Bukre

Selim’dir onun meleği. Her ânında, iyi ya da kötü her ânında yanında olan bir melektir Selim. Sevdiğini söyleyemeyen, sevilmeyen, seçilmeyendir. Oysa Bukre’yi ondan daha iyi tanıyan yoktur. Gülüşlerinin sahte olup olmadığını da bilir Bukre’nin, yaralarından da haberdârdır.

HAYAT dediğimiz yol her ne olursa olsun, her şeyde tek bir şans verir insana, tek bir fırsat verir. Doğru ya da yanlış, kullanır insan bu fırsatı. Ölçer, biçer, tartar ve nihâyetinde kendisi için en iyisi olacağını düşündüğü yolu seçer. Seçilen yolun doğru ya da yanlış olduğu seçim ânında bilinmez. Hayat sonradan çıkartır karşınıza seçiminizin bedelini. En önemli nokta ise, hayat karışmaz ne seçim yaptığınıza. Tamamen kendi elinizdedir bu.

Önce yüreğinizden istemelisiniz… Ama gerçekten istemelisiniz! Sonra çalışıp çabalamalı, gerekiyorsa cefa çekmeli, vefa göstermeli, sabretmeli ve nihâyetine katlanmalısınız seçiminizin getirdiklerine ve getireceklerine. Yaptığınız seçim kaderiniz olacaktır. İyi ya da kötü, kaderiniz…

Ve yine aynı şekilde yaptığınız seçim, başkasının/başkalarının da kaderini belirleyecektir. Örümcek ağı gibidir çünkü hayat. Herkes, her şey, söylenen her kelime gider ya iyilik olur birine, ya kötülük. Ve yine sonra gelip bizi tekrar bulur. Buna “kader” deriz esasında. Kelebek etkisi yani bir bakıma hayatın…

Size Bukre’den bahsedeceğim. Hani bazen kötü seçimler yaparsınız, fakat melek iyiliğinde biri gelip iyileştirir, ikinci şansı verir ya size onca kötülükten, onca uçurum kenarından döndükten sonra, işte öyle bir şey Bukre’nin hikâyesi de.

Selim’dir onun meleği. Her ânında, iyi ya da kötü her ânında yanında olan bir melektir Selim. Sevdiğini söyleyemeyen, sevilmeyen, seçilmeyendir. Oysa Bukre’yi ondan daha iyi tanıyan yoktur. Gülüşlerinin sahte olup olmadığını da bilir Bukre’nin, yaralarından da haberdârdır. Çünkü ne zaman yaralansa Bukre, Selim yanındadır yarasına merhem olmak için. Fakat bir tek kendi yarasına merhem olamaz. Oysa Bukre her şeyidir onun. Ve o Bukre’nin iyi yanıdır.

Saatin nasıl geçtiğini anlamaz Bukre onunlayken. Selim neşesiydi onun, iyi yanıydı ya, “Selim olmasaydı bu kadar tutunamazdı hayata”[i]. Dost biliyordu Bukre, Selim’i. En iyi dostu, can dostu, her şeyi. Ama dostu… “Sadece Selim vardı. Başka dost yoktu. O da kendi gibi farklıydı çünkü. Fotokopileşmiş insan yığınlarından değildir. ‘Neden başkalarına danışmıyorsun?’ diye sorduklarında, ‘Başka insanlardan akıl almam, çünkü ben başka insanlara benzemem’ derdi. Zaten tam da bu sebepten yalnızdı! Ne aşk hayatı, ne de sosyal yaşamı kalabalıktı. Aradıklarını kimsede bulamamıştı. Buldukları da aradıkları değildi. Sadece hayatın yalnızıydı o. Ama mutluydu. Fazla insan çarpıntı yapıyordu. Gereğinden fazla insan ruha zarardı. Bir iki dost ona yetiyordu.”[ii]


Bazen, belki de çoğu zaman aradıklarını bulamaz insan. Hep aramadıkları gelip bulur onu. Hayatın cilvesidir belki de bu. Belki de biz hayata dair planlar yaparken, hayat bize dair planların âlâsını yapmaktadır. Ya nasıl mutlu olur insan? Mutsuzluk tam olarak nedir? Ya da belki dedikleri gibidir: “Kötü olmasa iyinin kıymeti bilinmezdi…” Mutsuzluk olamasaydı, belki insan mutlu da olamazdı. O zaman belki de iyi bir şeydi mutsuzluk. “Neden aradıklarımızı kaybedip aramadıklarımızı buluyorduk?”[iii]

Bazen bir uçurumdur hayat. Derin bir uçurum… Sonsuza düşer insan bu uçurumdan da kimse tutamaz elinden, kimse hâlinden anlamaz. Kendisini bu uçurumun kıyısına kadar getirip aşağı itenlere sevgiyle bakabilmeli gerçek insan. Sevgisiz hayat, hayat değildir çünkü. Bazen küçücük bir çocuğun, hiç tanımadığınız bir çocuğun mâsum gülümsemesi getirir sizi o uçurumun kıyısına, bazen aynı gülümseme çekip alır sizi o aynı uçurumun kıyısından. Çekip giden koca koca insanlardan daha sıcaktır çünkü bir çocuğun tebessümü. “Gidişine bir aşk verdim onların”[iv] dersiniz içinizden. O tebessüme sığınırsınız.

Ve hayat… Yaşanılası, tadı çıkarılası, bir defalık, bir anlık, bir lâhzalık hayat… Ve insan olabilmek bu hayatta… Yaşıyor muyum diye sordunuz mu hiç kendinize? Hayattayız ama gerçekten yaşıyor muyuz? Neydi yaşamak hem? Yalnızca nefes alıyor olmak mıydı? Gülünce gerçekten gülüyor musunuz meselâ? Yüzünüzle, dudaklarınızla değil; gözlerinizle gülüyor musunuz, gülebiliyor musunuz? Yapabiliyor musunuz bunu? Yoksa gülümsemenizin ucunda her an bir acı mı asılı? Ama alışıyor insan değil mi? Bir zaman sonra en büyük acıya bile gülüp geçmesini öğreniyor, hayat öğretiyor bunu insana. “İnsan nelere alışmaz ki? Bu kadar çok sevmenin karşı tarafa ağır gelen yükü size ödettiriliyordur. Ve bu tür hatalar insana sevmemeyi değil, nasıl sevmesi gerektiğini öğretiyordur.”[v]

Bazen yine bir uçurum olur hayat; sonsuz bir uçurum tekrar tekrar düştüğümüz… Bazen tutar birileri, iter bizi o uçurumdan; bazen hayatın bir yerinde yapmış olduğumuz bir tercihtir düşüşümüze sebep. İkinci şansı yoktur hayatın. Bazı şeyler bir defalığa mahsustur. Yaşamak gibi mesela… Mesela sevmek, sevilmek gibi... Mesela bir çocuk gülüşü kapıda...

Bir insana son sözünü söyletmeden iyi düşünmek gerekir. Şu kısacık hayatta upuzun anlar vardır. Bazen kısacık bir gece geçmek bilmez. Bazen on dakikalık bir beklemek yıllar alır. Oysa zaten yıllarca beklemiştir insan… Bir söz her şeyi değiştirir. İlle de söylenmiş olması gerekmez, bazen söylenmemiş tek bir söz de değiştirir her şeyi. Milyonlarca, hatta milyarlarca hayat olasılığı var karşımızda ve seçimlerimize göre şekil almakta hayat denilen bu lahza.

Konuşmadan önce düşünmek gerekir, susmadan önce düşünmek… Gitmeden önce ve kalmadan önce düşünmek gerekir. Son sözden sonra, seçim yapıldıktan sonra ne olsa, ne yapılsa telâfi edemez hayatı. Çünkü bir defalıktır hayat. Çünkü yaşanılasıdır. Çünkü her an ölmekteyiz saniye saniye.

“Merhaba yavru kuşum! Allah bize bir hayat verir, biz de ömrümüz boyunca onu düzeltmek için uğraşırız. Hâlbuki o kadar basittir ki çözüm, belki de yanı başımızda duruyordur. Belki de her sabah o çözümle uyanıp yüzümüzü kuruladığımız havluyu üstüne atıyoruzdur. Burada suç kimsede değil, göremeyen gönül gözündedir. Başka yerlerde aramaya gerek yoktur. Tanrı yaratır, insan mahveder. Bu böyle sürer.”[vi]

İnsan bakar fakat göremez bazen. Göz her zaman bakmak için değildir oysa. Görmesini de bilmeli insan. Arayıp bulamadığı gözünün önündedir bazen. Ve bazı insanlar gözleriyle konuşurlar, dudaklarından değil, gözlerinden dökülür sözleri. Yüreklerinden akar, gözlerinden dökülür duymasını bilene. Hayatı ıskalama lüksü yoktur bir de insanın. Bir defa sustu mu, susuldu mu bir defa, bir daha hiçbir söz yerini tutmaz bu susmanın! Yıllar önce çekip gidişi gelir bulur insanı yıllar sonra. Acıtır… Seçim yapılmıştır… Yıllar önce…

Ah Bukre!

Kahraman Tazeoğlu

1969 yılında dünyaya gözlerini açan Kahraman Tazeoğlu, İstanbul’da çileli bir hayat yaşamıştır. Büyük sıkıntılar geçiren Tazeoğlu, ilk olarak 19 yaşında radyo yayını ile tanışmıştır. Kadıköy FM’de yayın hayatına başlayan Kahraman Tazeoğlu, daha sonra birçok radyo kanalında yayın yapmaya başlamıştır. Son durağı ise çalışmaktan çok mutlu olduğu Radyo 7 olmuştur. Radyo 7 ile birlikte hayran kitlesini genişleten Kahraman Tazeoğlu, ardından yazdığı kitapları bastırmaya başlamış ve Radyo 7’den ayrılmıştır. Farklı mekânlarda tok sesiyle şiir dinletisi veren Tazeoğlu, kitaplarıyla da herkesi kendine hayran bırakmıştır.



[i] Kahraman Tazeoğlu / Bukre

[ii] Kahraman Tazeoğlu / Bukre

[iii] Kahraman Tazeoğlu / Bukre

[iv] Kahraman Tazeoğlu / Bukre

[v] Kahraman Tazeoğlu / Bukre

[vi] Kahraman Tazeoğlu / Bukre