YARIN, Cumhuriyet tarihimizdeki
ilk başarılı askerî darbenin, Cuma günü de dünyanın Osmanlı Devleti ve İslâm hukukuyla
tanıştığı İstanbul’un Fethi’nin yıldönümü…
1923’te
kurulan Cumhuriyet daha kanlı darbeler yaşamış olsa da, 27 Mayıs Darbesi, dâvâlarının
içeriği, ilk ve son defa bir başbakanın infaz edilişi ve bir cumhurbaşkanının son
anda idamdan dönüşü gibi sonuçlarından dolayı belki de en önemlisi.
Aynı
kulvardan gelmiş olsak da, bugün bizim de karşı çıkacağımız bazı politikalar
güden Demokrat Parti (DP), aslında CHP menşeli partilerden biriydi. İkinci
Dünya Savaşı dönemi ve sonrasında, dünyanın siyâsî gelişimine uygun olarak çok
partili döneme geçiş mecburiyetleri gereği kurulmuştu DP. Ancak kurucusu olan
Celâl Bayar ve arkadaşları da CHP kültürünün birer temsilcisiydi. Mustafa Kemal
hayattayken kendisine muhalefet eden siyasetçilerin çok da kolay hayatta kalma
şansları olmadığı için, birçok muhalif ses, kendisini onun ölümünden sonraya
saklamıştı.
1940’lı
yıllarla birlikte parti içinde muhalefet yapma cesareti de kendini göstermeye
başladı. Bu karşı çıkışların en büyük öncüsü de Celâl Bayar olacaktı.
Ancak,
bugün hâlâ parti içi demokrasi kültürünün oluşamadığı ülkemizde, bundan 75 yıl
önce farklı seslere tahammül beklemek hayâlperestlik olurdu. “İkinci adam”
sıfatına rağmen 15 sene boyunca sözü asla geçmeyen İnönü’nün, “tek adam” olma
hayâli gerçekleştikten sonra CHP içinde aykırı davranmanın cezası da en azından
ihraç olmalıydı.
Celâl
Bayar’ın yanındakiler de bu ihraç sonucunu çok geçmeden yaşamışlardı. Bayar ise
ihraç edilmeden istifa seçeneğini kullandı. Ardından CHP’den atılan isimlerle
birlikte DP’yi kurdu. Ve ilk genel seçimde Meclis’e girip, ikincisinde de iktidarı
kazandı. Büyük farkla kazandığı 1950 Seçimleri gösterdi ki, millet, seçeneği
olunca kendi tercihini kullanabiliyor…
Bayar,
Cumhurbaşkanı seçilip de o zamana kadar savunduğu “Partili cumhurbaşkanı olmaz!” söylemi gereği partisinden istifa
edince, kongre, Adnan Menderes’i DP’nin yeni genel başkanı olarak seçti.
Cumhurbaşkanı Bayar da hükûmet kurma görevini Menderes’e verdi.
1950
senesinde, Cumhuriyet için yeni bir dönem başlamıştı artık. O güne kadar adı “sultan”
olmasa da padişahlık sistemiyle yönetilen Türkiye Cumhuriyeti, artık
kurucularına muhalif bir parti tarafından yönetilecekti. Görünen, 27 yıllık
siyâsî zulmün bittiğiydi.
Ancak
Cumhuriyet’i kuran partinin “Devletin sahibi olduğunun zannedildiği” antidemokratik
düşünce yapısı, bugün olduğu gibi o gün de sahneye çıkacaktı. Kimse, “Türkiye’deki darbeleri CHP yaptı!”
diyemez. Ama darbelere çanak tutan, darbelerden nemalanan, hattâ bazen alenen
destekleyen partidir CHP. Bunu da tarihten gelen genlerimiz ve hep gurur
duyduğumuz “asker millet” sıfatını “asker devlet” algısına devşirerek yapar.
Darbe
şartlarının hazırlanması için genellikle dış destek gerekse de içeride buna
çanak tutan siyasiler bulunamazsa işler çok zora girer. Tam tersi olarak,
dışarıdan destek bulamayan darbe senaryoları ise uygulanamaz bile.
İşte
işin püf noktası da budur zaten!
Darbeler,
ancak ve ancak mevcût hükûmetin gidişinden millî menfaatlerine aykırı durumlar
hisseden ülkeler tarafından desteklenir. Yani darbelerin millî sebepleri olamaz
aslında. Darbe; yapanın, milletine ve devletine ihanetidir olsa olsa!
Dedik
ya, CHP darbeci değildir belki ama kesinlikle “darbe sevicidir”. En çok zarar
gördükleri 80 Darbesi’nden sonra bile sesleri, siyâsî yelpazenin sağındakiler
kadar net çıkmamıştır. Bakmayın siz bugün Erdoğan için kopardıkları “tek adam”
yaygaralarına, “Otoriter Cumhuriyet” rejiminin kurucusu ve savunucusu
olmuşlardır onlar.
Yüze
kadar geri sayın!
Yarın
yıldönümünü yaşayacağımız 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi öncesi neler olduysa, özellikle
son 6-7 senedir aynılarıyla karşı karşıya aslında devlet…
Korkusundan
tepki veremeyen insanların, Mustafa Kemal aleyhine örgütlenmesinin önündeki en
büyük engel olan 5816 sayılı kanunu Menderes’in başında olduğu Hükûmet çıkarmış
ve Kemâlist sisteme hizmet etmiş olsa da bazı inkılâpların 27 yıllık
saltanatını bitirme gayreti DP’nin sonunu hazırlamıştı. Zira Menderes, halkın
inançlarına daha saygılı, ekonomik ve siyasal anlamda daha güçlü bir devlet
üretme yollarını arıyordu.
Hâlbuki
birilerinin “inkılâp” dedikleri, bize ait olmayan dayatmalardan başka bir anlam
ifade etmiyordu. Dayatanlar ise kendi düzenlerinin değişip Türkiye’nin
güçlenmesini tehlike olarak görüyorlardı hâliyle. Menderes’in uçağını düşürmek
onun vâdesini doldurmadığı için, orduyu Kemâlizm üzerinden kışkırtmak en
garanti yol olarak görüldü ve plân uygulanmaya başlandı. Menderes artık ordunun
gözünde, devrimlere karşı çıkan bir hâindi.
Ekonomik
hamleleri ile Türkiye’ye çağ atlatan Özal’ın canına kastedenler de, “özgür ve
güçlü Türkiye” hayâlini icraata döndürdüğü için 17/25 Aralık, Gezi, ekonomik
baskılar ve 15 Temmuz ile Erdoğan’ın yolunu kesmeye çalışanlar da aynı hedefe
baş koymuş mihraklar değil mi sizce de?
Evet,
1453’te kaybettikleri otoritelerini 1923’te resmen geri alanlar, 2023
hedeflerimizden korktukları için hâlâ benzer oyunların içine giriyorlar. Acı
olan tarafı ise, 100 yıldır, yaptıkları her hamleye içimizden destek
bulabilmeleri…
O
zaman insan, “Zulüm 1453’te başladı!”
diyenlere sormadan edemiyor tabii: Zulüm, fethettiği topraklarda gayr-i
Müslimlere kendi dilini kullanma, kendi dinini yaşama hakkını tanıyan, gerçek
demokrasi anlayışını İslâm’la dünyaya hâkim kılmaya çalışan Kayı boyundan Osman
Bey soyu, Fatih Sultan Mehmed ve ardından gelenler midir, yoksa “Gökten indiği
varsayılan” ve “Muhammed’in dini” gibi söylemleriyle aşağılamaya çalıştığı,
kendi halkının inandığı İslâm’ı özgürce yaşamasına mani olanların “Kutlu Fetih”ten
470 sene sonra ürettikleri gayr-i İslâmî düzen mi?
Osmanlı’nın,
âdil dünya düzeni için çizdiği yol haritasının en önemli ayağı olan İstanbul’un
Fethi, ne dünya, ne Bizans, ne de Bizans’ın genlerini taşıyan içimizdeki
hâinler için bir zulmün başlangıcı olmuştur. Zulmün başlangıcı için bir tarih
arayanların, bu seneden geriye doğru yüze kadar sayıp durmaları gerekir.
567’nci
senesinde, Kutlu Fethin Kutlu Komutanı Fatih Sultan Mehmed’e, akıl hocası
Akşemseddin’e ve fetih yolunda şehâdet şerbeti içenlere selâm olsun!