“Türkiye Yüzyılı başlıyor!”
14 ve 28 Mayıs tarihlerinde yapılan seçimler, Türkiye’nin iç politikasını ilgilendiren ve Türkiye vatandaşlarıyla sınırlı demokratik bir seçim olmamıştır. Dünyanın takip ettiği ve etkisi dünyayı etkileyecek bir “dünya kutuplarını etkileyen seçim” olmuştur.
Muhalefetin seçim boyunca kullandığı “Yeter ki Erdoğan gitsin” mottosu, aslında ABD yönetiminde yürütülen bir NATO parolasıydı. “Güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş” stratejisi de ABD’nin Türkiye’de elli yıldır yürüttüğü ve ülkeyi teslim alan sistemin devamına yönelik ve muhalefete desteğin ana şartıydı.
Tereddütsüz, tarihe not düşebiliriz ki, “Büyük Türkiye Zaferi”, özü itibariyle ABD’nin Türkiye’ye yönelik NATO üzerinden yürütülen tehdit ve baskıları karşısında alınan bir zaferdir. Hatta yine bildik NATO geleneği olan darbe yöntemini 15 Temmuz gecesinde bertaraf eden Erdoğan liderliğinde direnen aziz millet, 14 Mayıs Seçimlerinde aldığı Meclis hakkındaki kararında “Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne devam!” diyerek ABD’nin elli yıllık tezgâhı olan “manda sistemi olarak parlamenter sistemi” tezgâhını bozmuştur.
İkinci turda seçtiği Cumhurbaşkanı Erdoğan ile de ABD Başkanı Biden’in “Erdoğan’ı darbeyle değil de sandıkla devirelim; bunun için muhalefeti kullanalım, destekleyelim” hevesini kursağında bırakmıştır. Peki, Biden’in kastettiği “darbe ve sandık” yöntemlerinin son elli yıldaki ana hatlarında neler ve kimler vardı?
ABD eğer “darbe” yöntemine başvuracaksa, eş zamanlı kullandığı iki aktör vardır: CHP ile Kemalist ve NATO’cu askerler.
Dikkatinizi çekerim, anti-emperyalist olan ve hayatı tam bağımsızlık için mücadeleyle geçen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu parti olan CHP ve başkumandanlığını yaptığı TSK içinde bizzat kendisini “Kemalist” olarak niteleyen bir kanat, nasıl oluyor da emperyalizmin kurucu babası ABD için hizmet eder, hatta mandacılık suçlaması yapılabilecek kadar ciddî bir ABD’cilik içinde olabiliyor? Nasıl böylesi tuhaf ve varlık sebebine ters bir görev-aktivite içinde olabilir CHP ve Kemalistler?
Ortada çok büyük ve o kadar sinsi bir ABD ve NATO tezgâhı var ki ülkemizde… İşte 14 Mayıs-28 Mayıs Seçimlerinin sonuçlarının manşeti olan “Büyük Türkiye Zaferi”, bu elli yıllık tezgâhı bozmuştur. Bu, çok ama çok önemli bir zaferdir. Türkiye NATO’yu sandıkta hizaya getirmiştir.
Peki, ABD’nin NATO üzerinden Türkiye üzerinde kurduğu vesayetin iki yöntemi olan “darbe” ve “sandık” kategorilerindeki tezgâhlar bozulmuşsa, Türkiye, özü ve sözü olarak “NATO’dan ayrılan Türkiye” yolunda mı ilerleyecek? Yani 2023 Seçimleri sonrası kapıda bir “NATO krizi” mi var?
Öncelikle bir kez daha tarihe düştüğümüz notu tekrarlayarak devam edelim. 2023 Seçimleri, özü itibariyle Türkiye-NATO ilişkisinde bir referandum olmuştur. Ve aziz milletimiz bir mesaj vermiştir NATO’ya: “Türkiye NATO içinde kalacak. Ancak Asya ile ilişkilerinden kopmadan, hatta Asya’dan sorumlu olarak…”
2023 yılı, Cumhuriyet’in ilânının 100’üncü yılı. Acaba 2023 Seçimleri görünmeyen başka referandumları da karara bağladı mı? Evet, 2023 Seçimleri birden fazla referandum kararını bağlamıştır. Nitekim “Büyük Türkiye Zaferi” ifadesi de birden fazla referandum içeren seçim sonuçlarıyla bu kararların toplamını betimlemektedir.
Peki, karara bağlanmış ve referandum ölçeğindeki konular, yol ayrımında alınan yön kararları nelerdir?

1) Parlamenter sistem mi, Cumhurbaşkanlığı Sistemi mi?
Muhalefetin en büyük iddiası ve stratejisi neydi? “Güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş!” iddiası ve sözü... Öyleyse dikkatlere arz edelim: Muhalefetin “güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş” söyleminde ısrarla “Batı’dan kopmayacağız, Batı’nın tarif ettiği terör tanımına uyacağız; iktidara gelir gelmez NATO ülkesi olduğumuzu Asya ülkelerine hatırlatacağız” temposu tutmasını asla unutmamak gerekiyor. Zaten ABD ve NATO’nun muhalefetin arkasında çok net durduğunun somut seçim söylemine yansımasından ibarettir bu söz vermeler ve söylemler. Demek ki “parlamenter sistem”, aslında bir ABD ve NATO projesiydi ve elli yıldır ülkemizi teslim almak için kullanılan bir sistemdi. Bir sistem modeli olan parlamenter sistemin neden bir ABD ve NATO projesi olabildiği sorusu, çok hayatî bir sorudur. Cevabı doğru verilemezse, 2023 Seçimlerinde karara bağlanmış olan “Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne devam!” kararının ne kadar stratejik bir karar olduğunu unuturuz.
Her şeyden önce tüm dünyada parlamenter sistemin sihirli şifre kavramı “katılım”dır. Yani çoğulcu karakteri de besleyen bir tarif ve yapılanma olarak işlev alan bir sistem parlamenter sistem. Oysa ABD ve NATO tezgâhıyla Türkiye’de elli yıldır yürütülen parlamenter sistem için bize yedirilmiş ve bizi zehirleyen sihirli/şifre, “temsil” kavramı olmuştur. ABD, toplum ve devlet bağlamında içimize yerleştirdiği “temsil” kavramını parlamenter sisteminin gen kodu yaptı. Bilinçaltımıza yerleşti bu “temsil” kavramı.
Elli yıldır aramıza, “Meclis’te Kürtler temsil edilmeli” fitnesi sokuldu. Yetmedi, mezheplere indirgenerek, “Meclis’te Alevî temsil edilmeli” denildi. Yetmedi, şehir ölçeğine indirgenerek, “Meclis’te falan şehir ve hemşehrileri temsil edilmeli” diye devam edip gitti. Nitekim elli yıl içinde ırklara, mezheplere, şehre ve hatta neredeyse “Filan cemaat ve STK da temsil edilmeli” anlayışına kadar uzandı bu “temsil” bağımlılığı. Bu öyle bir noktaya geldi ki artık siyaset değil, toplum bile psikolojik ve sosyolojik olarak parçalanmanın eşiğine geldi.
ABD ve NATO, bu sağladığı ortamda hem darbe ortamı kurdu, hem de sandıkta istediği muhalefeti provoke etme seçenekleri buldu. Türkiye’deki tüm darbeler ve sandık içindeki provokasyonların hepsine imkân veren de işte bu “temsil karakterli parlamenter sistem” tezgâhıydı. İşte son yıllarda referandumla Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçişi onaylayan millet, 2023 Seçimlerinde de Meclis dizaynı ve Erdoğan tercihi ile ABD’nin elli yıllık “Türkiye’ye müdahale kartını elinden almıştır”.
Muhalefetin ısrarla dillendirdiği “parlamenter sisteme dönüş” vaadi, aslında muhalefetin ABD ve NATO’ya sadakatini ifade etmekteydi. Millet ise “Tam bağımsızlık!” dedi. Peki, milletin tam bağımsızlık kararı zımnen “NATO’dan çıkalım” mesajı veriyor mu? Bence bunun cevabı “Hayır” şeklinde. Milletin “tam bağımsızlık” iradesi, “NATO’dan çıkalım” cümlesini içermiyor. En azından şimdilik! Aksine, NATO’ya ve onun patronu olan ABD’ye çok net bir şekilde “NATO üzerinden beni esir alamazsın!” mesajı veriliyor. Dolayısıyla Türkiye de NATO içinde kalarak tam bağımsızlık çizgisini sürdürecek. Fakat 2023 Seçimlerinde ikinci bir referandum daha var ki millet, bu referandumu da karara bağlarken tam bağımsızlığını hatırlatmış, ancak NATO’ya bir de ince ayar çekmiştir: “NATO üyesi olmak demek, Asya’ya düşman olmak değildir.”
Yani 2023 Seçimleri, elli yıldır bilinen “NATO demek, aynı zamanda Asya karşıtı olmak demek” algısını da paramparça etti, yırtıp attı. Aksine 2023 Seçimleri, “NATO üyesi ve Asya dostu” mesajını çok net vermiştir. Bunun en büyük belirtisi de Suriye göçmen meselesi bağlamındaki “gizli referandumu” karara bağlamış olması, “Türkiye, Suriye meselesini ABD ile değil, Rusya ile çözsün” kararıdır.
Ortada çok büyük ve o kadar sinsi bir ABD ve NATO tezgâhı var ki ülkemizde… İşte 14 Mayıs-28 Mayıs Seçimlerinin sonuçlarının manşeti olan “Büyük Türkiye Zaferi”, bu elli yıllık tezgâhı bozmuştur.
2) Suriyeliler hakkında karar
Öncelikle CHP dışında ortaya çıkıp yeni örgütlenen ve kendisine “Atatürkçü parti biziz” diyen oluşumlara dikkat çekelim. Özellikle Muharrem İnce’nin Memleket Partisi ile Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi’ne… İkisinin de, çok ilginçtir, açıktan bir Batıcı, ABD’ci, NATO’cu özelliği var. Fakat zaten bu misyonun ana adresi CHP iken acaba bu partiler neden ortaya çıktı?
Özellikle Ümit Özdağ’ın 28 Mayıs Seçimlerine “Bu bir referandum seçimidir, burası Türkiye mi kalacak, yoksa Göçmenistan mı?” demesinin arka plânında hangi ABD ve NATO tipi satranç hamlesi var? Üstelik de piyon kullanarak?
“Suriye” denilince milletimizin aklına öncelikle “Suriyeliler” gelmiyor. Aksine, öncelikle ABD’nin silah yığıp durduğu ve kırk yıldır ülkemize ABD tarafından belâ olarak sarılmış PKK/PYD terör örgütü geliyor. Üstelik Suriye’deki bu ABD terörizmini durduran proje olarak Türkiye-Rusya iş birliği geliyor. Evet, Suriyeliler konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir çözüm bulması beklentisi var. Ancak millet, Ümit Özdağ’ın kastettiği içerik ve ölçüde konuyu görmüyor. Özdağ’ın çok açık olan ırkçılık söylemlerine de prim vermiyor.
Dolayısıyla millet, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Aşama aşama Suriyelileri göndereceğim. Onları ölüme terk etmeden yapmak zorundayız bunu” yaklaşımını olumlamıştır. Suriyeliler konusunda en güvenilir ülkenin ABD değil, Rusya olduğunu düşünüyor millet. Doğru da düşünüyor. Ancak millet bunu yine “tam bağımsızlık” duruşundan kopmadan söylüyor. Değilse, ABD ve NATO karşısında “tam bağımsızlık” duruşunu koruyan millet, konu Rusya, Çin, İran veya başka bir ülke olduğunda da bu tavrı korumaktan yana ve kararlı. Gerekirse bunu sandıkta da gösterir.
Yani 2023 Seçimlerinin sonuçları, Suriye konusunu vesile yaparak çok net bir mesaj vermiştir: “Türkiye NATO üyesidir. Ancak ABD’nin PKK desteği kabul edilemez. Rusya ile dostluktan da ülke çıkarı olduğu sürece vazgeçilemez!”
Aslında bu mesaj, aynı zamanda “Türkiye Yüzyılı başlıyor!” ifadesinin altını dolduran bir mesaj. Demek ki, “NATO üyesi, Asya dostu yüzyılı başlıyor!” anlamı da içeriyor.

“Suriye” denilince milletimizin aklına öncelikle “Suriyeliler” gelmiyor. Aksine, öncelikle ABD’nin silah yığıp durduğu ve kırk yıldır ülkemize ABD tarafından belâ olarak sarılmış PKK/PYD terör örgütü geliyor. Üstelik Suriye’deki bu ABD terörizmini durduran proje olarak Türkiye-Rusya iş birliği geliyor. Evet, Suriyeliler konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir çözüm bulması beklentisi var.
3) “Değişime evet ama iktidarda değil, muhalefette!”
Muhalefet şokta. Muhalif seçmenler Türk siyâsî tarihinin en büyük aldatmasını yaşadılar. Muhalefet partileri Türkiye’nin yüzde 48’ini adeta politik açıdan trollediler. Gerçek bir travma başladı: “Muhalefette değişim”…
21 yıldır iktidarda olan Erdoğan karşısında “Erdoğan nefreti” diye bir proje yürütüldü. Projenin gerçek sahibi, ABD liderliğindeki Batı dünyası. Erdoğan’a 21 yıldır iki açıktan suçlama yöneltti Batı dünyası: Siyasal İslâmcı ve diktatör… İkisi de tutmadı. Her defasında millet, Erdoğan’ın arkasında durdu. Fakat Batı ilk defa “Erdoğan’ı gönderme seferberliği” çağrısını en etkin ve en komplike şekilde 2023 Seçimlerinde yaptı. Adeta muhalefetin mutfağını yönetti. Ve öyle bir iklim/algı oluştu ki muhalefet seçmeninde, sözde “Erdoğan gitti”. Muhalefet seçmeni o kadar inandırdı ki kendisini buna. Erdoğan’ın tekrar yüzde 52 alacağını rüyasında görse inanmayacak, hatta bunun rüyasını bile bir hastalık olarak görecekti. Fakat olan oldu ve Erdoğan yine yüzde 52 aldı.
Muhalefet ve Batı dünyası bu yüzde 52’yi çözemiyor. O nedenle sadece milleti suçluyor ve aşağılıyor. Muhalefet de aynı ağzı tekrarlıyor. Oysa son on yıldır her seçimde bu çoğunluk var ve Erdoğan’ı tereddütsüz destekliyor. Bu yüzdeliğin aslında özü de, sözü de çok net: “Tam bağımsızlık” iradesi…
Türkiye’de artık tam bağımsızlık bir niyet değil, bir irade ve uygulama aşamasındadır. Millet dünyaya “Mesele Erdoğan değil, tam bağımsızlık!” mesajını yüksek sesle dillendirmiştir. Peki yüzde 48 seçmen tam bağımsızlıktan yana değil mi? Tabiî ki ezici çoğunluğu tam bağımsızlıktan yana, ancak niyet aşamasında kaldı bu yüzdelik ve bunu iradeye dönüştüremedi. Çünkü o kadar çok Erdoğan ile kafayı bozdu ki ne dünyadaki gelişmeleri takip edebildi, ne de Batı’nın tezgâhını fark edebildi. Hatta, “Yüzde 48, ülke meseleleri konusunda çok fena trollenmiştir” diyebiliriz. Kuşkusuz en büyük politik troller de CHP ve İyi Parti olmuştur maalesef.
“Kazandık” diyen Millet İttifakı, bizzat milleti provoke etmiş ve hayâl satmıştır. Gerçek muhalefet yapmamış, iktidar oyunları oynamıştır. Zaten milletin muhalif kanadında, “Türkiye’nin asıl sorunu iyi bir muhalefetin olamayışıdır” fikri adeta pekişmiştir. O nedenle sonuçta trollenen yüzde 48 seçmen, iktidarda olmayan değişimin hıncındadır. Ancak bu hıncı muhalefetteki değişimle sakinleştirmeye yönelecektir. Doğrusu da budur.
Aylar öncesinden her yazımızda söyledik “2023 Seçimleri iktidarda değil, muhalefette değişim talebi” ile sonuçlanacaktır diye. Öyle de olmuştur. Çünkü bu köy hep görünüyordu ve kılavuzsuz da bu sonuç biliniyordu. Sürpriz bir şey yok.
Elli yıldır aramıza, “Meclis’te Kürtler temsil edilmeli” fitnesi sokuldu. Yetmedi, mezheplere indirgenerek, “Meclis’te Alevî temsil edilmeli” denildi. Yetmedi, şehir ölçeğine indirgenerek, “Meclis’te falan şehir ve hemşehrileri temsil edilmeli” diye devam edip gitti.
4) Deprem mi, enflasyon mu, terör mü?
2023 Seçimlerinde üstüne çok analiz yapılan, oysa biraz dikkatli bakıldığında ortada büyük bir gerçeklik olarak duran ve “Bitsin artık!” denilen bir esas konu vardı: Terör!
Muhalefetin en büyük hatası 15 Temmuz gecesini tiyatro sanmasıydı. Milletin 15 Temmuz gecesindeki iradesini okuyamadı muhalefet. Yine milletin 15 Temmuz gecesini unuttuğunu ve işgalcilerin kimler olduğu konusundaki kararını değiştirdiğini sanan muhalefet, nasıl 15 Temmuz gecesinde FETÖ’ye esir düştüyse, 2023 Seçimlerinde de HDP üzerinden PKK/PYD esiri oldu. Fakat esir düşmesinin sebebi muhalefetin ABD’yi kendine sadık bir müttefik sanması vehmidir. Muhalefet (özelde CHP) gerçekten ABD’nin tam desteğini aldığını düşündü. Hatta İyi Parti bile Batı’nın yeni CHP’si olarak kendisini gördü. Bir büyük illüzyon yaşadı muhalefet.
Muhalefeti, “Pandemi, deprem ve enflasyon iktidarı gönderdi” propagandası aldattı. Muhalefete bu propagandayı iki adres yaptı: Küresel güçlerin ekonomi lobileri ve iflah olmaz Solcular... Tipik Batıcı ve ABD taşeronu olmuş ama kendine “Solcu” diyen fakat hem Batı, hem Doğu dünyasını okuyamayan, tek marifeti her seçim sonrası milleti suçlamak ve aşağılamak olan Solculuk kavramını da kirleten bu güruh. Bu güruh özellikle CHP ve HDP içinde örgütlenmiş bir çizgi. Bu çizgi Erdoğan’ın siyasetine değil, bizzat onundan içinden geldiği sosyolojiye düşman.
21 yıldır Erdoğan’a hiç oy vermeyen, Erdoğan hangi hizmeti yaparsa yapsın Erdoğan’ın yaşam tarzında olan birinin kendilerini yönetmesinden nefret eden bir sosyal doku var. Bırakın milletine, kendilerine bile yabancılaşan bu sosyal doku, kendiai için çok politik bir oyuncak buldu: “Sosyal medya”…
2023 Seçimlerinde toplumun yüzde 48’ini Millet İttifakı bileşenlerinin trollemesinin hem ana kaynağı, hem tezgâhı sosyal medya oldu. Zaten 2023 Seçimlerinde en çok analiz edilmesi gereken konu, “sosyal medya ve demokrasi” başlığı altında ele alınması gereken başlıklar toplamıdır.
Millet İttifakı, sosyal medya ortamında kendini önce iktidar ilân etti. Sonra hükümet kurdu. Kabine kurdu. Ve hemen yargılama başlattı. Görevden alınan binlerce bürokrat mahkemelerde yargılanacak, Cumhur İttifakı partileri hesap verecek. İçeriden salınan FETÖ-PKK üyeleri, paralarına el konulan ve malları haczedilen şirketler özgürleşecek. Evlerinden pijamalarıyla alınıp adil yargılanacak gazeteciler ve askerler olacak… Tam bir paranoya! Sosyal medya üzerinden yürütülen bir mühendisliğin trajikomik senaryolarıydı bunlar. Ve acı bir yenilgi yaşadılar. Şok üstüne şok dalgaları…
Sosyal medyadaki ülke ve toplum nerede, hayatın gerçekleri ve sandık sonuçları nerede? Muhalefet yanlısı medyanın kendini ve seçmeni ikna ettiği sonuç nerede, milletin on yıldır ısrarla yürüttüğü politikaların değişmeyen yüzde 52 bandındaki tarihî yürüyüşü ve dünyadaki gelişmeleri okuyarak aldığı pozisyonlar nerede?
Kabul etmek lazım ki, yüzde 52’nin asıl görevi şimdi başlıyor: Yüzde 48’i kazanmak… Hatta politik açıdan tekrar topluma ve Devlet’e kazandırmak! Çünkü inanılmaz bir hırçınlık içinde kaldı muhalefet. Muhalefet şimdi kendi içinde günah keçisi, kurban ve av seferberliğinde. Tabiî yüzde 52’ye söylene söylene…
Muhalefet 14 Mayıs Seçimlerinin sonucu gördüğünde bir sert yumruk yemiş gibi oldu ve bu demokratik kroşe bizzat Deprem bölgesinden geldi. Enflasyon ve deprem felâketinin sonuçlarına karşı vatandaşın yine de Cumhur İttifakı ve Erdoğan’a ezici oyla destek vermesinin mantığını ve yönünü çözemedi muhalefet. Yine bildik tepkiyi verdi ve milleti suçlamayı, aşağılamayı tercih etti.
Seçime birkaç gün kala muhalefetin öncüsü sanatçı ve aydın tayfa ne demişti? “Kentli, bilinçli, eğitimli, modern tarafa, yani Kılıçdaroğlu’na oy ver! Cahil, koyun, patatesçi-soğancı, kul olana değil…” İşte iflah olmaz, özünde faşizmin, diktatörlüğün ve tekelciliğin daniskası olan bu kirli ve kibirli egoyu böyle çağdaşlık, modernlik ve demokratlık makyajıyla kapama gayretinde olan ve sadece kendi milletine değil, özde insanlığa da düşman olan hastalıklı bu kafa, aklı sıra seçime gidiyordu.
Oysa suçladıkları millet, iradesiyle ve seçtikleriyle birlikte savunma sanayiinden yüksek teknolojiye, ulaşımdan eğitime kadar her alanda dünya standartlarında projeleri bitirmişti ve bu zihniyette olan çevreler bile bu milletin nimetlerini sömüren kesimdi. Fakat artık bu kafa sadece sosyal medyada kendini tatmin etmekle meşgul. Hayatın, devletin, toplumun gerçeği bambaşka bir yerde ve kendi yatağında hem siyâsî hem de sosyolojik olarak akıyor ve geleceğe uzanıyor.

Muhalefet 14 Mayıs Seçimlerinin sonucu gördüğünde bir sert yumruk yemiş gibi oldu ve bu demokratik kroşe bizzat Deprem bölgesinden geldi. Enflasyon ve deprem felâketinin sonuçlarına karşı vatandaşın yine de Cumhur İttifakı ve Erdoğan’a ezici oyla destek vermesinin mantığını ve yönünü çözemedi muhalefet. Yine bildik tepkiyi verdi ve milleti suçlamayı, aşağılamayı tercih etti.
5) Sahi, kilit parti hangisi?
2023 Seçimlerinin en renkli kampanyası, kuşkusuz “‘Kilit parti biziz!’ Partisi” oldu. Örneğin muhalefet partileri içinde bu rolü kendisine veren HDP oldu. Hatta racon kesmeler, tafralar alıp başını gitti.
Örneğin TİP, sosyal medyada değil kilit parti, Türk tarihini ve geleceğini belirleyen ve iktidarı devirmekle kalmayıp bir de CHP’yi, HDP’yi arkasından sürükleyen, Meclis kürsüsünde bile Cumhur İttifakı’na “Sizi yargılayacağız!” diye bağırıp çağıran sendromlu bir parti oldu.
“Ne Millet, ne Cumhur; biziz kilit parti” diyen Memleket ve Zafer Partileri de ortamı en fazla zenginleştiren partilerdi. Tabiî bir de Vatan Partisi var aynı iddiada olan. Hatta seçim sonuçlarının aslında Vatan Partisi’nin çizgisinin ve programının zaferi olduğu iddiası bu “kilit parti” iddiasını renklendiriyordu.
Tabiî önce Yeniden Refah, ardından HÜDA-PAR ve ilk tur Cumhurbaşkanı adaylarından Sinan Oğan’ın da “Kilit biziz” demesi, adeta bir “kilit panayırı” havasına dönüştürdü zemini. Kilit parti adayları çoktu ancak hepsini açan bir anahtar vardı: “Erdoğan”!
Kuşkusuz bunca iddianın içinde bence en dikkat çekici olanı Vatan Partisi’ninkiydi. Çünkü açıktan NATO karşıtlığı yapan ve bunu seçim ekseni kılan tek partiydi VP. 2023 Seçimlerinde ABD ve NATO tezgâhını en fazla gündem yapan, hatta “Ne enflasyon, ne deprem, ne terör; asıl sorun NATO!” temposu tutan da Vatan Partisi oldu. Hatta seçim sonuçlarını “Tam bağımsızlık kazandı!” diye tarifleyen de yine Vatan Partisi yöneticileri oldu. Fakat hatırlanması gereken bir gerçeklik de vardı: AK Parti, açıktan NATO karşıtlığı yapanları partiden uzaklaştırmayı tercih ediyor. O nedenle Vatan Partisi açıkça Erdoğan’ı desteklediğini söylemiş olsa da, 28 Mayıs’ta seçim zaferi kutlamalarına davet edilmedi. Çünkü AK Parti içinde, NATO içinde kalmakta kararlı olan çevreler çoğunlukta.
Sonuç
Millet, “NATO mu, Asya mı?” ikilemine sıcak bakmıyor. En azından şimdilik! Millet, “Asya dostu, NATO üyesi ülke Türkiye” mesajında…
Şu tespit de mümkün: Hem NATO üyesi, hem Asya dostu olmak imkânsız. İki zıt/düşman arasında böyle bir uzlaşı imkânsız. Nitekim Vatan Partisi de böyle düşünüyor. Örneğin CHP, “NATO… Asya asla!” diyor. Hatta Kılıçdaroğlu, 14 Mayıs’a günler kala Rusya’yı seçimlere müdahale ile suçladı. NATO üyesi olduğumuzu Rusya’ya hatırlatacağını söyledi. Yani açıktan bir “ABD’ye sadakat gösterisi” yaptı.
Oysa dünya değişti. Dünya tek kutuplu olmaktan çıktı. Dünya, “Ya o taraf, ya bu taraf!” dönemini geride bıraktı. Dünya, “Tam bağımsızlık içinde her taraf!” sürecinde.
Şahsî öngörümdür, Türkiye, NATO içinde fakat NATO ile Asya ülkeleri arasında barışa hizmet edecek aracı/müzakereci ülke misyonuna yöneliyor. Bu mümkün. Ukrayna-Rusya Savaşı’nda Türkiye’nin misyonu tam da bu imkâna işaret ediyor. Ayrıca, “NATO içinde fakat Asya ile dost” misyonuna millet de çok sıcak bakar. Çünkü tarihi, hafızası ve tecrübesi buna çok uygun.
Erdoğan’ın kazanması durumunda ABD’nin Türkiye’yi NATO’dan atma çabasının hızlanacağı veya Erdoğan’ın tamamen Asya’ya yöneleceği öngörülerine katılmadığımı ifade etmek istiyorum. 2023 Seçimi sonuçlarındansa, “NATO içinde Asya’dan sorumlu ülke” misyonunun çıktığını düşünenlerdenim.



