Büyük Dedem Ali

Kesik gözyaşlarımla uğurladım onu. Çok konuşurdum onunlayken, dinlerdi beni. Beni severdi. Vefatını anlamadım ve çocukça bir vedâm oldu ona. Yeni öğrendiğim harflerle bir müddet mektuplar yazdım. Toprağına çiçekler ekip başucuna kuşlar uğrasın diye su bıraktığımız zaman, onu ziyaret etmeye başladığımızda mektupları kestim.

KÖYDE bir delikanlı varmış. Dursun’un uçarı oğlanı, “Ali” oğlanmış adı. Köyü birbirine katan bu oğlanı herkes tüm Ali’liğine rağmen pek severmiş. Sözünün eri, ağzı selâm taşıyan, dik duruşlu bir delikanlıymış Ali. Köyde sırlar ve emanetler Ali’ye verilirmiş. Pek de yağız, pek de yakışıklıymış. Sarı saçları, masmavi gözleri, servi boyu köy kızlarının dilindeymiş.

Ali 16 yaşında evlendirilmiş öksüz Çakır ile. Bir görseniz, Çakır güzeller güzeli bir kız; ismini gözlerinden almış. Hakikatte Çakır’ın başka bir ismi varmış; ismini babası koymuş fakat Çakır’ın gözlerini gören, başka isim yakıştıramamış ona. Babasını toprağa verdiğinde, serpilip genç bir kız olduğunda adı konulmuş böylece, unutulmuş kulağına fısıldanan. Fakat o çakır gözlerde Ali’nin gönlü yokmuş, hiçbir zaman olmamış. Ali, Senem’e vurgunmuş. Senem bembeyaz, pamuk gibi yüzünü oyalı tülbentlerle çerçeveleyen bir genç kız imiş. Tanıyorlarmış birbirlerini fakat Senem, Ali’nin aşkını bilmezmiş. Habersizmiş ondan. Hem bilse ne olacakmış, gönlü yokmuş ki Ali de. Ali’nin düğününde süslenip püslenip oynamış bile Senem. “Ali ağabey” dermiş ona.

Ali askere gideceği vakit koymuş aklına, askerden döndüğünde Senem’i kaçıracakmış. Askerdeyken aylarca kafasında kurmuş yaşanacak olanları. Ve saydığı günler bitmiş, dönmüş askerden. Gece kuşlarının, serin akşamların ağırlandığı bir günün sonunda bir gece toplanmışlar Ali, kardeşi Mehmet ve birkaç arkadaş. Senem’in yetimliğine güvenip tereddütsüz basmışlar evi. Evde yalnızca üç kadın varmış; Senem, Hafize ana ve Sultan yenge… Ev zifiri karanlık… Bir hengâme koparmışlar gül gibi hanede. Senem yerine çuvala koymuşlar Sultan yengeyi. Fokurdayan kazanın içinde kimin aklına gelecek gaz lâmbasını ateşlemek? Sultan yenge koparmış bir kıyamet: “Ben Senem değilim, ben Senem değilim!” İnanmamışlar önce. Sonra kibrit çakmış içlerinden biri, yüzüne tutmuş Sultan yengenin. Kibrit ateşi aydınlatınca yüzleri, diğer iki kadına hücûm etmişler ki o iki kadın sarmaş dolaş. Birini alsan öbürü de gelecek beraberinde. Bir bütün gibi kenetlenmiş ana kız.

Hafize Ana bırakmamış Senem’i. Mehmet, ana kızı ayırmak için epey vakit uğraşmış, annenin kollarına vurmuş hep. O kollar morarmış, kanamış. Vay hain Mehmet! Kaçırmışlar gül kız Senem’i. Senem yol boyunca ağlamış. Kime ya da nereye kaçırılmıştı acaba Senem? Bunu bilmekten bile noksanmış. Yalnızca bir tanıdığı varmış yabancı adamların arasında, Ali’ymiş o. “Ali ağabey, beni sizin eve götür ne olursun!” deyivermiş. Ali, “Ağlama Senem” demiş.

Senem’in kaçırılma haberi tıklatmış köyün tüm kapılarını tek tek. Ali, Mehmet ve arkadaşları kaçırmış Senem’i. Çakır, Mehmet’in eşi Ayşe geline o gece, “Mehmet kız kaçırmış, evdeki işler de sana yük gelirdi Ayşe gelin” diyerek basmış kahkahayı. Ah ki, haberin aslını duyunca Çakır, zift gibi bir sessizlikle hızla toparlanmış, tülbendini çenesinin altına alelacele sıkıştırıp eve doğru hınç dolu adımlarla yol almış.

Üç ay hapis yatmış Ali, Senem için. Çakır’a haber yollamış. “Bu canını yakacaksa, ben sana yine sahip çıkarım; istersen git, istersen kal” demiş. Çakır iki çocuklu kadın, “Kalırım Ali” demiş. Hafize ana mahkemelere çıkmış, bağırmış çağırmış “Ali oğlan kızımı kaçırdı!” diye. En sonunda Senem, Ali için “Ben kaçtım” demiş mahkemede. Dâvâ düşmüş. Nikâh yapılmış Senem ile. Büyük bir ev yapmış Ali köye. Beraber yaşadıkları yıllar boyunca o han gibi evde Senem hep mahzun kalmış; fıtratı onu daima temiz, ince ve kırılgan kalmaya mecbur etmiş. Çakır onu suçlamadan o kendini suçlamış önce. Çakır bilenmiş ona ömrü boyunca ve çocuklarını bilemiş Senem’e karşı. 

Senem de dualar etmiş, uyarmış karnında büyüttüğü çocukları: “Sakın ola kalbinizde öfkeye yer vermeyesiniz, kardeşsiniz siz ve biz aileyiz.” Dokuz çocuk büyümüş o evde. Hiç bitmeyen bir devinim ayakta tutmuş o haneyi.

Dedem Ali, anneannelerim Senem ve Çakır… Küçüktüm fakat anımsıyorum, önce Çakır anneanne vefat etti. Dedem çok üzüldü ve yaşlandı. Ardından Senem anneannem de vefat edince, dedem o koca evde kimsesiz kaldı, çokça yaşlandı. İki hanımı da yapayalnız koyunca onu, daha fazla kalamadı buralarda. Dedem Ali buradan göçtüğünde 65 yaşındaydı, ben 7… Kesik gözyaşlarımla uğurladım onu. Çok konuşurdum onunlayken, dinlerdi beni. Beni severdi. Vefatını anlamadım ve çocukça bir vedâm oldu ona. Yeni öğrendiğim harflerle bir müddet mektuplar yazdım. Toprağına çiçekler ekip başucuna kuşlar uğrasın diye su bıraktığımız zaman, onu ziyaret etmeye başladığımızda mektupları kestim.

-Evlât, turuncu elbisen çok yakışmış! Saçların bugün pek güzel, pek bukleli…

-Dedeciğim, çok güzel gülümsüyorsunuz bana, teşekkür ederim…

Ali’ye, Çakır’a ve Senem’e rahmet ve duâ ile…