Çağa sunduğumuz bir medeniyet teklifimiz yokmuş!

Suçluyu bulup öldürecek silahı icat etmek için hiç uğraşmıyoruz. İnsanların topluca öldürülmesi konusunda ne hukuk, ne medya, ne edebiyat çalışması yapıyoruz. İnsanları topluca katleden ülkelerin insanlarını bilinçlendirmek için hiç çaba sarf etmiyoruz. Sonra da kalkıp “Bu çağa medeniyet teklifi yapmıyoruz” diyoruz. Fıtrî davransak, fıtrata hitap etsek, fıtratı savunup yaygınlaşmasını sağlasak, evrenin en muhteşem medeniyet teklifini yapmış oluruz.

NEREDEN çıktı bu mesele? Her şey yerli yerinde, yolunda, sisteminde, düzeninde giderken, medeniyetimizde bir sorun mu var da “çağa bir medeniyet teklif etmek” diye bir konu gündeme geliyor?

Evet, Batı medeniyetiyle oluşan kültürümüzde sorun var. Eğitimde sorun var. Sanatta sorun var. Bilimde, üretimde, siyasette, toplumsal konularda, hâsılı insanın söz konusu olduğu her sahada sorun var. Deniz bitti. Kimi derslik yapmakla eğitim sorununu, kimi standardizasyonla üretim sorunlarını, kimi de para dağıtarak toplumsal sorunları çözmeye çalışıyor.

Sorunların kökenine inmek için “Peki o neden, bu neden?” gibi soruları arka arkaya sorunca, meselenin, aslında bir medeniyet meselesi olduğu anlaşılıyor. Bu meselelere kafa yoran bazı dostlarımızın bir iddiası ise, bizim yani Müslümanların bu çağda bir medeniyet teklifi olmadığı şeklinde. Acizane tespitim odur ki, bizim medeniyetimiz hâlen geçerli, halen dipdiri ve dimdik ayakta! Tek eksiğimiz, medeniyetimizi güncelleyip haklı durumumuzu güçle koruyamamaktır.

Dünyayı, evreni, hayatı, insanı inançla anlamlandırıyoruz. Biz Müslümanlar her şeyi Bir, Biricik, Mutlak Güç ve İrade Sahibi Allah’ın yarattığına inanıyoruz. Bu bakışla her şeyi görüyoruz. Güneş, dünya, balık, maymun, insan, bakteri veya virüs, bize göre tesadüfen ortaya çıkmış değildir ve her birinin -anlasak da, anlamasak da- var olmalarının bir hikmeti vardır. Bu hikmeti anlamaya çalışmamız, elbette meşru ve doğru bir çabadır. Bunun karşılığında, şu an geçer akçe olan ve her şeyi anlamlandırmamıza dayanak teşkil eden inanç nedir? Evrenin tesadüfen meydana geldiği, arka plânda bir akıl olmadığı ve dolayısıyla birtakım şeylerin yanlış geliştiği ve bunları düzeltmek gerektiği mi? Bunlar zamanla düzeltildikçe, “gelişme” denen şeyin olduğu şeklinde bir inanç oluşuyor.

Geçer akçe olan inancın mensupları, 18 ve 19’uncu yüzyıldan itibaren gece gündüz çalıştılar ve ciddî bir güç elde ettiler. Güçlü olunca da onların inançları ve yaklaşımları doğruymuş gibi kabul edilir oldu. Medeniyetimizin gölgede kalmasının en önemli sebebi ise, güç konusunda kendimizi güncellemekte beceriksiz oluşumuzdur. Güçsüz olunca, tabiîdir ki savaşlarda yenilmişizdir.

Trajikomik bir şekilde süreç başlamış, önce güçlü olmak için “Batı’nın tekniklerini alalım” denilmiş, sonra tekniklerini alıp uygulamak için yetişmiş elemana ihtiyaç duyulmuş, eleman yetiştirmek için okullar açılmış, okullarda teknikleri doğru anlamak için Batı’nın materyalizme dayalı pozitivist felsefe ve inançları öğretilmiş, bu felsefe ve inancın öğretildiği öğrenciler öğrendikleri şeylerin dünyanın doğruları olduğunu sanmışlar… Ve bu şekilde yetişen teknisyenler iktidara gelmiş ve iktidara gelen Batı medeniyetinin materyalist inanç ve felsefelerini benimsemiş kişiler, millete kendi medeniyetimizi unutturup şu an başarısızlığı belgelenmiş olan Batı medeniyetini dayatmışlar. Bugün bize komedi gibi gelen “Şu okullar olmasa Millî Eğitim’i idare etmek kolaydı” sözü, ne acıdır ki o çatışma sebebiyle söylenmiştir.

19’uncu yüzyılda kendi medeniyetimize göre ve kendi medeniyetimizi öğreten medreselerin yanında Batı medeniyetini öğreten eğitim kurumları da açılıyor ve bunlara “okul” deniliyor. O zamanlar Fransız etkisi yüksek olduğu için Fransızcada okul anlamına gelen “ekol” kelimesinden çağrışımla bu adın verildiği tahmin ediliyor. Bu ekollerde yani okullarda kendi değerlerimize karşı çıkıldığı gibi, kendi değerlerimizin bizi geri bıraktığı, bir an evvel Batı değerleriyle yer değiştirilmesi gibi yaklaşımlar da ortaya çıkıyor ve hatta yoğun çalışmalar yapılıyor. Tıbbiyeler bu konuda başı çekiyor. O zamanlar Eğitim Bakanı Emrullah Paşa, Batı eğitimini veren ekolleri yani okulları kastederek, bize şimdi komik gelen fakat o zamanlar medeniyetimizin elimizden uçup gidişini anlatan yukarıdaki o meşhur sözü söylüyor.

Bugün öyle çok Batı medeniyetine girdik ki, bu acı söz, bizim dünyamızda farklı bir anlama gelmeye bile başladı. Sadece bu kadar mı? Şu an “bilim” denen yöntemler grubu o kadar ilâhlaştırıldı ki “bilimsel bir çalışma” deyince akan sular duruyor. Bu büyüklükteki bir çelişkiler bütünü nasıl oluyor da böyle ilâhlaştırılıyor, aklım havsalam almıyor!

Kendi fikir ve inançlarını bilim üzerinden yutturmaya çalışanlar, bilime işi gücü bıraktırdılar, falcılık-yargıçlık yaptırmaya başladılar. “Bilim” dediğiniz şey, bugün böyle söyler, yarın başka söyler. Onun ipiyle kuyuya inilir, öbür dünyaya gidilir mi?

Bilim her şeyden önce der ki, “Söylediğim her cümle, yaptığım her açıklama, söz söylediğim, açıklama yaptığım zamana kadar geçerli olan şeylerdir. Açıklama yaptıktan iki dakika sonra farklı bir bulgu çıkar, keşfedilir, ben de açıklamamı değiştiririm”. Meselâ bilime göre bugüne kadar güneş hep doğudan doğmuştur fakat yarın da doğudan doğacağı mutlak ve kesin değildir, sadece ihtimâldir. Bu kadarını dünyada herkes söylüyor. Bilimsel çalışmalar tabulaştırılıp ilâhlaştırılmasa ve “hikmet anlama” boyutunda bırakılsa, daha gerçekçi ve doğru bir yaklaşım olurdu.

Batı medeniyetinin sorun çözme yöntemi başlı başına bir komedi! Güya bir sorunu çözüyor, sonra o çözüm yönteminin yol açtığı sorunları çözmek için birçok çözüm üretme durumunda kalıyor. Kardeşim, çözmesen o problemi, daha iyiydi!

Bundan sonra Batılı yöntemlerle sorun çözmeye kalkışanlara, “Yalvarırım bu sorunu çözmeyin! Sizin çözümleriniz problemi aratıyor ve başımıza belâ oluyor” diye bazı şeyler söylenirse, şaşmayın. Marketten, pazardan alınanları taşıma meselesi… Çözüm için naylon poşet icat ettiler. Şimdi de naylon poşet kullanılmasını engellemek için kampanyalar yapıyorlar. Yahu kardeşim, bizim filemizin nesini beğenmediniz de başımıza çevre kirliliği belâsını aştınız!

Seri üretimle kıyafet üretimi meselesi... Hani bol üretilip ucuz olacaktı? Bol ürettiniz de ucuz mu şimdi? Tekstil işçisine ne veriyorsunuz? 10, 20 dolara köle gibi çalıştırmak için ülke ülke geziyorsunuz. Bir takım elbise 400 lira; bir terzi ayda 4-5 takım elbise yapsa, sizin verdiğinizden daha fazla parayı yine kazanır. Üstelik kendi kendinin patronu olur. Hem gayriinsanî şartlarda da çalışmamış olur. Ben de müşteri olarak adam gibi üstüme uyan, yakışan, bolca tercihimle belirleyebildiğim bir takım elbiseye sahip olurum. Onu da 10-15 sene giyerim.

Hâsılı, Batı medeniyeti çözümleri, birer sorundur. Bu yöntem ve uygulamalar  “medeniyet teklifi” olamaz. Olsa olsa bazen zorla, bazen algı yönetimi, bazen hile, bazen istismarla kabul ettirilmiş uygulama ve yöntemlerdir.

Terzime gidip kendime göre elbise diktirdiğimde, “medeniyet” dedikleri şey çöker. İşte o yüzden terzi olmayı, çıraklık sistemini yok ederek, esnaflık ve zanaatkârlık kültürünü mahvederek ortadan kaldırdılar ki kendi zararlı medeniyetlerini bizler sürdürebilelim. İnanıyorum ki, cümlelerim şöyle cahil sınıf bir anlayışla anlaşılmaz: -Bir komplo teorisiyle- “Siyah çantalı, kasketli adamlar terzileri ortadan kaldırmak için sokak sokak gezdiler.”

Tabiî ki böyle olmadı. Batı medeniyetinin “en iyi medeniyet” olduğunu dayattılar ve “Kendinizle ilgili önceden olan her şey yanlıştır” anlayışıyla kendimize yok ettirdiler. Bizler de esnaflık sistemimizden zanaat yöntemlerimize, ilim ve irfan yöntemlerimizden geleneklerimize, alfabemize, kıyafetimize, yiyecek-içeceklerimize, öğünlerimize dek her şeyi değiştirdik.

Malûmunuz, en temeldeki inanca dayanarak medeniyet, bu medeniyete dayanarak kültür, kültüre dayanarak duygularımız, düşüncelerimiz ve davranışlarımız ortaya çıkar. Bizim sıkıntımız şu: İnanıyoruz ama inancımıza uygun medeniyet sahalarında (bilim, sanat, mimari, edebiyat, siyaset, hukuk) hiç çalışmıyoruz. Hemen Batı medeniyetini taklit ediyor, onun dinamiklerine ve ilkelerine uygun çalışmalar yapıyoruz. Kraldan çok kralcıyız. Meselâ bir Müslüman, hiçbir savaşta bomba kullanamaz. “Ya suçsuz birini öldürürsek ne olacak?” şeklinde düşünür.

Suçluyu bulup öldürecek silahı icat etmek için hiç uğraşmıyoruz. İnsanların topluca öldürülmesi konusunda ne hukuk, ne medya, ne edebiyat çalışması yapıyoruz. İnsanları topluca katleden ülkelerin insanlarını bilinçlendirmek için hiç çaba sarf etmiyoruz. Sonra da kalkıp “Bu çağa medeniyet teklifi yapmıyoruz” diyoruz. Fıtrî davransak, fıtrata hitap etsek, fıtratı savunup yaygınlaşmasını sağlasak, evrenin en muhteşem medeniyet teklifini yapmış oluruz.