Buhranlarımızın kaynağı

Sait Halim Paşa’nın düşüncelerinden, tecrübesinden ve ufkundan bugün bizim de alacağımız çok ders vardır. Kılık değiştirse de, her çağda yaşanan problemler özü itibariyle aynıdır. Buhranlar içinde yüzmemek ve girdaplarda kıvranmamak için Sait Halim Paşa gibi aklı erenlere kulak vermek gerek.

SAİT Halim Paşa, Osmanlı’nın yetiştirdiği son aydınlardandır. Kelimenin gerçek mânâsıyla tam bir münevverdir o. Sadrazamlık da yaptı, idamla da yargılandı. 1921 yılında, evinin önünde uğradığı silahlı saldırıda şehit edilinceye kadar hak bildiği sözleri söyledi. Osmanlı’nın yok oluşa giden yıkılışını durdurmak için unutulmaz bir mücadele verdi. Devlet adamlığının yanında iyi bir kalem erbâbı olan Sait Halim Paşa, mütefekkir olarak pek çok eser kaleme aldı. Kolay bulunabilen ve yaygın olan eseri, “Buhranlarımız”[i] kitabıdır.

O, düşünen bir kafa idi. Hiçbir zaman başkasının kafasıyla düşünmedi. Kendine has bir yapısı vardı. Kendi kanadıyla uçmasını bilenlerdendi. Başkasının kanatlarıyla uçmanın mümkün olmadığını genç yaşında görmüştü.

Hayatının büyük kısmını Avrupa’da geçirmiş, “Batı medeniyeti” denilen bugünkü medeniyeti içinden görmüş, onunla yakından temasta bulunmuş olması dolayısıyla Şark müesseselerini Garp müesseseleriyle mukayese edebilme kudretine sahip olmuştu. Onun içindir ki, Batı medeniyeti yüzünden İslâm âleminin uğradığı zararları, açılan rahneleri gereği gibi keşfedip anlamıştı.

Müslüman dünyasının durumunu, onu bu hâle getiren şartları dikkatle araştırmış ve sebebin -iddia edilenin aksine- dinimizi iyi bilmemek, yanlış uygulamak ve Batı’yı körü körüne taklit etmek olduğunu görmüş, bunun sorumlusunun ise nüfuz dâvâsına düşen din adamları ile mâkâm-mansıp hırsına kapılan devlet adamları ve kendini beğenmiş “cahil” aydınlar olduğunu açıklamıştır.

Hiç beklenmedik şekilde, tecrübesiz genç subaylarımızın savaşa katılması neticesinde yaşadığımız 1912 Balkan faciası ile Rumeli’nin elimizden çıkması neticesinde Sait Halim Paşa çok daha büyük ve vahim bir harbin çıkacağını, Osmanlı topraklarının yağmalanacağını anlamış, ama etrafında kendi çapında tedbir alacak devlet adamı bulmakta da zorlanmıştır. Eskilerin deyimiyle “kâht-ı ricâl” yıllarıdır o yıllar…

Düştüğümüz hatâ neydi?

Son yıllarda koskoca bir cihan devletinin parçalanmasına sebep olan ve çöküşü hızlandıran, içine düşülmüş hatâ neydi? İsterseniz bu sorunun cevabını Sait Halim Paşa’nın dilinden aktaralım:

“Milliyet mücadeleleri, ırk rekabetleri gitgide artarak Osmanlılar arasında bir ülkü birliği bırakmadı. Dünkü casus ve rüşvetçiler başımıza hürriyetçi, inkılapçı ve vatanperver kesildiler… Biz, memleketimizin mesut olması için, Avrupa kanunlarını tercüme edip almanın kâfi geleceğini zannettik. Meselâ adalet sistemimizi ıslah etmek için Fransız adalet sistemini esas aldık. Hâlbuki Fransız cemiyeti, bizimkine asla benzemeyen, aslı ve menşei, ruh hâli, âdetleri ve gelenekleri, irfanı ve medeniyet seviyesi ile bizden pek farklı olan, ihtiyaçları ise çok çeşitli bulunan bir toplumdu. Fransız adalet sisteminin memleketimiz için uygun olup olmadığını kimse düşünmedi…”[ii]

Osmanlı’nın siyâsî birliği, Avrupa Hıristiyan hükûmetlerinde olduğu gibi milliyet esasına değil, İslâm birliği esasına dayanıyordu. Ne zaman bu birlik parçalandı, İslâm diyarlarında işgal, baskı ve sömürü yılları başladı. Hâlâ kaynayan Ortadoğu kazanında başa gelenler, bu birlik anlayışından fersah fersah uzaklaşılmış olmasından kaynaklanmıyor mu?

Sait Halim Paşa, ırkçılık düşüncesinin ve partizanlığın bize büyük zararlar verdiğini, mâzimizdeki o tertemiz dostluğu zedeleyerek geleceğimizi de tehlikeye attığını örnekleriyle anlatır kitapta ve başımıza gelen musîbetlerin sebebini şu ana fikre dayandırır:

“İşte görülüyor ki, bütün fenalıkların asıl kaynağı bir tanedir. Bu da, ‘yabancı kanun ve müesseseleri alıp kabul ettiğimiz takdirde, yenilik ve ilerlemeye mazhar olacağımıza inanmak’ hatâsıdır… Fikrimizce bütün bu fenalıkları doğuran, Batı medeniyetini anlamadan taklit edişimizdir.”[iii]

Sait Halim Paşa, Batı medeniyetinin körü körüne taklit edilmesine karşıdır. Suiistimâllerin üstünün örtülmemesi gerektiğine inanır, adaletsizlik ve cehalete karşı savaş açılmasından yanadır. Batı’nın örnek alınmaya değer tarafının onlardaki çalışma azmi olduğunu sık sık vurgular ve bir ferdin veya toplumun düzelmesinin, mânen ve fikren yücelmesinin ancak kendi gayretiyle olacağı kanaatindedir ve görüşlerini şöylece özetler:

“Sözün özü, kendi kendimizi tanımamıza bile engel olan, bu taklitler ve iktibaslar vasıtasıyla durumumuzu düzeltmemiz mümkün değildir. Bu gidişin sonu, ancak elem verici bir sosyal kargaşa ve bir siyâsî anarşi olacaktır. Taklitçilik ederek bundan başka bir sonuç alamayacağımızdan hiç şüpheniz olmasın.”[iv]

Buhranlardan kurtulmanın yolu

Toplumumuzun buhranlardan kurtulması ve yücelmesi için bilgiyle beraber, hattâ bilgiden de önce ahlâkî eksikliklerimizin tamamlanması gerektiği görüşündedir Paşa. Gurur, bencillik ve kendini beğenme gibi huylarımızın bizi tembel, kayıtsız ve rahatına düşkün kimseler hâline getireceğinden endişelidir. “İlmin vasıta, terbiyenin ise gâye” olması gerektiğini anlatır.

Dinimiz ilerlemeye engel mi? Batılıların bize olan düşmanlığının gerçek sebebi ne? İslâm dünyası neden geri kaldı? Müslümanın ahlâkı, siyaseti, cemiyet anlayışı nasıl olmalıdır? Aydınların vazîfeleri nelerdir? İslâm Devleti’nin siyâsî yapısı nasıl olmalıdır? Birinci Cihan Harbi’ne neden ve nasıl girdik? Bu savaşa girmemek mümkün müydü?

Son derece hayatî öneme sahip bu can alıcı soruların cevaplarını merak ediyorsanız, Sait Halim Paşa’nın kitabı “Buhranlarımız” sizi bekliyor.

Sait Halim Paşa’nın düşüncelerinden, tecrübesinden ve ufkundan bugün bizim de alacağımız çok ders vardır. Kılık değiştirse de, her çağda yaşanan problemler özü itibariyle aynıdır. Buhranlar içinde yüzmemek ve girdaplarda kıvranmamak için Sait Halim Paşa gibi aklı erenlere kulak vermek gerek. Siz ne dersiniz?



[i] Sait Halim Paşa. Buhranlarımız. Hazırlayan M. Ertuğrul Düzdağ.

 İstanbul - 2011 (7.Baskı-304 sayfa)

[ii] a.g.e. s.57

[iii] a.g.e. s.60

[iv] a.g.e. s.90