Büyük oyunun deprem fareleri

İşte böyle bir ahval ve şeraitte, devlet ve millet el ele vermiş, birlik ve beraberlik içerisinde seferberlik hâlinde! Deprem bölgesinde insanlar, STK’lar tüm güçleriyle, Devlet de tüm kurumlarıyla çalışıyor. Daha ilk günden Devlet’in tüm bakanları illere ikişer üçer dağılmışlar. Deprem bölgelerindeki ilçelerin her birinin başında ekibi ile birlikte Devlet’in valileri getirilmiş, koordinasyon sağlanıyor. Diğer tarafta leş kargaları bu gayretleri sekteye uğratmak ve kargaşa çıkarmak için klavye başında fırsat kolluyorlar.

“DEĞMEN benim gamlı yaslı gönlüme” demiş Kul Abbas. Ne güzel söylemiş!

“Bırakın da ıstırabımı yaşayayım, bana ilişmeyin” demenin yolunu ne güzel bulmuş. Hislerimize tercüman olmuş.

Bırakın da acımızı yaşayalım, insan gibi. Boğazımız düğüm düğüm, içimizde biraz sitem, biraz isyan, biraz tevekkülle kimi zaman ağlayarak, manzaraları gördükçe içimiz yarılarak… Enkaz altında kalmış bir çocuğun yerine kendimizi koyarak, tonlarca betonun altında nefes almakta bile zorlanan ve her geçen saat kurtarılma ümitleri azalan insanların çaresizliklerini içselleştirmeye çalışarak, onlar için gözlerimiz yaşlı dualar ederek… Bırakın! Bize ilişmeyin arkadaş.

Siz nasıl bir leşçisiniz, nasıl birer tetikçisiniz böyle arkadaş, bir de sizinle mi uğraşalım bunca derdimiz varken?

***

Birisi çıkar, arkasında iş makinaları ve kurtarma ekipleri harıl harıl çalışırken “Burada devlet yok” diye video çeker, paylaşır.

Birisi canlı yayında, ekranda askerler koşuştururken “Askerler neden sahada değiller?” diye çemkirir.

Birisi böyle bir günde AFAD’dan randevu ister. AFAD onca işi arasında randevu verse bir dert, vermese bir dert.

Birileri düğmeye basılmış gibi hep birden yağma teşebbüslerini bir anda başlatır.

Birileri “Baraj yıkıldı” yalanıyla halka panik salar, kurtarma çalışmalarını durdurur.

Birisi çıkarılan ölülerin yakıldığı yalanını tedavüle sokar.

Birisi enkaz altından önce AK Partililerin çıkarıldığını iddia edecek kadar alçalır. O aynı birisi masum bir hafız kardeşimize “İtfaiyecinin telefonunu çaldı” diye iftira atar.

Birisi Kızılay’ın kan stokları doluyken “Acil kan lâzım” diye çağrı yapar.

Biri tırların, belediyelerin, yardım ekiplerinin bölgeye girişinin yasaklandığını söyler.

Birisi gönderdiği iki kamyon için “Havaalanını biz tamir ediyoruz, gelin tutuklayın” der.

Birileri (neredeyse hepsi) bölgeye yardım için, bir taşı kaldırmak için, bir derde derman olmak için değil, halkı kışkırtmak, kargaşa çıkarmak için gelir.

Daha böyle yüzlercesi…

Kimsiniz ulan siz?

Devlet-millet, enkaz altındaki canları kurtarmak için zamanla mı yarışacak, yoksa sizin zırvalarınıza cevap vermeye mi çalışacak? Siz ne biçim bir alçaklar sürüsüsünüz böyle?

***

Bugün böyle bir yazı yazıyor olmaktan utanıyorum lâkin bu çakallar sürüsüne de meydanı boş bırakmamak gerek.

Kendi yağı ile kavrulan bir şirket olmamıza rağmen, daha ilk günden iş makinalarımız, jeneratörlerimiz, çadırlarımız, dronlarımız, termal kameralarımız, yer tespit cihazlarımız ve otuz kırk kişilik ekibimizle sahadayız.

Sahadan bilgileri birinci ağızdan direkt olarak almaktayız.

***

Öncelikle felâketin boyutu hakkında bir fikrimizin olması gerekiyor. Değerlendirmelerimizi ondan sonra yapalım.

Peş peşe yaşadığımız, resmî rakamlara göre 7,7 ve 7,6 ölçeğindeki (7,8 ve 7,7 de deniyor) bu iki deprem, yerleşim yerlerine yakınlığı, yüzeye olan mesafesi, art arda gelmeleri, kırılan fayın uzunluğu, yer değiştirme mesafesi ve sarsıntı süresi dikkate alındığında insanlık tarihinde bugüne kadar kayda geçen en şiddetli yer hareketi olarak tanımlanıyor.

Uzmanlara göre ortaya çıkan enerji miktarı “11,0” şiddetindeki depreme karşılık geliyor.

Depremde birinci derecede hasar gören şehirlerin yüzölçümü ve nüfusu, birçok Avrupa ülkesini ikiye, üçe katlıyor.

Deprem o kadar büyük bir enerji üretti ki sarsıntı sismik olarak Grönland, hatta Japonya’dan bile hissedildi.

Böyle bir depremin kendiliğinden, tabiî şartlarda oluşmuş bir deprem olup olmadığı bir başka yazımızın konusu olsun dostlar.

***

Birkaç sene önce Trakya bölgesinde Türkiye’nin en büyük veri merkezlerinden birisini inşâ ettik. 40 bin metrekare kapalı alanı olan o binanın temeline dört yüzden fazla sismik izolatör yerleştirdik.

Ne için, biliyor musunuz? “Bina 9,0 şiddetinde bir depreme dayanabilsin” diye.

Kahramanmaraş’ta yaşanan bu depremler, (Allah muhafaza) Trakya’da yaşanmış olsaydı, bugün “9,0 şiddetine dayanıklı yapıldığı söylenen veri merkezi 7,7 şiddetindeki bir depremde yıkıldı” haberlerini okuyor, dinliyor olabilirdiniz.

Muhtemelen de Devlet’in savcıları projenin müdürü olarak benim peşime düşmüş olabilirlerdi.

Tekrar ediyorum; yaşadığımız depremlerde ortaya çıkan enerji 11,0 şiddetindeki bir depreme karşılık geliyor.

Böyle sismik dayanımı yüksek bir binanın bile karşılayamayacağı şiddetteki bir depremde yurdumun mütevazı evlerinden yıkılmamalarını mı bekliyoruz?

Şunu da rahatlıkla söyleyebilirim: İstisnalar dışında yıkılan yeni binaların büyük bir çoğunluğunun yeni deprem yönetmeliğine uygun olarak yapılmış ve gerekli tüm denetimlerin ciddiyetle yerine getirilmiş olduğuna da inanıyorum.

Çünkü yönetmeliğin nasıl ciddiyetle takip edildiğini ve uygulandığını bizzat içinde bulunduğum projelerden biliyorum.

***

Japonya Tohoku Üniversitesinden Profesör Toda Shinji bakın ne diyor?

“Türkiye’de yaşanan deprem, bin yılda bir görülebilecek bir deprem. Böylesine büyük bir kabuk hareketi ancak bin yıl sonra görülebilir. Türkiye’deki depremde ortaya çıkan enerji, Kobe ve Komamoto depremlerinden on beş kat büyüktü.

Türkiye’deki son deprem Siçuan, Alaska, Yeni Zelanda ve Tibet depremlerinden bile daha büyük ve kötüydü. Üstelik saydıklarımdan üçü kırsal kesimde oldu ve can kaybı azdı.

Depremin merkez üssü yüzeye yakın olunca yıkıcı etkisi de büyük oldu.”

Depremin şiddetini anlatabilmek için bilim adamları Hiroşima’ya atılan atom bombasının ortaya çıkardığı yıkımı örnek veriyorlar.

7,7 şiddetindeki bir depremin karşılığı tam 132 adet atom bombasına denk geliyor. Siz buna 7,6’lık ikinci depremi de ilâve edin lütfen! Toplamda üç dakikaya yaklaşan toplam deprem süresini de hesaba katın!

***

Profesör Shinji, bu depremin Kobe Depremi’nden on beş kat şiddetli olduğunu söylüyor.

20 saniye süren Kobe Depremi, yerin 16 kilometre altında ve denizde oluşmuştu. Direkt karada olan bizdekinde ise bu mesafe sadece 6-7 kilometre ve iki depremin toplam süresi neredeyse üç dakika.

Kobe’de depremden etkilenen nüfus 1 buçuk milyonken, bizde bu rakam 13 buçuk milyon ve on farklı şehir!

Kobe’de depremden etkilenen 1 buçuk milyon insandan 6 bin 500’ü hayatını kaybetmiş ve 400 bin bina kullanılamaz hâle gelmişti.

Size net söylüyorum dostlar, bizdeki bu deprem(ler), aynı büyüklük, şekil ve sürede Japonya’da yaşanmış olsaydı, Japonya hakkındaki bütün düşünceleriniz yerle yeksan olurdu.

***

İşte böyle bir ahval ve şeraitte, devlet ve millet el ele vermiş, birlik ve beraberlik içerisinde seferberlik hâlinde! Deprem bölgesinde insanlar, STK’lar tüm güçleriyle, Devlet de tüm kurumlarıyla çalışıyor.

Daha ilk günden Devlet’in tüm bakanları illere ikişer üçer dağılmışlar. Deprem bölgelerindeki ilçelerin her birinin başında ekibi ile birlikte Devlet’in valileri getirilmiş, koordinasyon sağlanıyor.

Diğer tarafta leş kargaları bu gayretleri sekteye uğratmak ve kargaşa çıkarmak için klavye başında fırsat kolluyorlar.

İnsan değilsiniz ulan siz! Hele bu ülkenin insanı hiç değilsiniz! Millet can derdinde iken yağma peşinde koşan o alçaklardan bir gram farkınız yok sizin!

Hepinizi yazıyoruz kenara. Hele şu enkazı bir kaldıralım. Bütün bu yaptıklarınızın Millennium Challenge Tatbikatı ile başlayan Büyük Plân’ın birer parçası olduğunu ve sizlerin de bu oyunun gönüllü ve kurulmuş piyonları olarak görevinizi yapmakta olduğunuzu anlamadığımızı düşünmeyin.

Devlet yarına bırakır ama yanınıza bırakmaz. Sonuçta öldürmeyen şey güçlendirir. Söylemiş olayım!

Kalınız sağlıcakla efendim…