahir olanlar hem dertlerini anlatırken, hem de taleplerini iletirken açık ara önde bulunurlar.

İnsanoğlu, asırlardır bu kural dâhilinde hayatını idâme ettirdi. Hangi dinin mensubu olursa olsun ve hangi dili kullanırsa kullansın, bilgi, birikim ve tecrübelerini bu metot sayesinde aktardı.

Günümüz teknolojisi, başta iletişim olmak üzere birçok alanda insanoğluna hız, kolaylık ve konforun yanında özgürlük de bahşetmiş durumda. Bilgiye de, insana da hızlı ve kolay ulaşma, seneler süren zorlu eğitim öğretim sürecini kısaltarak, “kestirme” sayılabilecek tali yollara sevk etmiştir.

Gözleme dayalı uygulamalar barındıran sosyal mecradaki bu hareketlilikte “söz sahibi” olanların sayısı giderek artmaktadır. Dikkat çeken bu artış, beraberinde bilgi kirliliğini de getirmektedir. Bir konuda “uzman” olanların, sair zamanlarda bambaşka konularda fikir beyan ettiklerine de şahitlik ediyoruz…

Özel televizyon kanallarının hayatımıza girdiği dönemde, ekranlarda sıklıkla gördüğümüz gazeteci, yazar, sosyolog, siyâset bilimcisi, şehir plânlayıcısı, ekonomist, hukukçu, çevreci, spor yorumcusu, deprem uzmanı, astrolog gibi bugün internetten beslenen sosyal medyadaki isimlere bakıldığında, “azınlık” hükmünde kaldıkları görülür.

İlginç olan, aynı çehrelerin kanal kanal gezmesi, aynı söylemleri başka bir programda yine aynı üslûp ile dile getirmiş olmasıdır. Hakeza, “ünlü” ya da “fenomen” olmanın şımarıklığıyla sesini yükseltmesine, kendini otorite görmesine, başka bir isme tahammül edemeyişine tanığız.

Bir bakıyorsunuz, podyumlara el uzatmış da senenin favori renklerini tüyo veriyor; bir bakıyorsunuz, İstanbul Sözleşmesi’ne, kadın cinayetlerine değiniyor...

Bir gün Fenerbahçe-Beşiktaş maçını değerlendirirken, ertesi gün Koronavirüs salgını hakkında ahkâm kestiğini görüyoruz. Başka bir yerde “yeni anayasa” çalışmaları hakkında yorum yaparken, diğer kanalda İbo Show’a uzanıp racon kesiyor…

Bazen Ayasofya’nın açılışını ele alıyor, bazen siyâsî bir partinin kapatılışını… Suriye’de devam eden iç savaş da, Myanmar’daki askerî darbe de onun rastgâhından dışarı çıkmıyor.

Kâh kabîne değişikliğinden bahsediyor, isimler fısıldıyor kulak kabartanlara, kâh ekonomist havasıyla Merkez Bankası politikalarına yön vermeye kalkıyor. Ya da altın ve dövizin yükselen ateşine sirke sürüyor…

Karıştıkça karışıyor işler

Bırakalım, herkes kendi işini yapsın! Meselâ karlar erisin, cemreler düşsün, mevsimler “bahar” taşısın zamana, güneş de sabaha ışık...

Bizde az olan sabırmış meğer, hiç olmayan ise kanaat... Çok olan da belli; benlik duygusu, şaşaalı yaşam ve nemelazımcılık… Tüm bunların müsebbibi ise “cehalet”…

Bizi uzaya çıkaracak, Mars’a ulaştıracak, dünyaya yön verecek ve ülkemizi ayağa kaldıracak yol, “Oku” emrine kulak veren neslin “yeniden” branşlaştırılmasından geçiyor.