27 Şubat, merhum Necmettin Erbakan’ın vefatının sene-i devriyesi…
Bu yıl, vefatının 10’uncu yılı münasebetiyle daha geniş katılımlı anma programları
düzenlendi rahmetli için.
Erbakan Vakfı, Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’ndeki
Mevlid-i Şerif, Hatm-i Şerif ve duâlarla andı kendisini. Onun güzel hasletleri
anlatıldı. “Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın” sloganıyla özlemini her fırsatta
dile getirdiği mekânda şükürlerle ve eminiz ki tam da arzu ettiği gibi anıldı.
Bir diğer anma programı ise Saadet Partisi ev
sahipliğinde yapıldı. Programın ana teması ise “Yaşanabilir Türkiye” idi.
Şüphesiz o program da Erbakan’ı doğru anlamamız ve yeniden hatırlamamız adına
güzel kareler sundu bizlere. Ne yazık ki amaçları Erbakan’ı anmak olamayan bir
grubun ağırlıkta olduğunu gördük o toplantıda.
28 Şubat’ı düne kadar “darbe” olarak bile telâffuz
edemeyenler, “Bin yıl sürecek” dendiğinde alkışlayanlar da oradaydı. İttifak,
Genel Başkanlar düzeyinde oradayken Akşener’in katılmaması, MHP’nin temsilci bile
göndermemiş olması ve Erbakan Ailesinin katılmaması gözden kaçmadı tabiî.
Konuşmaları dinledikçe, konunun Erbakan’ın aziz
hatırasına saygıdan öte bir hedefi olduğu gün gibi çıktı ortaya. Bugün
muhalefet görevi üstlenmiş olanlar, buldukları kürsünün izlenilirliğini fırsat
bilerek Hükûmet’e çatmanın yollarını aradılar genellikle. Ve Erbakan’ın nezaket
ve diyalog kültüründen dem vurarak, zıt kutupları birleştirmenin ne kadar da
önemli olduğuna vurgu yaptılar sürekli. Böylece kendilerine de pay çıkarıp,
Ülkücüyle Solcunun, Millî Görüşçü ile terör sevicinin bir arada olabilmesini
aklamaya çalıştılar. Bu amacın dışında konuşanlar da vardı tabiî ki. AK Parti
adına katılan Mahir Ünal’ın konuşması, “Biz de Erbakan’ın yolundayız” diye
haykırıyordu meselâ. Ancak, günü en güzel ve net ifade eden, siyâsî çekinceleri
olmayan ama salonda toplananların geçmiş siyâsî kimliklerine bakınca hayrete
düşen Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın oldu.
Yalçın, “Dün vesayetin ırgatlarının, darbecilerin
lejyonerlerinin, tetikçi karargâh medyasının, adı sivil beyni üniformalı
yapıların, onu indirmek için elinden geleni ardına koymayanların, Erbakan’ı
‘kurtulmak gereken özne’ olarak görenlerin, bugün Erbakan’ı kullanmak gereken
obje olarak görmeleri takdir-i İlâhî mi, hakikatin tecellisi mi, kader-i mutlak
mı, onu artık kamuoyunun takdirine bırakıyorum” dediğinde salonda derin bir
sessizlik oldu. Konuşmasının başında Erbakan’ı öven cümlelerini -görev gereği-
alkışlayanlar, ellerini nereye sokacaklarını bilemediler. Yayında salonu yakın
çekim göstermemiş olsalar da Kemal Kılıçdaroğlu, Mithat Sancar, Ahmet
Davutoğlu, Ali Babacan ve Gültekin Uysal’ın, yüzlerine vurulan bu gerçekten ne
kadar rahatsız olduklarını tahmin edebiliyorum. Ev sahibi Karamollaoğlu’nun da
Ali Yalçın’ı davet etmiş olmaktan duyduğu pişmanlık yüzüne yansımıştır diye
düşünüyorum.
Fakat bizim beklediğimiz bu türden, yüze vuran bir
pişmanlık ifadesi değil. Erbakan’ın hatırasını anmak için toplantı tertip
edenlerin ya da samimî olarak Erbakan’ın siyâsî hayatından feyz aldığını
söyleyenlerin, zamanında Erbakan’ın yoluna taş koyan isimlerle bir araya
gelmemeleri gerektiğini anlamaları lâzım artık. Elbette bir anma programında
anılan şahsa methiyeler düzmek çok da anlamsız değildir. Ancak siyâsî hayatı “Adil
düzen” karşıtlığıyla geçmiş, Ayasofya’nın müze olarak kalmasını ve hatta
kiliseye dönüştürülmesini savunmuş olanların, sadece ve sadece küçük ortak Saadet
Partisi’ni ittifak içinde tutmak adına giriştikleri riyakâr tutum anlatılabilir
gibi değildi.
Rahmetli Erbakan’a methiyeler düzen muhalefet
liderlerinin, eğer samimî iseler onun muhalefet siyâsetinden de dersler
çıkarmış olmaları gerekmez miydi? Erbakan, hiç eğilip bükülmeden, doğru
bildiğini her yerde savunan, iktidarı eleştirdiği her konuda, bugün o riyakâr
katılımcıların öve öve bitiremedikleri çözüm projelerini de masaya koyan bir
siyâsetçiydi. Haydi biriniz de faizsiz düzeni savunsanıza! Biriniz de
Andımız’daki “Türk” kelimesinden duyduğu rahatsızlığı sahiplensenize! Biriniz
de İslâm Birliği’nin önemi üzerine konuşup o yolu açmaya gayret etsenize!
Erbakan’ın mirası onlar için ne kadar hayâl ise,
bunları onlardan beklememiz de bizim için o kadar hayâl.
O gün, Erbakan’ın siyâsî hayatını ve görüşlerini
savunanlar da çok iyi biliyorlar ki, ne Saadet Partisi, ne de Genel Başkanı
Karamollaoğlu, onun yolundan yürümüyor. Onun, koalisyon hükûmetleri kurarken
bile bugünkü ittifak şartlarından daha onurlu bir duruş sergilediğini herkes
biliyor. Ve en önemlisi, eğer Erbakan siyâsetinin bir vârisi varsa, bunun AK
Parti’den başkası olmadığını da herkes görüyor.
Özellikle savunma sanayiindeki millî teknoloji
hamlesiyle Erbakan’ın “ağır sanayi” hayâlini gerçeğe dönüştürmeye başlayan, AK
Parti.
Erbakan’ın, “Eğer Ayasofya’da gümbür gümbür ezanlar
okunuyor, Hakk’ın sesi bütün dünyaya ilân ediliyorsa, o zaman da biliniz ki
Türkiye’de Millî Görüşçüler hâkimdir, inananlar hâkimdir” ifadesindeki
mahzun beklentisini, Ayasofya’yı yeniden ibadete açarak hayata geçiren de aynı “AK
Parti”!
“One minute” ve “Dünya beşten büyüktür” çıkışlarıyla, ömrünü
Siyonizm’i anlatmaya ve yok etmeye vakfetmiş, zulmü Batı’nın dayatmacı sözde
demokratik sistemlerinin bir sonucu olarak görmüş Erbakan’ın dünya siyâsetine
bakışını “partisinin siyâseti” yapmış olansa “Erdoğan”! Yeni bir parti kurup
Erbakan’sız Saadet Partisi’nden ayrılan, “Millî Görüş gömleğimizi çıkardık”
diyerek merkez sağı tek başına toparladığında bile “Millî Görüş” çizgisinden
ayrılmadığı için kapatma dâvâsıyla baş başa kalan, siyâsî rekabetin gerektirdiği
hâllerde bile, Erbakan’a sağlığında hiç saygısızlık etmeyen ve ettirmeyen,
vefatından sonra ise Hoca’sına duyduğu derin muhabbeti her ortamda dile
getirmekten çekinmeyen Erdoğan…
Velhâsıl, kimse sahiplenmeye çalışmasın, “Millî Görüş”
bizatihi Erdoğan ve AK Parti’dir. “Yaşanabilir Türkiye” de zamanında Erbakan’ı
28 Şubat’ta bile savunamayıp bugün mirasına sahip olmaya çalışanların değil,
gerçek vârisi olan Erdoğan ve AK Parti’nin eseri olacaktır Allâh’ın izniyle...