MADDE, günümüz fen
bilimlerinin odağında yer alır. Batı, buradan hareketle yoluna devam ediyor. Teknolojik
üstünlükle hakikat ve medeniyete dair sözü olmayan Batı, hakikate dair
yokluğunu perdelemek istiyor. Kendisi son derece tutucu olan Batı’nın nicelik
eksenli sosyal ve felsefî oluşumları dünyaya yaymaya çalışması büyük bir kastın
sonucudur.
Bütün
dünyada olduğu gibi ülkemizde de bu kastın etkileri şiddetli bir şekilde
görülmektedir. Özellikle Batı’ya olan mülteci akımı hem Batı’nın madde odaklı
nicelik egemenliğini, hem de modernlik altında hakikatten yoksunluğunu gizleyerek
dünyaya bir başkaldırı şeklinde görünmektedir.
Varlığın
yokluğa tercih edilmesi geleneksel bakış açısına göre büyük bir başarıyken,
çağın gereklerine göre yeniden yorumlanıp hayatta yaşanılır kılınmadığı içi
fanilikten öteye geçememektedir.
Madde
zaten özünde parçalar içerdiği için (atomu oluşturan elektron, proton ve nötron
gibi) yakıp yıkma ve dağıtma odaklıdır. Gelenek ise sınırsız imkânlara beşiklik
eder. Varlığın yokluğa tercih edilmesini çağa uygun yorumlayan gelenek ancak
ayakta kalabilecektir. Ülkemizde bu uğurda istenen düzeyde çalışmaların yok
denecek kadar az olması ve bu uğurda yol alanların labirentlere sokulması hakikatten
uzaklaşmayı da beraberinde getirmektedir.
Türkiye
bu uğurda acı tecrübeler yaşamıştır ve yaşamaya devam etmekte olan nadir
ülkelerden birisidir. Para, mâkâm, şan ve şöhret, insanların tercih ettikleri dünyaya
çağıran araçlardır. Bunlar sadece birer sonuçtur. Oysa acı yaşanan tecrübelerin
ve yaşanılacak olanların başa gelmeden anlaşılmıyor oluşu, bu çağın insanının da
kendisinden uzaklaştığını gösteriyor.
Müslümanların
asıl hedefi hakikati bulmak olmalıdır. En azından gelenek bunu ifade der. İslâm
bunu haykırır. Bu uğurda evrende ne varsa bütün maddenin yüzü de hakikate
dönüştürülmelidir. Neredeyse yarım asırdır hakikatten yoksun bir şekilde “hoşgörü”
ve “müsamaha” gibi kavramların milletin başına ne belâlar açtığını bizzat
yaşadık.
“Hoşgörü”
ve “müsamaha” gibi kulağa hoş gelen ve görüntüde cilalı bu tür kelimeler,
aslında Batı’nın içimize ve iliklerimize kadar işlediği madde, modernizm ve
hayata başkaldırının birer getirisidir. Bu tür kelimeler öyle çok ve günlük
hayatta öyle fazla kullanılıyorlar ki bazı değerler kaybolduğunda varlık
değerlerinin farkına varacağız.
Dünyanın
çok büyük kısmı bu hatanın içindedir zaten. Değerli kelimeler buna benzer
şekilde hiçleştirilip Batı’nın madde odaklı ve “Böl, parçala” merkezli
değirmenine su taşımaktadır. Günümüzde gelenek, fikrî iktidar değildir.
Maddenin,
bilimin ve teknoloji getirilerinin hakikat için yorumlanması doğru olandır.
Aksi durumda “insancılık” ve “akılcılık” gibi tek başına çıplak olarak kullanılan
bu kavramlar da “hoşgörü” ve “müsamaha” gibi kulağa hoş gelen ancak Batı ve
madde kaynaklı kelimeler olacaklardır. Bunlar Batı’nın daha çok düşünme
yoksunluğunu gizlemek için ürettiği kelimelerdir. Madde nasıl niceliği
içeriyorsa, bu tür kelimeler de kalabalıkları etkilemek için üretilmiş olup
vahiyden uzaklaşmanın adı hâline gelmişlerdir.
Modernizm,
İngilizlerin Doğu medeniyetlerini yok etmek ve Müslüman toplumları
sömürgeleştirmek için bilinçli olarak ortaya atılmış tuzaklarındandır. İlerlemek
ve yükselmekten Batı’nın Müslüman toplumlara biçtiği anlam, Doğu’nun kendi
düşünce ve hayat tarzlarından “değişme”, “dönüşme”, “nicelik” ve
“istikrarsızlık” olarak ortada durmaktadır. Madde ve modernizm, geleneksel yapı
ile zıt özelliktedir.
“Hoşgörü”,
“insancılık” ve “akılcılık” gibi tanımlar öyle sinsice seçilmiş kavramlardır ki
tamamen vahiy ile iletişimi kesme amacına matufturlar. Bunu fark etmekse
pahalıya patlamıştır. Bu ve bunun gibi binlerce kelime tamamen anlamını
yitirmek ve profan uygarlığa hizmet etmek için seçilmiştir.
Türkiye
gibi kadim gelenek ve imparatorluk geçmişi olan ülkelerde, İngiliz gibi Batı’nın
tesirinde kalmanın açıklanacak iki nedeni vardır: Madde odaklı Batı’nın para,
mâkâm, şan, şöhret çukuruna düşmek ve geleneğe sadece “gelenek duygusu” ile
bakmak...
Günümüzde
en büyük sorunların başında cehalete karşı mücadele ve ahlâk olduğu düşünülürse,
vahiy bakış açısının sadece kaportadan (kabuk) ibaret olduğu açık ve net olarak
ortaya çıkar.
Zamanında
tedbir alınsaydı, Azerbaycan yıllarca Rus zulmünde yaşamazdı. Zamanında çözüm
üretilseydi “hoşgörü” kelimesini dillerinden düşürmeyenlerin darbe yapmaları
engellenirdi. Şimdi kelimelerle üzerimizdeki balans ayarlarını fark edemez ve
tehlikeyi anlayamazsak, yine geç kalarak kayıp nesillere yenisini ekleyeceğiz.
Niceliğin
egemenliği ve felsefik yorumlar günümüz insanının gerçek anlamda hiyerarşiyi
bilmediğini gösteriyor. Tehlikenin olmadığını düşünmekse gerçekten çok büyük
bir hata olacaktır. Yapılması gereken, her alanda sorunların tespit edilmesi,
yerli yerine konulması, kıyas ve ölçü ile aşikâr edilmesi zorunluluğudur. Aksi
durumda yıkım çok daha büyük olacaktır!