
BÜYÜK Selçuklu
İmparatorluğu, Oğuz Türklerinin Kınık boyu tarafından kuruldu.
Hindukuş dağlarından Batı Anadolu’ya ve Orta Asya’dan Basra Körfezi’ne
kadar uzanan 3 milyon dokuz yüz bin kilometrekarelik yüzölçümüne sahip
topraklarda tam 120 yıl hüküm sürdüler.
İmparatorluk, Dukak oğlu Selçuk Bey’in torunu Tuğrul Bey tarafından 1037’de
kurulur kurulmaz, İslâm dünyasının merkezi otorite eksikliğinden doğan
parçalanmış siyasi haritasını birleştirmede ve ilk Haçlı Seferlerinde kilit rol
oynadı.
Tuğrul Bey, Halifeliğe karşı yapılan Fatımi saldırılarını bertaraf etmesi
ve Bağdat şehrine yaptığı hizmetlerden dolayı 1058’de hem Doğu’nun, hem de Batı’nın
hükümdarı ilan edildi.
Tuğrul Bey’in dönemi sona erdiğinde, yerine Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan geçerek
Selçuklu Devleti’nin yeni sultanı oldu. Amcasının veziri Amidülmülk’ün yerine
Nizamülmülk’ü tayin etti ve batıya yönelik fetihlere başladı.
1064’te meşhur Ani Kalesi ile Kars’ı fethedince İslam aleminde büyük sevinç
uyandırdı ve dönemin Halifesi Kaim bil-Emrillah tarafından kendisine “Ebu’l-Feth”
lakabı verildi.
26 Ağustos 1071’deki Malazgirt Meydan Muharebesi’nde elde edilen zafer, Büyük
Selçuklulara Anadolu kapılarını aralamış oldu.
Sultan Alp Arslan öldüğünde, Türk hâkimiyetindeki topraklar Yaşgar’dan Ege
kıyıları ve İstanbul Boğazı’na, Hazar-Aral’dan Yemen’e kadar olan geniş bir
bölgeye yayılmıştı.
Alp Arslan’dan sonra yerine oğlu, aynı zamanda veliahdı Melikşah geçerek
Büyük Selçuklu Devleti’nin yeni sultanı oldu ve Tuşlu Nizamülmülk Hasen’der’in vezirliğinde
Selçuklu Devleti ile İslâm dinine çok büyük hizmetler yaptı.
Onun sultanlığında, Anadolu’nun fütuhatı hız kesmeden devam etti. Türk
boyları, İran, Arabistan, Suriye ve Filistin, Selçukluların idaresi altına girdi.
Selçukluların İslâm dinine ve insanlığa yaptığı hizmetler Bizanslıları ve Hasan
Sabbah’ı rahatsız etmişti. Ne kadar âlim ve kumandan varsa bir bir suikastla
öldürülmeye başlanmıştı. 1092’de önce Selçukluların meşhur veziri Nizamülmülk, Hasan
Sabbah’ın fedaisi bir Batınî tarafından, ardından da Sultan Melikşah
zehirlenerek şehid edildiler.
Melikşah’tan sonra tahta geçen Birinci Mahmud, iki sene sonra tahtı
Berkyaruk’a bıraktı. Dokuz sene sonra tahta çıkan Müizzeddin Melikşah ise aynı
yıl tahtı Muhammed Tapar’a devretti. On üç sene süren sultanlığının ardından Selçuklu
Devleti ikiye bölündü. Sultan Tapar’ın 1118’deki vefatından sonra Melikşah’ın
oğlu ve Horasan Meliki Ahmed Sencer sultan oldu, ancak tüm çabasına rağmen
devletin sınırları ve otoritesi hiçbir zaman Melikşah dönemindeki gibi olmadı.
Büyük Selçuklu Devleti’ni sıkıntıya sokan Karahitayların Maveraünnehr’i
işgal etmeleri sonucu bozulan ekonomiyi bahane ederek ayaklanan göçebe Oğuzlar,
Sultan Sencer’i 1153’te esir aldılar, iki yıl sonra da Sultan Sencer öldü. Büyük
Selçuklu Devleti böylece sona erdi ve Harzemşahların denetimi altına girdi.[i]
Merkezî otoritenin zayıflaması, kesilmeyen taht kavgaları, şehzade
ayaklanmaları ve Oğuz boyu isyanları, artan Haçlı Seferleri, Abbasî halîfelerinin
Selçuklu egemenliğinden kurtulmak istemeleri, sapkın Batınîlik hareketleri ile Fatımiler
ve Şiilerin devleti yıpratmaları, Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılma nedenleri
arasında sayılabilir.
Büyük
Selçuklu Sultanlığı yıkılsa da bugün üzerinde egemen olduğumuz toprakları bize
emanet etmeyi başardı.
Bahsi
geçen topraklarda yaklaşık bin yıldan bu yana, başta kendi milletimiz olmak
üzere masum coğrafyalara ve Müslümanlara aşımız, suyumuz, ekmeğimiz ve havamız
nasip oluyor.
Saydıklarımız
birer nimet; nimetlerin devamı ise şükür ister. Ama her ne olursa olsun, isyan ve
itaatsizlik etmeyi de gerektirmez.
Geçen
hafta gündeme tutunan üç hâdiseye yüzeysel dokunuşlar yapalım. Yüzeysel, çünkü
bu konuya değinen çokça meslektaşımız oldu. Kimi “Hâddini bil” dedi, kimi de alenen
destekledi.
“Minik
Serçe” lakaplı Sezen Aksu’nun birkaç sene önce çıkardığı “Şahane Bir Şey
Yaşamak” şarkısında geçen “Selâm söyleyin
o cahil Havva ile Âdem’e” sözleri, tartışmayı ateşleyen fitil görevi gördü.
İnsanlığın
atası ve ilk insan olan Hazreti Âdem aynı zamanda bir peygamberdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Hazreti
Âdem Efendimize ve Havva Validemize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri
yeri geldiğinde koparmak ve onlara hâdlerini bildirmek bizim görevimizdir”
diyerek tepkisini dile getirmişti.
Eleştirinin
ardından Aksu, “Beni öldüremezsin, sesim,
sazım, sözüm var benim. 47 yıldır yazıyorum, yazmaya da devam edeceğim” diye
tepki verdi.
Daha
bunun yankısı kesilmemişti ki bu sefer bir gazeteci sahneye çıktı. Daha doğrusu
ekrana çıkarıldı: “Sedef Kabaş”…
Tele
1’de yayınlanan programda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alarak, “Şuna inanıyorum ki, Recep Tayyip Erdoğan
dönüp şöyle siyâsî hayatına baksa... Kendisine bu toplum, bu halk, bu ülke çok
şans verdi. Çok iyi mâkâmlara getirdi, çok destek verdi, çok oy verdi, çok paye
verdi” şeklinde başlayan ve hakaret içeren sözlerle devam etti.
Kabaş,
“Cumhurbaşkanına hakaret” suçundan başlatılan soruşturma kapsamında önce gözaltına
alındı, ardından da sevk edildiği nöbetçi hâkimlikçe tutuklandı.
İstanbul
10’uncu Sulh Ceza Hâkimliğine çıkarılan Kabaş’a, aralarında çok sayıda CHP
milletvekili ile CHP İstanbul İl Başkanı Kaftancıoğlu’nun destek çıktığı görüldü.
Ama
bu destek bir işe yaramadı ve Kabaş, Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na
gönderildi.
Kabaş’ın
tutuklanmasının ardından CHP harekete geçerek, “Cumhurbaşkanına hakaret suç
olmaktan çıkarılsın!” diyerek bir kanun teklifi hazırladı. TCK’nın 299’uncu
maddesinin yürürlükten kaldırılmasını içeren teklifin nasıl sonuçlanacağını
merak ediyoruz…
Dilleri
aynı, dildekileri aynı
Aslında
dünle bugün arasında değişen pek bir şey yok. Dün askerî vesayetten beslenenler
ve rektörleri öne sürenler, bugün sanatçıları ve gazetecileri cepheye
sürüyorlar.
Tüm
yurdu etkisi altına alan İzlanda kaynaklı soğuk ve kar yağışlı hava, başta
kara, hava ve deniz yolu trafiğini felç etmiş durumda. Özellikle İstanbul’da
yaşanan mağduriyetler, İmamoğlu’nun gerekli önlemleri almamasının yanında bir
balıkçı restoranında görülmesi, gündemin ilk sırasına yerleşmesine sebebiyet
verdi.
Sıklıkla
dile getirdiği “16 milyonluk kentin başkanıyım” cümlesi, “84 milyonu yönetmeye
talibim” ifadesinin yansıması hükmünde okunmalı. Ancak eldeki veriler, İmamoğlu’nun
bin yıllık geçmişi olan ülkeyi yönetmede gerekli bilgi, birikim ve tecrübeye
henüz sahip olmadığı, kriz yönetmede de istenen seviyeye ulaşmadığı yönünde.
Kara
kışın ülkemizi Cuma günü terk edeceği söyleniyor, fahiş fiyat artışından doğan
ekonomik darboğazın ise ülkemizi ne zaman terk edeceği bilinmezler arasında
ikinci sırada bulunuyor.
Yeri
gelmişken, Sayın Cumhurbaşkanı’nın, “Emeklilerimizi
enflasyona ezdirmeyeceğiz” beyanı doğrultusunda, zarurî gıda fiyatlarının
yanı sıra, özellikle yüzde 50 ilâ yüzde 130 oranında artan elektrik ve doğalgaz
fiyatlarına müdahale edilmesinin kamuoyunda bir beklenti oluşturduğunu da
hatırlatmak isterim. Son elli yılın “en soğuk” günlerini yaşadığımız mevsimde
“kademeli tüketim” sisteminin mağdurları giderek çoğalıyor. Bunlardan biri
olarak sorunu dile getirmeye çalıştım.
Selâm
ile…