HAYAT
dediğimiz yol her ne olursa olsun, her şeyde tek bir şans verir insana, tek bir
fırsat verir. Doğru ya da yanlış, kullanır insan bu fırsatı. Ölçer, biçer,
tartar ve nihâyetinde kendisi için en iyisi olacağını düşündüğü yolu seçer.
Seçilen yolun doğru ya da yanlış olduğu seçim ânında bilinmez. Hayat sonradan
çıkartır karşınıza seçiminizin bedelini. En önemli nokta ise, hayat karışmaz ne
seçim yaptığınıza. Tamamen kendi elinizdedir bu.
Önce yüreğinizden istemelisiniz… Ama gerçekten
istemelisiniz! Sonra çalışıp çabalamalı, gerekiyorsa cefa çekmeli, vefa
göstermeli, sabretmeli ve nihâyetine katlanmalısınız seçiminizin getirdiklerine
ve getireceklerine. Yaptığınız seçim kaderiniz olacaktır. İyi ya da kötü,
kaderiniz…
Ve yine aynı şekilde yaptığınız seçim,
başkasının/başkalarının da kaderini belirleyecektir. Örümcek ağı gibidir çünkü
hayat. Herkes, her şey, söylenen her kelime gider ya iyilik olur birine, ya
kötülük. Ve yine sonra gelip bizi tekrar bulur. Buna “kader” deriz esasında.
Kelebek etkisi yani bir bakıma hayatın…
Size Bukre’den bahsedeceğim. Hani bazen kötü
seçimler yaparsınız, fakat melek iyiliğinde biri gelip iyileştirir, ikinci
şansı verir ya size onca kötülükten, onca uçurum kenarından döndükten sonra,
işte öyle bir şey Bukre’nin hikâyesi de.
Selim’dir onun meleği. Her ânında, iyi ya da kötü
her ânında yanında olan bir melektir Selim. Sevdiğini söyleyemeyen, sevilmeyen,
seçilmeyendir. Oysa Bukre’yi ondan daha iyi tanıyan yoktur. Gülüşlerinin sahte
olup olmadığını da bilir Bukre’nin, yaralarından da haberdârdır. Çünkü ne zaman
yaralansa Bukre, Selim yanındadır yarasına merhem olmak için. Fakat bir tek
kendi yarasına merhem olamaz. Oysa Bukre her şeyidir onun. Ve o Bukre’nin iyi
yanıdır.
Saatin nasıl geçtiğini anlamaz Bukre onunlayken.
Selim neşesiydi onun, iyi yanıydı ya, “Selim olmasaydı bu kadar tutunamazdı
hayata”[i]. Dost biliyordu Bukre,
Selim’i. En iyi dostu, can dostu, her şeyi. Ama dostu… “Sadece Selim vardı.
Başka dost yoktu. O da kendi gibi farklıydı çünkü. Fotokopileşmiş insan
yığınlarından değildir. ‘Neden başkalarına danışmıyorsun?’ diye sorduklarında,
‘Başka insanlardan akıl almam, çünkü ben başka insanlara benzemem’ derdi. Zaten
tam da bu sebepten yalnızdı! Ne aşk hayatı, ne de sosyal yaşamı kalabalıktı.
Aradıklarını kimsede bulamamıştı. Buldukları da aradıkları değildi. Sadece
hayatın yalnızıydı o. Ama mutluydu. Fazla insan çarpıntı yapıyordu. Gereğinden
fazla insan ruha zarardı. Bir iki dost ona yetiyordu.”[ii]
Bazen, belki de çoğu zaman aradıklarını bulamaz
insan. Hep aramadıkları gelip bulur onu. Hayatın cilvesidir belki de bu. Belki
de biz hayata dair planlar yaparken, hayat bize dair planların âlâsını
yapmaktadır. Ya nasıl mutlu olur insan? Mutsuzluk tam olarak nedir? Ya da belki
dedikleri gibidir: “Kötü olmasa iyinin kıymeti bilinmezdi…” Mutsuzluk
olamasaydı, belki insan mutlu da olamazdı. O zaman belki de iyi bir şeydi
mutsuzluk. “Neden aradıklarımızı kaybedip aramadıklarımızı buluyorduk?”[iii]
Bazen bir uçurumdur hayat. Derin bir uçurum… Sonsuza
düşer insan bu uçurumdan da kimse tutamaz elinden, kimse hâlinden anlamaz.
Kendisini bu uçurumun kıyısına kadar getirip aşağı itenlere sevgiyle
bakabilmeli gerçek insan. Sevgisiz hayat, hayat değildir çünkü. Bazen küçücük
bir çocuğun, hiç tanımadığınız bir çocuğun mâsum gülümsemesi getirir sizi o
uçurumun kıyısına, bazen aynı gülümseme çekip alır sizi o aynı uçurumun
kıyısından. Çekip giden koca koca insanlardan daha sıcaktır çünkü bir çocuğun
tebessümü. “Gidişine bir aşk verdim onların”[iv] dersiniz içinizden. O
tebessüme sığınırsınız.
Ve hayat… Yaşanılası, tadı
çıkarılası, bir defalık, bir anlık, bir lâhzalık hayat… Ve insan olabilmek bu
hayatta… Yaşıyor muyum diye sordunuz mu hiç kendinize? Hayattayız ama gerçekten
yaşıyor muyuz? Neydi yaşamak hem? Yalnızca nefes alıyor olmak mıydı? Gülünce
gerçekten gülüyor musunuz meselâ? Yüzünüzle, dudaklarınızla değil; gözlerinizle
gülüyor musunuz, gülebiliyor musunuz? Yapabiliyor musunuz bunu? Yoksa
gülümsemenizin ucunda her an bir acı mı asılı? Ama alışıyor insan değil mi? Bir
zaman sonra en büyük acıya bile gülüp geçmesini öğreniyor, hayat öğretiyor bunu
insana. “İnsan nelere alışmaz ki? Bu kadar çok sevmenin karşı tarafa ağır gelen
yükü size ödettiriliyordur. Ve bu tür hatalar insana sevmemeyi değil, nasıl sevmesi
gerektiğini öğretiyordur.”[v]
Bazen yine bir uçurum olur hayat;
sonsuz bir uçurum tekrar tekrar düştüğümüz… Bazen tutar birileri, iter bizi o
uçurumdan; bazen hayatın bir yerinde yapmış olduğumuz bir tercihtir düşüşümüze
sebep. İkinci şansı yoktur hayatın. Bazı şeyler bir defalığa mahsustur. Yaşamak
gibi mesela… Mesela sevmek, sevilmek gibi... Mesela bir çocuk gülüşü kapıda...
Bir insana son sözünü söyletmeden
iyi düşünmek gerekir. Şu kısacık hayatta upuzun anlar vardır. Bazen kısacık bir
gece geçmek bilmez. Bazen on dakikalık bir beklemek yıllar alır. Oysa zaten
yıllarca beklemiştir insan… Bir söz her şeyi değiştirir. İlle de söylenmiş
olması gerekmez, bazen söylenmemiş tek bir söz de değiştirir her şeyi.
Milyonlarca, hatta milyarlarca hayat olasılığı var karşımızda ve seçimlerimize
göre şekil almakta hayat denilen bu lahza.
Konuşmadan önce düşünmek gerekir,
susmadan önce düşünmek… Gitmeden önce ve kalmadan önce düşünmek gerekir. Son
sözden sonra, seçim yapıldıktan sonra ne olsa, ne yapılsa telâfi edemez hayatı.
Çünkü bir defalıktır hayat. Çünkü yaşanılasıdır. Çünkü her an ölmekteyiz saniye
saniye.
“Merhaba yavru kuşum! Allah bize
bir hayat verir, biz de ömrümüz boyunca onu düzeltmek için uğraşırız. Hâlbuki o
kadar basittir ki çözüm, belki de yanı başımızda duruyordur. Belki de her sabah
o çözümle uyanıp yüzümüzü kuruladığımız havluyu üstüne atıyoruzdur. Burada suç
kimsede değil, göremeyen gönül gözündedir. Başka yerlerde aramaya gerek yoktur.
Tanrı yaratır, insan mahveder. Bu böyle sürer.”[vi]
İnsan bakar fakat göremez bazen.
Göz her zaman bakmak için değildir oysa. Görmesini de bilmeli insan. Arayıp
bulamadığı gözünün önündedir bazen. Ve bazı insanlar gözleriyle konuşurlar, dudaklarından
değil, gözlerinden dökülür sözleri. Yüreklerinden akar, gözlerinden dökülür
duymasını bilene. Hayatı ıskalama lüksü yoktur bir de insanın. Bir defa sustu
mu, susuldu mu bir defa, bir daha hiçbir söz yerini tutmaz bu susmanın! Yıllar
önce çekip gidişi gelir bulur insanı yıllar sonra. Acıtır… Seçim yapılmıştır…
Yıllar önce…
Ah Bukre!
Kahraman Tazeoğlu
1969 yılında dünyaya gözlerini açan Kahraman Tazeoğlu, İstanbul’da çileli bir hayat yaşamıştır. Büyük sıkıntılar geçiren Tazeoğlu, ilk olarak 19 yaşında radyo yayını ile tanışmıştır. Kadıköy FM’de yayın hayatına başlayan Kahraman Tazeoğlu, daha sonra birçok radyo kanalında yayın yapmaya başlamıştır. Son durağı ise çalışmaktan çok mutlu olduğu Radyo 7 olmuştur. Radyo 7 ile birlikte hayran kitlesini genişleten Kahraman Tazeoğlu, ardından yazdığı kitapları bastırmaya başlamış ve Radyo 7’den ayrılmıştır. Farklı mekânlarda tok sesiyle şiir dinletisi veren Tazeoğlu, kitaplarıyla da herkesi kendine hayran bırakmıştır.