DİL, insanın beş duyu
organından biri ve etkili bir iletişimin de vazgeçilmezidir. Dili kullanmada
mahir olanlar hem dertlerini anlatırken, hem de taleplerini iletirken açık ara
önde bulunurlar.
İnsanoğlu,
asırlardır bu kural dâhilinde hayatını idâme ettirdi. Hangi dinin mensubu
olursa olsun ve hangi dili kullanırsa kullansın, bilgi, birikim ve tecrübelerini
bu metot sayesinde aktardı.
Günümüz
teknolojisi, başta iletişim olmak üzere birçok alanda insanoğluna hız, kolaylık
ve konforun yanında özgürlük de bahşetmiş durumda. Bilgiye de, insana da hızlı
ve kolay ulaşma, seneler süren zorlu eğitim öğretim sürecini kısaltarak,
“kestirme” sayılabilecek tali yollara sevk etmiştir.
Gözleme
dayalı uygulamalar barındıran sosyal mecradaki bu hareketlilikte “söz sahibi”
olanların sayısı giderek artmaktadır. Dikkat çeken bu artış, beraberinde bilgi
kirliliğini de getirmektedir. Bir konuda “uzman” olanların, sair zamanlarda
bambaşka konularda fikir beyan ettiklerine de şahitlik ediyoruz…
Özel
televizyon kanallarının hayatımıza girdiği dönemde, ekranlarda sıklıkla gördüğümüz
gazeteci, yazar, sosyolog, siyâset bilimcisi, şehir plânlayıcısı, ekonomist,
hukukçu, çevreci, spor yorumcusu, deprem uzmanı, astrolog gibi bugün
internetten beslenen sosyal medyadaki isimlere bakıldığında, “azınlık” hükmünde
kaldıkları görülür.
İlginç
olan, aynı çehrelerin kanal kanal gezmesi, aynı söylemleri başka bir programda yine
aynı üslûp ile dile getirmiş olmasıdır. Hakeza, “ünlü” ya da “fenomen” olmanın
şımarıklığıyla sesini yükseltmesine, kendini otorite görmesine, başka bir isme
tahammül edemeyişine tanığız.
Bir
bakıyorsunuz, podyumlara el uzatmış da senenin favori renklerini tüyo veriyor;
bir bakıyorsunuz, İstanbul Sözleşmesi’ne, kadın cinayetlerine değiniyor...
Bir
gün Fenerbahçe-Beşiktaş maçını değerlendirirken, ertesi gün Koronavirüs salgını
hakkında ahkâm kestiğini görüyoruz. Başka bir yerde “yeni anayasa” çalışmaları
hakkında yorum yaparken, diğer kanalda İbo Show’a uzanıp racon kesiyor…
Bazen
Ayasofya’nın açılışını ele alıyor, bazen siyâsî bir partinin kapatılışını…
Suriye’de devam eden iç savaş da, Myanmar’daki askerî darbe de onun
rastgâhından dışarı çıkmıyor.
Kâh
kabîne değişikliğinden bahsediyor, isimler fısıldıyor kulak kabartanlara, kâh
ekonomist havasıyla Merkez Bankası politikalarına yön vermeye kalkıyor. Ya da
altın ve dövizin yükselen ateşine sirke sürüyor…
Karıştıkça
karışıyor işler
Bırakalım,
herkes kendi işini yapsın! Meselâ karlar erisin, cemreler düşsün, mevsimler
“bahar” taşısın zamana, güneş de sabaha ışık...
Bizde
az olan sabırmış meğer, hiç olmayan ise kanaat... Çok olan da belli; benlik
duygusu, şaşaalı yaşam ve nemelazımcılık… Tüm bunların müsebbibi ise “cehalet”…
Bizi uzaya çıkaracak, Mars’a ulaştıracak, dünyaya yön verecek ve ülkemizi ayağa kaldıracak yol, “Oku” emrine kulak veren neslin “yeniden” branşlaştırılmasından geçiyor.