GELMEK öyle güzel, öyle
güzeldir ki… Aşka gelmek, kendine gelmek… Gelmenin sırf kendisi güzel zaten;
gelen yâr olduktan sonra…
Tebessümün
tadı ne başkadır içinden geldikten sonra. Dize gelmek en güzeli… Alın secdeye
dokunuvermek için can atarken, dizler yere değer ya, işte o en güzeli! “Yûnus, sen
bu sözleri eğri büğrü söyleme,/ Seni sığaya çeken bir Molla Kasım gelir.” Böyle
olur işte gelmenin güzeli, hizaya gelmek böyle olur! Her yanlışımda bir Molla
Kasım gelir. Ama bir çocuk kılığında, ama bir türkü sözünde, bilemem…
Bildiğim
şudur ki, hizaya gelmem gerek. İnsan çiğdir, insan acıdır, sığdır, sonra kıvama
gelir. Sıradan bir Kays iken, Leyla gelir ve Kays, Mecnun olur. Dert gelir, aşk
gelir, ayrılık gelir, yokluk gelir… Gelen bunca şey, insan başına göre örülmüş
şapka, tam üstüne göre biçilmiş kaftan... Gelen, boş yere gelmez ki kapına. Sana
gönderen vardır. Gönderen boşuna göndermez ki, sana sevgisi vardır. İnsan gönlü
hamken böyle pişer, böyle tatlanır dili, böyle derine bakar gözleri. Gelenler
olmasa başa, eli boş gider insan. Bomboş gider huzura.
İşimize
geldiği gibi anlamışız her şeyi. Ya gelmezse işimize, o zaman ne olacak? Çirkef
bir yüzümüz var da, şu görünen yüzümüzün altında; yoksa yakışıklı prensler
kurbağaya, güzel prensesler cadıya mı dönüşecekler? İşimiz ne burada öyleyse,
işimize gelecek olan ne? Evrende henüz bir başka dünya bulamadık; aradık da
üstelik… Tek başına bir insanlığın ne işi var dünyada? İşimiz ne bizim hakikaten?
Desem ki “Karın doyurmak”, desem ki “Eğlenip gülmek”... Acıkmanın sonu yok ki…
Mezarlar dururken yol kenarlarında, hangi kahkaha içten olur, hangi komedi
güldürür gönlü? Belli ki bu işin içinde başka bir iş var.
Gelmek
öyle güzel ki hasretle beklenirken pencerelerde. Gelmek öyle güzel ki, gelince
göreceğini özlemişse yürek. Dünyaya beklendik biz. Hem de hepimiz… Arsızımız
hırsızımız, edeplimiz çirkinimiz, asilimiz soysuzumuz, dilencimiz zenginimiz, akıllımız
delimiz, velhasıl hepimiz… Bu misafir için az hazırlık yapılmamış bak hele! Bak,
güneş tutuşturulmuş, kandiller serpilmiş, toprak serilmiş, dağlar dikilmiş,
otlar, çiçekler, arılar beklemiş bizi dereler akma emrini alırken yücelerden.
İnsanın üç günlük nefesi için dolmuş hava, rüzgâr ve yağmur, her şey hazırmış o
anda. Ciğer yaratılmış sonra sırf o havayla dolsun diye. Aziz bir konuk
ağırlamak için göklerin kapıları açılmış ve ikisi de çıkagelmiş sonunda. Bir Âdem,
bir Havva hikâyesi ile başlamış her şey. Bu işin içindeki iş ne acaba? Bu
misafirlik, bu ev sahibi, bu ikramlar… Gelmek nasıl güzel olmasın dünyaya,
bunca beklenmek, bunca hazırlık varken?
Hamdık,
pişmeye geldik; sığdık, derinleşmeye geldik. Cahildik, bilmeye geldik; boştuk
dolmaya geldik. Arsızdık, uslanmaya geldik; eksiktik, tamam olmaya geldik. Alçaklardan
yükselmeye geldik. Gerisi boş, gerisi yalan, biz insan olmaya geldik! İşte
gelmenin böylesi güzel!
Hayra
gelsin, bir rüya gördük: Cennet’te yiyip içip uyuyorduk. Bir anda değişti her
şey. Kendimizi dünya diye bir sürgün yerinde ceza çekerken bulduk. Yasak ağacın
etrafında dönerken, dayanamayıp bir ısırık aldık. Aman hayırlara gelsin bu
rüya, uzak duralım şu meyveden! “Düş olmayınca iş olmaz” demeye kalmadı, yedik
elmayı, dünyaya geldik. Olanda hayır varmış, rüya hayra geldi. Bunca hazırlık,
bunca bekleyiş boşa değildi. Yaratan, aşka geldi; biz buraya, Yaratan aşkına
geldik. İlk O’nun aklına geldik, sonra da buraya. Biz ne aziz konuklarız böyle,
hoş geldik!
Ama
ne var ki, göze geldik! Şeytan, kâinatın yeni doğan bebeğini kıskandı. Kâinatın
göz bebeğine diş biledi, tuzaklar kurdu. Bebek büyüdü, hep hata yaptı, hep
pişman oldu. Sonra yaşlandı bile, ama hiç aklına gelmedi neden burada olduğu.
Belki bazen bu soruyu sordu, doğru cevabı da buldu. Sonra içinde kocaman bir
hakikat kayboldu, her yerde aradığı belki de oydu. Ama rüya gerçek oldu ve
insan, dünyaya neden geldiğini yine unuttu.
Olsun,
aklına gelecek nasılsa. “Gel! Ne olursan ol, yine gel! İster kâfir ol, ister
putperest; yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel” diyen Mevlâna Türbesi’ne
bir bakın, kimler geliyor kimler! Geliyorlar işte, ümit olduktan sonra, bunca
hazırlıktan sonra, insanın günahından çok tövbesi var değerli. Gelsinler tabiî,
her vakit gelsinler! Kendine gelmenin neresi kötü? Yürüyerek gelene, koşarak
kucak açan biri var. Sadece “gelsinler”!