GENEL anlamda bürokrasiyi “devlet” olarak isimlendirdiğimiz büyük çarkın dişlileri, bürokratları da bu çarkın dönmesinde rol alan kişiler olarak görebiliriz. Bunlar çoğunlukla yönetici olarak düşünülseler de, yöneticilerin emri altında çalışan ve herhangi bir kimsenin amiri olmayan kişiler de bürokrasi içerisinde sayılabilir.
Temelde devleti yönetenler üzerinde “seçilmişler ve atanmışlar” olarak ikili bir ayırım yapılır. Seçilmişler halkın ya da bir grubun seçerek bir pozisyona getirdiği kişilerdir. Atanmışlar ise yetkili kişi ya da kurullarca tercih edilerek bir göreve getirilen kişilerdir. Hem atanmış, hem de seçilmiş kişiler bir şekilde “devlet” dediğimiz büyük çarkın işleyişinde çeşitli rolleri yerine getirmektedirler.
Bürokratlar, devlet mekanizmasının insan unsurunu oluştururlar. Devlet dediğimiz sistemi oluşturan hangi unsur varsa, bunların hepsi insan tarafından yönetilir ve şekillendirilir. Hâl böyle olunca, bir organizasyon, biçim ve düzen çağrışımı yapan bürokrasinin içinde yer alan şahısların özellikleri, devlet sisteminin işleyişine birinci elden etki etmektedir.
Bürokrasinin içinde yer alarak devleti temsil eden kişilerin hangi niteliklere sahip olması gerektiği, tarihin bütün dönemlerinde tartışılagelmiştir. Türk-İslâm geleneği içinde bu türden konularda eserler bırakan (Yusuf Has Hacib, Farabî, Nizamülmülk, Kınalızâde Ali Efendi gibi) düşünürlerin tavsiyeleri ortak bir temada toplandığında, “adalet, hikmet, cesaret, ölçülülük, ehliyet/liyakat, istişare” gibi bugün herkesin dilindeki erdemler ortaya çıkmaktadır.
Türk bürokrasisi açısından bakıldığında Osmanlı Devleti’nin gerileme sürecine girdiği zamandan bu yana devlet sistemindeki bozulmaya ve devleti yönetenlerin hatalarına dikkat çeken tartışmaları görmek mümkündür. Devletin gerilemesiyle bürokrasinin bozulması paraleldir; ikisi de birbirinin hem nedeni, hem sonucu olarak düşünülebilir.
Osmanlı’nın son iki yüzyılından bu yana hâlâ idealize ettiğimiz bir bürokrasi modeline kavuşmuş değiliz. Farklı sorunlar olmakla beraber, önemli bir konunun da “bürokratik sistem içerisinde millî olmayan görüntülerin ortaya çıkması ve bunun devlet sistemini zaafa uğratması sorunu” olduğu söylenebilir. Ülkeyi bölmeye ve parçalamaya niyetlenmiş kişilerin devlet mekanizmaları içinde yer alabilmesi, devlet görevlisi olduğu hâlde elde ettiği imkânları amaç dışı kullanma ya da başka devletlerin kötü emellerine hizmet etme gibi bazı devlet görevlilerinde zaman zaman zuhur eden millî şuursuzluk ve ihanet hâli, Türk bürokrasisinde ele alınması gereken ciddî bir meseledir.
Sultan İkinci Abdülhamit’in Meclis-i Mebusan’da ülkeyi paramparça edecek tartışmalar yapan milletvekillerini görünce meclisi tatil ettiği bilinmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın döneminde de milletvekillerinin, belediye başkanlarının ve devlet görevlilerinin bu türden tartışmalar yaptığını görüyoruz. Son olarak 31 Mart 2024 Seçimlerinde terör yandaşlığı ve bölücülüğü tescillenmiş bazı kişilerin belediye başkanı olarak seçildiğine şahit olduk. Bu örnekler seçilmiş ya da atanmış olsun, devleti yöneten kim varsa, ülkemizin geleceği için bir millî şuura sahip olmasının gerekliliğini ve önemini ortaya koymaktadır.
Peki, bürokrasi nasıl millî olur? Ya da millîlik nedir?
Bu, aslında bir şuurdur. Herhangi bir şeyi millî yapan şey, ait olduğu ülkenin tarihine, coğrafyasına, kültürüne, değerlerine, insanlarına yönelik aidiyet ve sahiplenme duygusudur. Herhangi bir görevi icra ederken ülkenin menfaatlerini düşünmek, ülkesinin huzur ve refahı için çalışmaktır. Ülkesinin uluslararası arenadaki imaj ve itibarını korumak, iyileştirmek ve yükseltmektir. Yine ülkesi söz konusu olduğunda gerekirse kendi menfaatlerinden vazgeçmek, maddî ve manevî imkânlarından fedakârlıkta bulunmaktır.
Gerek atanarak, gerekse seçilerek, devletin çeşitli kademelerinde görev yapacak kişilerden bir millîlik eleğinden geçirilmesi gerekmektedir.
Ünlü yönetim bilimci Henry Mintzberg’in bir organizasyonda oluşturulan yapıyı koordine etmek için önerdiği altı ilke bulunmaktadır. Bunlar; “karşılıklı ayarlama, doğrudan denetim ve iş süreçlerinin/çıktıların/niteliklerin ve normların standartlaştırılmasıdır”. Bu stratejilerden biri, birkaçı ya da hepsi bir organizasyona çekidüzen vermek için kullanılabilir. Eğer bir sisteme millî şuur aşılanacaksa, bu altı konu üzerinden bir strateji geliştirmek gerekir.
Ülkeyi bölmeye ve parçalamaya niyetlenmiş kişilerin devlet mekanizmaları içinde yer alabilmesi, devlet görevlisi olduğu hâlde elde ettiği imkânları amaç dışı kullanma ya da başka devletlerin kötü emellerine hizmet etme gibi bazı devlet görevlilerinde zaman zaman zuhur eden millî şuursuzluk ve ihanet hâli, Türk bürokrasisinde ele alınması gereken ciddî bir meseledir.
Bu altı ilkeyi kısa kısa açıklayalım…
Karşılıklı ayarlama: “Devlet” dediğimiz sistemin içinde yüzlerce alt sistem bulunmaktadır. Bu sistemlerin kendi aralarında uyumunun sağlanması gerekir. Bunun için sistemin birbiriyle etkileşiminin önünün açılması lâzımdır. Devletin içinde yer aldığı hâlde sisteme entegre olmamış alt sistemler millîlik açısından problemlere neden olacaklardır. Her kurumun başka telden çaldığı yerde millî bir devlet sisteminden bahsedilemez. Bir kurumsal yapının anormalliklerini diğer kurumlar törpüleyebilmelidir.
Doğrudan denetim: Devlet sisteminin içinde yer alan kurum ve kuruluşlar, devletin belli mekanizmaları tarafından kendilerine çizilen yetkiler çerçevesinde denetlenir. Yasama (TBMM), Yargı (bağımsız mahkemeler) ve Sayıştay denetimi ilk akla gelmekle beraber, Devlet Denetleme Kurumu, yürütme ve iç kontrol mekanizmaları gibi denetim sistemleri de bulunmaktadır. Denetim mekanizmalarının ölçütlerinden biri de “millî şuur” olmalıdır. Yapılacak yasal düzenlemelerle devlet adamlığı (memurluğu) vasfına uymayan, icraatlarıyla devletin birlik ve beraberliğini tehlikeye atanlara bürokrasi içinde yer verilmemeli, vatana ihanet ve bölücülük eğilimleri tespit edilenler sistemin dışına çıkarılmalı ve tekrar devlet görevi verilmemelidir.
İş süreçlerinin standartlaştırılması: Max Weber’in ideal bürokrasi modelinde “gayri şahsîlik” ilkesi önemli bir yer tutar. Bizim bürokrasi tecrübemizde en çok ihlâl edilen ilkelerden biriyse budur. Türk bürokrasisinde makamlar ve mevkiler kişilere göre farklı şekillere bürünebiliyor. Şuursuz biri tüm sistemi tarumar edebilir. Yapılacak düzenlemelerle bürokratik süreçlerin “millî şuur” perspektifi ile standardize edilmesi gerekir. Bir görevi ifa edecek yetkili kişi, işiyle ilgili gerekli inisiyatifleri alabilmeli, ancak prosedürler millî çizginin dışına çıkmaya müsaade etmemelidir.
Çıktıların standartlaştırılması: Bu strateji ile sonuçlar üzerinde çalışılmaktadır. Herkesin üreteceği işin belli bir standarda sahip olması beklenmektedir. Millî bürokrasi modelinde tüm devlet kurumlarının faaliyetleri sonucunda ortaya koyacağı işlerde “millî duyarlılık” aranmalıdır. Bu duyarlılığa sahip olmayan iş ve işlemler, sistem içerisinde bir karşılık bulmamalıdır.
Niteliklerin standartlaştırılması: Bu ilke, herhangi bir kurumda çalışacakların niteliklerini tanımlamak ve bunlara dair bir standart geliştirmekle ilgilidir. Herhangi bir devlet görevi üstlenecek kişilerin teknik niteliklerinin (eğitim, bilgi ve beceri, tecrübe gibi) yanında millî şuurla ilgili de niteliklerinin belirlenmesi, bu nitelikleri taşımayanların sistem içinde barındırılmaması gerekir.
Bürokrasinin millî olması, en tepeden en alta kadar bütün devlet kademelerinde ortaya konulacak bir perspektifle, kişilerin toplumsallaşma süreçlerinden başlayarak kamu görevlisi seçmeye kadar uzun vadeli bir çalışmayla mümkün hâle gelebilecek bir konudur.
Normların standartlaştırılması: Normlar, paylaşılan ortak değerler ve bilinçle ilgilidir. Bir organizasyonda çalışacak kişilere ortak kültür aşılandığı takdirde, sistemin ortak bir hedefe doğru yol alması mümkün olabilir. Bürokraside millî bir şuur kazandırılacaksa, en çok bu strateji üzerinde durulmalıdır. Gerek sisteme girmeden, gerekse sisteme girdikten sonra kişilere “devlet adamlığı” ile ilgili bir değer kazandırılmalıdır. Bu değerler, devlet görevlisi olarak çalışmanın ahlâkî sorumluluğundan ülke menfaatlerini öncelemeye kadar millî şuur üzerinden şekillenmelidir. Bu değerleri taşımayanları sistem içine almamalı ya da bu değerlerden sapanları dışına atmalıdır.
Bürokrasinin millî olması, bugünden yarına hazırlanacak bir reformla mümkün olabilecek bir mesele değildir. En tepeden en alta kadar bütün devlet kademelerinde ortaya konulacak bir perspektifle, kişilerin toplumsallaşma süreçlerinden (aile, okul, çevre gibi) başlayarak kamu görevlisi seçmeye kadar uzun vadeli bir çalışmayla mümkün hâle gelebilecek bir konudur. Sürekliliği sağlamak adına, gerekirse bununla ilgili bir devlet birimi oluşturarak bu tür sistemli çalışmalara başlanmalıdır.