BİR
hanendenin peşinde koştuğundan, lahuti sedayı işitmiyor insanlar. Kara delikler
gibi ene, her şeyi yutup kendine benzetmekte Everestleşmiş. Düşünceler,
masivanın masiyet kokan sokaklarında dolaşmakta. Hayallerin, hülyaların bindiği
Burak’ın zimamı, beşeri salâtta iken bile miraçtan alıkoymakta. Gözler Karanî
gibi bakmıyor; gönüller agâh değil Karanî gönüllerden yükselen “âh”tan…
Bu ahval içerisinde çağın Ayşeleri, Fatmaları,
Rahimeleri, Rabiaları, Safiyeleri ve Meryemleri ile başlayalım kelama, bakalım
kelamdan ne düşer kaleme…
Ve Sen!.. Nur ve Ahzab’ın esintilerini dameninde cem
etmiş olan Sen! Neyin sancısını çekiyorsun? Mazinin acı hatıraları, bugünün
keşmekeşi ya da dipsiz kuyulara attığın geleceğin korkuları mı doldurdu bedenin
mabedini ki gözlerinin karasından, yani ziyasından sağanak sağanak soru
işaretleri boşalmakta? Kevser havzından beslenen, ervahında ve menakıbında
masivaya yenilip masiyete düşme ve Mevla’ya yüz çevirme korkusundan mı Firdevsâsa
bir iklim oluşturan ümide tevessülün ve bu ümidin kaynağı Zülcelal’e teveccühün
olduktan sonra, geçmişin elemleri, bugünün keşmekeşi ya da geleceğin
korkularıyla dağidâr olmana ne gerek var? Sen ümide ve ümidin kaynağına sarıl!
Siretinden suretine akseden o beşaretten doğan şemsin
şuaları dameninde inci mercan parıltıları oluştururken, radyasyon yayan
bakışlar damenine çullanmakta, sen de bundan bîhaber ağyarla yarenlik
etmektesin…
Ve cevaplamayacağını bildiğim birkaç soru…
Ruhunda mahz’ın mayası dolaşırken, o menfezlere
neyin ziyası doğmakta? Gözlerinin karası kılavuzluk ediyor mu akına? Ve bir “elif”
gibi “nun”un semtinde mi konaklamaktasın? Yoksa birini diğerine köprü
edemediğin iki “nun” arasında mı çalkalanıp durmaktasın? Tüm sorular kendi
içinde helezonlar yaratırken, bir parantez açmasını isteme satırların
sahibinden!
Sen! Dönüp dururken masivanın sokaklarında bolca
maveranın ünlemlerine kulak ver ki masiyetin tiksindirici cızırtıları
menakıbına silemeyeceğin noktalar koymasın… Zaman ve mekân algılarının emmare
çalımlarla iradenin duvarlarında gedikler açtığı bir deveranın safiyesi olan Sen!
Çırpınışın ve dirilme arzun ruhundaki hangi dehlizden fışkırıyor? Yüreğinin
dümeni hangi muallimin elinde ufka yön vermekte? Gönül dünyanın manşeti neyin,
kimin mihmandarı ve neyi, kimi tân etmekte?
Vahdete vesile olacak vefiki, refiki Kaf dağının
ufuklarında hayal ederken, damenine duçar bir Kıtmîr’in gölgesi dibine düşmüş
olmasın? Herkes anbean zaman ve mekân algılarından emare çalımlar yiyip ofsayta
düşerken, sen ruhunun magmasına İbrahimî bir tavır ve İsmailî bir düşünceyle
ilerle ki esbabın sükût ettiği, Hızır’a ihtiyaç duyup çırpındığın yerde Zemzem’i
bulabilesin...
Omzunda iki müfettiş anbean çeteleni tutarken, yapıp
ettiklerinin müsebbibi nefsin mi? Yoksa melekuttan bir sezgi mi? Cümlelerin
esmadan bir hakikat mi? Yoksa diyalektiğin ham meyvesi, diyalektiğin bencesi mi?
Sekr'in sek'ten, şekvadan, şüpheden mi? Yoksa ubudiyetin Everest’inden mi?
Anbean soluklandığın hayat, ne kadar sıkı tutsan da ellerinin arasından kayıp
gidiyor bu dünyanın tek gerçek hakikatine, yakine, yani ölüme...
Neyin telaşındasın?
Senden uzak olsa da bazılarının hanı, hamamı, endamı,
hatta gufranı dahi esmasızdır. Belkıs kadar dahi direnme, in tahtından,
pusulanı ayarla Süleyman’ın semtine, besmelelerini hüsnayla bütünleştir ve şekvanı
da şükrünü ettiğin kapıya et ki bulduğun Zemzem’den kana kana içip ciğerlerine
hayat üfleyebilesin...
Sen!.. Şefkatin ve merhametin Rahime’si olan Sen!
Neyin telaşındasın? Düşüncelerini hangi vuslat duygusu şekillendiriyor? Hayallerini
hangi ufkun manzaraları biçimlendiriyor? Şükrün Meryem, şekvan Rahime lisanınca
mı? Neyin Kıtmîr’isin? Ellerinin ayası nereye bakıyor? Tasa ve kaygılarının
membaı, masivaya yenilip masiyete düşme ve Mevla’ya yüz çevirme korkusundan mı
geliyor? Gözlerini yumunca neyi temaşa edersin? Masivaya yenilip masiyete düşme
ve Mevla’ya yüz çevirme korkusundan mı Firdevs’te dolaşır, Mev’a’da gezinirsin?
Tuba’dan bir salkım alıp Kevser’den su mu içersin? Yoksa tauna düşmekten
korkar, ümitlerini taze tutmak için önce kıyama durur, sonra iki büklüm olup
secdeye mi varırsın? Yoksa bir Yusuf’a Züleyha’lık mı edersin?
Masiyetin binbir dalavere ile beşerin dimağı ve
gönlündeki duvarlarını kerahetin süslü boyaları ile boyadığı ve Afrodit diye
nazarlara sunduğu bir hendese içerisinde rahlesi renk atmamış, boyası duvaksız,
duvağı boyaksız, sureti siretinin adesesiyle ru’yete gölge düşürmüş çağın Rabia’sı
olan sen, suizannının mağruru olanlara nispeten hüsnüzannının mağlubusun!
Hemdem olduğun düşünceler, soluklarındaki semavi hava, dameninde “Nur”dan bir
satır ve “Ahzab”dan bir paragraf, marifete dem tutmakta… Düşüncelerin
gevezeleşip mitralyözler gibi hakikati kesip biçtiği bir zamanda eyyama
yalakalık edenlere karşı hakikatin balyozu, Zülfikâr’ısın sanki…
Kendi kendine ram olup kendi kendini zayi eden, “kaf”
ve “nun”a, yani “kün”e kazan kaldırmış, kerihlere inatla kendini kendinde
aşmış, kendi kendine efendi olmuş, kendinde marifeti bulmuş, “abd”ine İsmail
gibi tereddütsüz, çağın cezbedarlarına karşı da Rabia gibi gönülsüzsün…
Rahman’a ulaşma telaşı sarsmıyorsa sineni, vuslatın da
vahdete vesile olacak bir mihmandara değilse, hayallerinin ve düşüncelerinin
zimamı Süleyman yerine bir Yezid’in elindeyse, “Nun” semtinde gayyalar seni
kendine çekip almak istiyorken Yusuf’un Kıtmîr’i değilsen, ilk bir ciseyle
başlayan ve sonra yağmura, sonra doluya dönen heveslerin marifeti tahtından
indirip menakıbında hüküm sürüyorsa, ellerinin ayası semaya nazar etmiyorsa,
masivaya yenilip masiyete düşme ve Mevla’ya yüz çevirme korkusu ümitlerini
törpüleyip bedenin mabedinde kaygı ve tasa hâsıl etmiyorsa, masiyete düşme ve Mevla’ya
yüz çevirme korkusu Firdevs’ten bir manzarayı hayallerine yorgan yapıp üstünü
örtmüyorsa, üç öğün aşının arasına beş vakit yakarışlarını serpiştirmiyorsan ve
sana uzanan Süleyman fermanına Belkıs gibi boyun eğmiyorsan, şükrün Meryemce
değildir senin ve şekvan da Rahime’nin dudağından dökülenlere benzemiyordur!
Acılar çeşminde katarakta dönüşüp ellerinin ayasını ıslatmıyorsa Nuh gibi yenik sayacaksın kendini. Âdem’in pişmanlığına bürünecek, Yunus gibi aczini haykıracak, İsmail gibi teslim olacak, Eyyub gibi sabredecek, Yusuf gibi meyletmeyeceksin meyletmek istediğine ve kendi kendine Süleyman olacaksın ki sekr’in de, şekvan da, şükrün de sana Lokman ola!