HİÇ
şüphesiz en büyük yatırım, insana yapılandır. Buradan maksat, dünyada ekonomik
zenginlik, bir meslek sahibi olmak veya büyük mâkâmlara gelmek değildir. Böyle
anlaşılır ise mevzu anlaşılmamış demektir. Bütün maddî kazanımlar, hayat
merdiveninin basamaklarından en fazla biri olabilir.
İnsanın en büyük zenginliği “olma”sıdır.
Olmak ölmekten zor olduğuna göre, anlık ve zaman gerektiren işlerin
karşılaştırılması ve doğru bir terazide tartılması gerekir. Anlık işlere en
önemli kritik örneğe doğmak ve ölmek verilebilir.
İnsanın doğması ve ölmesi arasındaki zaman
asıldır. Asıla tesir eden ise insanın olmasıdır. Olmayan bir asılsa ölmekten
beterdir. Çünkü olmayan asıl, her gün ölmek demektir. İşte bunun için ölen her
aslın bedeli büyük mahkemede görülecektir.
Asıl, özün verdiği sözü tutmadığında
öldürülür. Öldüren de, sözünde durmayan da aynıdır. Özün sözü, sözün sahibinde
karşılık bulmuyorsa insan olmaz, çürür ve sürünür.
Maddî fırsatlar birey için birer aracı ve
basamak iken, devlet ve milletler için birer kalkana dönüşebilir. Zira toplum
içerisinde bireyin özü aktif olur, sözünün hükmü minimalisttir. Bu nedenle
toplumun genelini ilgilendiren olaylar teknik donanıma ihtiyaç duyabilir. Zira
teknik işler birer kubbe görevi görürler.
Savunma sanayii alanında Türkiye’nin
yaptıkları topluma tesir ettiği gibi düşmanlara da korku salmıştır. Korkunun
altında yatan neden ise kodlarında yatan tecrübeyi hatırlayan Türkiye
düşmanlarıdır. Bu nedenle Türkiye teknoloji ve bilime son derece önem vermeli
ve asla bu uğurdan taviz vermemelidir.
İrfan kaybolduğunda bilim topal ördek gibi
olur. Yürür ama hedefe ulaşamaz. Toplumun göğsünü kabartan sanayi teknolojileri
motivasyona büyük katkı sağlar. Her şeye rağmen olaylar olmadan önce çözüm
üretmekte sorun yaşanıyorsa, kat edilecek bir irfanî mesafenin olduğu açıktır.
Aslın fen ve fend ayakları açık
olmaktadır. Fen ayağında bilim ve teknoloji öne gelirken, fend ayağında daha
çok aklın iptal edildiği, özün sözü dinlemediği oluşumlar peyda olur. Fend
noktasında mesafenin kat edilmesi ve fen alanında bilimin işareti ile aslında
aynı noktaya parmak basarlar: Cehaletten kaçış...
Evet, her taraftan aslın özü ve sözünün
bir olması, cehaletten sıyrılmakla mümkün görünüyor. Büyük düşmanın cehalet
olduğundan şüphe edilmemelidir. Büyük düşman, bir kangren ya da ayrık otu gibi
her tarafı sarmış durumdadır.
Bütün savaşlarda düşmanın lideri
öldürüldüğünde düşman askerlerin morali bozulur ve savaş kazanılır. Aklın
gösterdiği en önemli iş, bu “cehaletin” en büyük düşman olduğunu görmektir. Bu
görülmemiş ise zaten ilk kayıp verilmiştir. İkinci kayıp ise, cehaletin ilk ve
en büyük düşman olduğunu görüp gereken ilk adımın atılmamış olmasıdır.
Türkiye’de 2022 yılında yapılacak
üniversite sınavının ilk basamağına 3 milyon kişi girecek. Evet, 3 milyon kişi!
Böyle genç ve yüksek sayıda üniversite adayı potansiyeline sahip bir ülkede
eğitimin istendik düzeyde olduğunu ifade etmek güç olmasa gerektir.
Bunun iki ayağı görünüyor: Eğitim-öğretim
sadece fen olarak görüldüğünde Türkiye’de üniversiteye giden öğrenci sayısının
Almanya ve Avrupa’da üniversiteye giden öğrencilerin iki katı olması normal
değildir. Diğer bir durum ise, fend açısından gerekenlerin büyük cehalet
düşmanının alt edilememiş olmasıdır.
Avrupa’da fend açısından bir oluşum görmek
güçtür. Zira orası mekanik ve kapitalist bir sistem olduğundan daha çok sebep-sonuç
ile iş görmektedir. Türkiye’de ise değerlerin maddenin önünde olması gerektiği
gösterilmektedir.
Türkiye’nin en azından eğitim-öğretim
sürecinde bir “Eğitim-Öğretim Bilim Kurulu” kurulmalı ve acilen sorunlar tespit
edilmelidir. Ortaya konulan sorunların çözüm önerilerine geçilmeden
“Eğitim-Öğretim Bilim Kurulu”nun ortaya koyacağı sorunlar toplum nezdinde test
edilmelidir. Yani toplumun bunları sorun görüp görmediği, bir sonraki adımda
çözüm önerileri ve atılacak adımlar en az 100 yıllık bir soluk için
yapılmalıdır.