Bürokratik engeller niçin bitmez?

Astına “âmir” pozisyonunda, üstüne ise “emre amâde” görünüp her işin şahsından kaynaklandığını zannetmek ve göstermek... Siyaset, bu tür bireyleri sevdiği için kendi sonunu da hazırlıyor bilmeden. Şöyle bir bakalım, dönüp dönüp aynı kişiler sistemde dolaşıyor. Bu büyük yanlış ivedilikle terk edilmelidir.

SÖZLÜKTE kelime anlamı olarak, “devlet kurumlarında çalışan üst düzey yöneticiler topluluğuna” bürokrasi, bürokraside yer alan her bir bireye de “bürokrat” denir. Mecaz anlamda ise “devlet kurumlarında kırtasiye işlerini öne sürerek işlemleri zorlaştırma süreci” bürokrasi diye tanımlanır. Osmanlı bürokrasi sistemini oluşturan çeşitli dairelerin görevlileri hakkında “kalemiye” terimi kullanılmıştır.

Kelime detayına bakıldığında “bürokrasi” (bureaucracy) kelimesi devlet işlerinin yapıldığı ofisler anlamındaki “bureau” ve iktidar/hâkimiyet anlamına gelen “cratie” terimlerinden oluşmuştur. Buna göre bürokrasi, devlet dairelerinin hâkimiyet ve iktidarını ifade için kullanılmaktadır. Türkiye’de de bürokrasi kelimesine hayatın her aşamasında aşinalık vardır.

Bürokrasinin genel olarak “hiyerarşik organizasyon, katı kural ve düzenlemelere ait yönetim tarzı” şeklinde anlaşılması yaygındır. Her biri kendine özgü sorumluluk ve yetki alanında uzmanlaşan bölümlerin bütünü de bürokrasi kapsamına girer. Bu pencereden bakıldığında “bürokrasi” terimi, bir devlet kuruluşunun veya büyük bir kurumun kurallarını, düzenlemelerini ve politikalarını uygulamak ve yönetmekle sorumlu memur ve yöneticilerden oluşan kolektif organı ifade eden, olumlu yönlerin üst düzeyde olduğu yapıya işaret eder. Bu nedenle torik olarak bürokrasi, devlet kurumlarında, büyük şirketlerde ve diğer büyük kuruluşlarda bulunur.

Alışık olunan şekliyle bürokrasi “kendi” hâkimiyetini oluşturup devlet, şirket ve diğer kuruluşlarda “hâkim/egemen söz sahibi” olmak ister. Şirket ve diğer kuruluşlarda bürokrasinin olumsuz yönü pek görünmez, zira buna izin verilmez. Devlette ise işler biraz farklılık gösterir. Görevliler kanun ile koruma altında olduğunda işlerin olabildiğince keşmekeşe dönüşmesi her zaman mümkündür. Diğer bir ifadeyle, siyasetin iç ve dış değişkenleri bürokrasiyi etkiler. İç değişkenler iktidarı yerleşik devlete (bürokrasiye) kaptırmış, bu nedenle de bürokrasi “kendi” hâkimiyetini oluşturmuş görünüyor.

Karar vermede etkin olmaları, protokolün takibinden sorumlu olmaları, bürolar arasındaki uyumun yavaş olması, verimsizliğin teşvik edilmesi, işlerde gecikme ve aksamalara neden olunması bürokrasinin olumsuz bir yapı gibi görülmesine neden olmuştur. Bürokrasi olmadan işlerin yürümesi neredeyse imkânsız olacağından, bunun farkında olarak bir güç hâline gelmiştir. Son seçimler alınan sonuçlarsa tam da bunun bir sonucudur.

Bürokrasi konusunda çok sayıda teori, fiil ve eylem ortaya konulabilir. Ancak ülke açısından bürokrasinin niçin bitmediğine eğilmek gerekir.

Ülkemizde bürokrasinin bir çileye dönüşmesinin üç ana sebebi vardır. Hangi kurum ve daire olursa olsun, bu üç sebep günümüzde de devam etmektedir.

 

 

Niteliğin niceliğe feda edilmesi siyasetin doğasında olduğundan çok dikkatli olunması gerekir. Zira siyaset günümüzde çok büyük oranda menfaat üzerine döndüğünden, iktidarın yerleşik düzene kaptırılması çok kolaydır.

 

Bürokrasi neden çileye dönüşüyor?

Bürokratik engellerin bitmemesinin birinci nedeni, işlerin istenen şekilde yürümeyeceği endişesidir. İkincisi ise, kolay şekilde günü doldurmak isteği, işlerin yorucu olmadan hâlledilmesi ve şirin görünme kaygısıdır. Üçüncü engel ise yönetimin, bürokratların kişisel ve de geleceğe dair işlerini şahsî menfaat olarak öne çıkarmalarıdır.

Bürokrasinin birinci engel pozisyonu, yerleşik düzene teslim olma durumudur. Eğer dip dalga hâkim değilse, bürokratlar işlerin daha iyi gideceği telkiniyle direnç göstermektedirler. Yeniliğe kapalı olunması ve statükonun korunması için bu şarttır. Atanan bürokrat, işin kendisini yormaması ve işlerin yetişmesi endişesiyle “hiçbir şeyin istenen şekilde yürümeyeceği” dayatmasına teslim olmaktadır. Bu şekilde bir teslimiyet, bir müddet işlerin yolunda gitmesini sağlar ancak otoritenin altı oyulmaya başlanır. Her kim olursa olsun, atanan bürokratların çok büyük kısmı böyle bir yolu tercih ediyor. Çünkü işlerin bu şekilde gitmesinden memnun oluyorlar.

Bürokraside egemenlik iki şekilde olur: Birincisi karşılıklı çıkarlara dayanan egemenlik, diğeri ise otorite ilişkilerine dayanan egemenliktir. Otoriteyi elinde bulunduran bürokratlar küçük çıkarlarla asıl bürokratın işlerini yürütmeyi tercih ederler. Otorite yolundan işlerin düzelmesini isteyen bürokratsa siyaset, akrabalık, tarafgirlik gibi bir yere aidiyet hissi nedeniyle taleplerle karşılaşır. Bu talepleri karşılamaması durumunda endişelenir. Böyle bir düzlemde atanan bürokrat, içeride alt bürokratların işlerini yaparak kendisine gelen taleplerin karşılanması amacını güder.

Niteliğin niceliğe feda edilmesi siyasetin doğasında olduğundan çok dikkatli olunması gerekir. Zira siyaset günümüzde çok büyük oranda menfaat üzerine döndüğünden, iktidarın yerleşik düzene kaptırılması çok kolaydır. Bu durumda makam ve mevkidekiler ehil mi, değil mi bakmadan, beytü’l-mâl tarafgirlik pençesinde kalır.

Bu durumu bir canlı örnekle açık edelim: İki türlü büyük handikap işlevini koruyor ki birincisi küçük şehirlere hükümet tarafından gönderilen bürokratın halk ile iletişimi kesip küpünü doldurarak kaçmasıdır. Böyle bir tercih neden yapılır, anlamış değilim. Bindiği dalı kesmekten başa bir şey değildir bu. Bir şehirde vekil, belediye başkanı, il başkanı, il meclis başkanı, il eğitim müdürlüğü, sağlık müdürü, hastane müdürü hep akraba olunca, bürokratların sisteme hâkim olması kaçınılmaz olur.

İkinci engel pozisyonunda statik durum tercih edilerek taleplerden uzaklaşmak ve şirin görünmek endişesi vardır. Çünkü nefis bağlamında az çalışıp çok kazanmak hırsı yatar. Bu durum fizik evrende minimum iş ile maksimum veri elde etme yoludur. Diğer bir ifadeyle, doğa ve evren en kestirme yolu tercih ederek estetik yolundan gider. Yapılacak işlerin olduğu yerlerde böyle bir durum çok tehlikelidir. Bu tür oluşumlar halktan kopmayı da beraberinde getirir. Halk için halka rağmen olaylar işlemeye başlar. Bürokrat ideal takılmaya başlar ve böyle işlere direnç gösterebilir, ancak böyle durumlarda da işler ciddî derecede aksayacaktır. 

İşlerin yolunda gitmesi ve iyileştirilmesi halkın talebi olduğundan, bu durumda bürokrat ikilem içerisine düşecektir. Hiçbir zaman isteneni yapamayacaktır. Otorite, halk ve alt bürokrat arasında kalan üst bürokratlar görev sürelerinin dolmasını beklemeyi tercih edeceklerdir. Bu şekildeki bürokrat “politik” davranma yolunu seçerek niceliğin egemenliğine teslim bayrağını çekecektir. Bizim gibi toplumlarda demokrasi tavandan tabana doğru olduğu için, üstten emir gelmediği müddetçe halkın talepleri çok fazla kabul görmez. Tükenmişlik sendromu bu şekilde başlar.

Üçüncü engel ise bürokratların kişisel kaygılarıdır. Gelecek kaygısı, küpünü doldurma kaygısı ve bir üst makama sıçrama kaygısı bürokratın bulunduğu yerdeki en büyük dipsiz kuyudur. Özellikle kişisel kaygılar bir bürokratın en büyük hatasıdır. Bunun yanında bürokratın işe uygun olup olmadığı noktasındaki doğru isim olup olmadığı tartışması da işin cabasıdır. Zira kamu kurumları kişilerin arzu ve isteklerinin gerçekleştirildiği yerler değil, hizmetlerin tabana yayılması gereken yerlerdir. Kişisel kaygılar, hizmetlerin bürokrattan tabana yayılmasında kişisel kaygıları olan bürokratlar tarafından birer mahpushaneye çevrilen en büyük hatalardır.

Bürokratik engellere çok sayıda örnek gösterilebilir. Bunların ortadan kalkması için de çok sayıda çözüm önerisi de getirilebilir. Bürokrasinin ortadan kalkması için yukarıda sayılan engellerin ortadan kaldırılması gerektiği açıktır. Nitelik niceliğe feda edilmeden, bireysel emeklerin kamuda konuşlandırıldığı ve altın tepside hak etmeyene hak verilmesinin önüne geçilmesi olmazsa olmazlardandır. Bunun yanında, sistemin statik durumdan dinamik bir yapıya çevrilmesi ve kabiliyetlerin sistem içerisinde hizmete dönüşmesinin iltifat şekline gelmesi gerekir. Aksi durumda değil yirmi yıl, yüz yıl bile geçse, bir değişiklik durumunda kazanımların hepsinin kaybedileceği unutulmamalıdır.

Bir görevi yapabilecek çapta olup herhangi bir makam sahibinin akrabası olmayan birileri mutlaka vardır

Bir yönetim için esas olan, insanların memnuniyetidir. Yönetim şekli ne olursa olsun, bir insan kendi vicdanından memnun ise sisteme “Devam!” der. Demokratik sistemlerde, parlamentonun ve atanan bürokratların olduğu yerlerde siyasetin güçlü olması gerekir. Siyaseten güçlü olmayan sistemler iç ve dış tehditlere açık hâle gelir.

Her şeye rağmen bizim gibi ülkelerde iktidar, iç ve dış düzenin takibindedir. Dış takipçiler birkaç güçlü hegemon ülkeyken, iç takipçiyse bürokrasidir. Dış değişkenler/takipçiler malûm, her fırsatta hançeri saplamak istedikleri için güvenlik endişesine içeriden destek aramak zorundalar. 15 Temmuz ile bu azaldı ancak bu kez de içerideki yerleşik bürokrasi iktidarı ele geçirdi aslında.

Türkiye’de bürokrasi, yerleşik devlet şeklinde her zaman canlıdır. Son yapılan seçimler bunun en belirgin örneğidir. Atamalardaki yanlışlığın en büyük etkeni, içeride yerleşik bürokrasidir ve bu olumsuz sonucun oluşmasında başarılı olmuştur.

Bir ilde, o ilin mevcut potansiyeli varken dışarıdan yapılan atamaların çok büyük kısmı yanlıştır; toplumun bünyesi bunu kabul etmiyor. Her şehir kendine yetecek kadar insanı yetiştiriyor zaten. Ancak binlerce insan dururken şehri bilmeyen, şehrin sorunlarını temelden tanımayan, ikili ilişkiler sayesinde atanan bürokratlar, devleti yönetenler ile halkın bağını kesiyor. Yirmi yıl önce yola çıkıldığında ev ev dolaşan, halkın sofralarına oturup hasbihâl eden o yapıdan son model lüks otomobillerle gösteriş yarışına giren bir döneme geçildi. Başlangıçta taşın atına elini koyanlar kenar ve çevredeki bireylerden oluşuyorken, işin kaymağını yemek için yanlış ve özellikle de şehir dışından yapılan atamaların yanında bir de şehrin zenginlerinin sisteme dâhil edilmesi, hazin bir durum olarak o taşın altına elini koyanları sistemden dışlamıştır.

Bürokratik engellerin aradan kalkması için üç yolun takip edilmesi gerekir: Birincisi, işi teknik destekle yürütebilecek liyakat ve nitelik sahiplerinin sisteme dâhil edilmesi lüzumudur. Böyleleri sisteme dâhil edilebilir mi, emin değilim; ama edilemezse sistemin tıkanıklığı ortadan kalkmayacak ve bürokrasi değil, devleti tamamen teslim alacaktır. Onun bunun akraba veya tanıdığını kitleler şeklinde sisteme katmak millet tarafından asla kabul görmemiştir. Bürokratlar merkez iradeyi yanıltmıştır. Belediye başkanlarının vekil, vekillerin belediye başkanı yapıldığı, sürekli aynı kişilerin makamlarda gezdirildiği mekanizmadan vazgeçilmelidir. Bir görevi yapabilecek çapta olup herhangi bir makam sahibinin akrabası olmayan birileri mutlaka vardır.

Ayrıca şahıslara göre yasa ve yönetmelik değiştirilmemelidir. Şartları sağlamayan bir bürokratın bir üst makama geçmesi, sırf o şahsın atanması için yasa veya yönetmelikte değişiklik yapmaktan ivedilikle vazgeçilmelidir. Madem böyle biri o makama layıktı, neden makamın gereklerini yerine getirememiş, neden atanıyor? Böyle bir durum, milletin vicdanını yaralar ve böylesi bir durumu millet affetmez.

Böyle biri, istediği makama yönetici olamıyordu, sonrasında başka bir isimle kendisi özellikle çalıştırıldı ve sonunda o makama ataması yapıldı. Sonra şehirde o makamdan sorumlu bir başkası, en tepede bulunan bir diğer tepe makama terfi ettirildi. Daha sonra ülkenin tamamını ilgilendiren çok kritik bir makama daha getirtildi. Bundan sonra da bu isimlerin de yer aldığı bir kuruldaki en önemli kişilerden biri olması için uzmanlık alanı dışındaki birimlerin en tepesine, şimdilerde ise çok daha başka bir makama getirildi. Oysa bu aziz ülkede her işe getirilebilecek mutlaka birileri vardır. Bu türden çözülmeyen sorunlar ekonominin önünü de tıkar. Liyakatli ve nitelikli bürokratlar her defasında yeni yollar açılmasına öncülük edeceklerinden, yanlış yapılan her atama birer parmaklık hükmündedir.

Yine bir başka örnek olarak aktarmalıyız ki, Türkiye o kadar çok atılım ve devrim niteliğinde çalışmaya imza attı ki maalesef bunların tanıtımı doğru dürüst yapılmadı. Buradaki en büyük sorumlular da yanlış atamalarla görev alan bürokratlardır. Devrim niteliğindeki yollar, savunma sanayii teknolojileri gibi binlerce yatırım TV ekranlarında başkaları tarafından millete anlatıldı.

Bürokratik engelin ortadan kaldırılması için ikinci bir yol, işini seven veya sevdiği işi yapan bireylerin sisteme dâhil edilmesi gerektiğidir. Günü doldurmak, işlerin yorucu olmadan hâlledilmesi ve bir yerlere şirin gözükmek için yapılan her iş, aslından kopup özden ayrılacak ve sadece kabuk olarak kalacaktır. Gözü sadece işinde olan kişi, emek verir ve farklı taraflara şirin görünme derdine girmez. Özellikle bürokratik makamları kullanarak, birilerinin sırtına basarak yükseklere çıkmak veya vekil olmak istemez. Bu kapıların açık tutulması gerekir. Şu an bu kapılar maalesef kapalıdır. “Nasıl olsa idarecidir, işi bilmesine gerek yok” mantığı ile yapılan atamalarda istenen sonuca erişmek kolay değildir. Bürokratik engeller böyle durumlarda aşılamaz; yönetici, amir veya bürokratın o işi anlaması gerekir. Çevremizde görüyoruz, bir şekilde siyaset kanalıyla bir dala tutunmuş, oturmadığı makam kalmamış. Bu vebal nasıl ödenecek?

Bürokratik engellerin ortadan kaldırılması için diğer bir önemli konu ise bürokratların kişisel gelecek kaygısını makam üzerinde taşımasıdır. Bu öyle bir durum ki, bürokrat, kurumdaki sistemin çökmesine neden olabilir. Bu tür bürokrat, yerleşik düzene ayak uydurup sisteme dâhil olup da ekip olunması gereken yerlerde kendini tek otorite olarak konumlandırmak için diğer çalışanları ikincil plâna iter ve çalışma düzenini bozar. Çalışma ekibindeki kişiler böyle bir durumun sürdürülmesi hâlinde tepkiyi sandığa yansıtabilirler. Nitekim son hâdise böyle olmuştur. Bu nedenle atanan bürokratlar, işlerini lâyıkınca yapıyorlar mı, yapmıyorlar mı, takip edilmeli ve istendik performans alınamazsa sürelerini doldurmadan görevlerinden uzaklaştırılmalıdır.

 

Arsa, tarla, ev, araba, makam gibi kabuk meselelerini acilen terk ederek, dâvâ adamlarının sisteme dâhil edilmesi şart görünüyor. Aksi takdirde millet yeni bir dâvâ gemisi aramaya başlayacaktır.

 

Sonuç

Zaman gösterdi ki, mevcut bürokratların en az yüzde sekseni değişmelidir. Aksi durumda bir ümit beslenmemelidir. Zira bu durum bürokratların yetersizliğinden ziyade toplum bünyesinde doku uyuşmazlığı oluşturmuştur.

Klişeleşmiş ve herkesin malûmu olan bir ifade var: “İşe insan alınmalı, insana iş bulunmamalı.”

Bu basit mantığı bürokrasiye doğrudan uygulamak bile bir nefes aldıracaktır. Türkiye’nin bu anlamda en büyük sorunlarından biri, bürokrat veya yöneticileri “evrak imzalama memuru” olarak görmektir. Bundan acilen vazgeçilmelidir. Böyle bir sistemde atanan biri, atama makamına yakın bireyleri pasifize edip kurumun tek hâkimi olarak görmeye başlar kendisini. Bu ise hüsrandır. Bu tür bürokratik işlerde en tepedekilerin o kurumda en becerikli, liyakatli, ehliyetli ve nitelikli bireylerden seçilmeleri gerekir. Bu aşamada “güven” çok önemlidir ama koskoca Türkiye’de güvenilecek insan sadece bir elin parmakları sayısı kadarsa vay hâlimize!

Bu tür bürokrasinin çok kolay bir taktiği vardır: Astına “âmir” pozisyonunda, üstüne ise “emre amâde” görünüp her işin şahsından kaynaklandığını zannetmek ve göstermek. Siyaset bu tür bireyleri sevdiği için kendi sonunu da hazırlıyor bilmeden. Şöyle bir çevreye bakalım, hep aynı kişilerin varlığını veya başka yerden atanan kişiler olduklarını göreceksiniz. Dönüp dönüp aynı kişiler sistemde dolaşıyor. Bu büyük yanlış ivedilikle terk edilmelidir.

Neticede yukarıdaki satırların ana düşüncesini baştaki kodlara dönerek özde bulmak gerekiyor. Arsa, tarla, ev, araba, makam gibi kabuk meselelerini acilen terk ederek, dâvâ adamlarının sisteme dâhil edilmesi şart görünüyor. Aksi takdirde millet yeni bir dâvâ gemisi aramaya başlayacaktır.