Bugün ne yesek?

Hayâl ile hayat arasında kurulan ütopik bir bağ vardır izlediğimiz perdede. Ses, ışık ve görüntü… Bazen unutmak isteriz filmlerle, bazen uyumak. Bazen kaçmak isteriz, bazen öğrenmek. Bir uçurtmaya takılır gözlerimiz, gökyüzünden seyrederiz dünyayı. “Şimdi”de kalmayız hiç. Ya dündür zaman, ya da yarın. Günlere bölünür, flashback yaşarız.

KREMALI romantik çorbası? Köri soslu aksiyon? Fırında anime? Enfes bir tat bırakmalı, öyle değil mi? Sadece doymak yetmez, hissetmek için de olmalı… Yoksa düştüğümüz reklâm reyonu içerisinde aradığımızı bulamamak, aç ve yorgun zihnimizi fast food ürünlerle tıka basa doldurmak gibi olur.

Sağlıksız, ardında binlerce kramp bırakan yapımlar zamanımızı çalar hep. Bizler, ebeveyn olarak kaliteyi burada ayırt eder, güzide olanı ve mayasını kültürümüzden alanı tercih ederiz. Lâkin geniş bir yelpazeye sahip olan film sektörü, dijital menülerle evlerimizin içine kadar ulaşmış, sadece salonda ailece izlenmekle kalmayıp cep telefonlarımıza, tabletlerimize kadar girmiş, her yerde kolayca film izleyebilme olanağı sağlamıştır. Zaping kavramından habersiz olan yavrular istedikleri filme kumandasız ulaşabilmekteler. Kumanda babada da değildir artık. Peki, kimdedir?

Bir yemek kadar ihtiyaç duyulan bu izleme arzusunu doğuran nedir? İlgi mi? Merak mı? Bir yaşam amacı ya da tutku mu?

Sosyo-kültürel bir etkinlik olarak görülen film seyri çoğu zaman bir eğlence, boş vakit geçirme ya da dinlenme amacıyla gerçekleşmiştir. Sanayi toplumunun gelişmesiyle üretim artmış, bununla birlikte çalışma saatlerinde azalma meydana gelmiştir. Kapitalist sistem, insanoğlunun işten arta kalan bu zamanını satın alarak film kültürünü oluşturmuştur. Masum gibi görülse de, yarattığı hipnoz etkisiyle bireylerin zihinlerinde kodlama ve türlü çağrışımlar meydana getirmiştir.

Sinema, yansıttığı ideoloji ve akımlarıyla, tarihsel dönemleri ve klasikleşmiş yapıtlarıyla farklı bireylerin, farklı kesimlerin, farklı fikir ve kültürlerin tanınmasını sağlar. Yaşama yeni pencereler açar, bilinç kazandırır. Ancak bütün bunları yaparken, görsel ve işitsel ögelerin birey üzerinde bıraktığı etkiyi görmezden gelemeyiz. Sinemanın bir iletişim aracı olarak geniş kitlelere ulaşabiliyor olması, propaganda aracı olarak da kullanılmasını vazgeçilmez kılar. Zira savaş dönemlerinde devletlerin birçoğu sinemayı bir propaganda işlevi için kullanmıştır.

Vermeye çalışılan mesajlar ile yermeye çalışılan değerler karşısında bir yarış izleriz bazen. Safî bir tebessümle karşılarız gözümüze bile bile sokulan bu hezeyanları. Bir aileyi erozyona sürükleyen asıl tehlike, sinemanın kural ve kuramları içerisinde göremediklerimizdir. Tüketim düşkünü nesillerin yetişmesine sebep olan bu gizli kareler hayatı anlamsızlaştıran, sorgudan ve ahlâktan uzaklaştıran bilinçaltı saldırılarıdır. Bir objenin içine gömülü olan bu mesajları hemen fark etmek mümkün değildir.

Homini gırtlak yuttuğumuz onca medya zehri çoktan bizim fıtrî kodlarımızı ele geçirdi. Şimdi, tertemiz zihinleriyle her verileni alan çocuklarımızı bu zehirden nasıl koruyacağımız kaygı vericidir. Değerlerimize uymayan, kimyası bozulmuş yaşantıların özendiriciliğine ve kötülüğü normal gösteren yapıtlara karşın yeni ve yararlı normlar üretmek hepimizin vazifesi hâline gelmiştir.

Görsel medya çocukların davranış, tutum ve dünya görüşünü şekillendirmesi açısından en güçlü iletişim araçlarından birisidir. Millî ve mânevî değerlerin kazanılması yönündeki eserlerin çocuğun hayatını zenginleştirdiği ve hoşgörüye teşvik ettiği elbette söylenebilir. Ancak yine de hayâl dünyasında bir sınırlama meydana getirdiği için belirli bir saat süresince izlenilmesi tavsiye edilir. Gelişim özelliğini tamamlamamış okul öncesi dönemindeki çocuklar için bu durum daha da ciddiyet arz etmektedir. Uzun süre ekran karşısında kalma sebebiyle göz teması kurmayan, kendisine seslenildiğinde cevap vermeyen, etrafıyla ilgisiz, düzgün konuşamayan ve sosyalleşme sorunu yaşayan çocuklar görülmektedir.

Hayâl ile hayat arasında kurulan ütopik bir bağ vardır izlediğimiz perdede. Ses, ışık ve görüntü… Bazen unutmak isteriz filmlerle, bazen uyumak. Bazen kaçmak isteriz, bazen öğrenmek. Bir uçurtmaya takılır gözlerimiz, gökyüzünden seyrederiz dünyayı. “Şimdi”de kalmayız hiç. Ya dündür zaman, ya da yarın. Günlere bölünür, flashback yaşarız. Yetişemediklerimizi hüzün beşiğine yatırır, geç kaldıklarımıza bir avuç toprak bağışlarız. Eksik kalmış bir yönümüzü keşfederiz bazen. “İşte bu!” der dış sesimiz. Kavanoz dipli dünyanın monotonluğundan şaşaalı bir dünyanın eteklerine kayarız. Lunapark sevinci parlar arka plânda. Allah’ın ayetlerini işitiriz bazen başka bir milletten başka bir dilde. Adalet kılıcını kuşanır göğsümüz. Bir çağrı duyarız ötelerden. Gül suyuyla yıkanır gözümüz. Islık çalar bir piyano. Karşı koyamaz gecenin sessizliğine, sevdamıza sarılırız. Kâh edebiyatla harmanlanan, kâh tarihî uyanışlara ayna tutan, “sanat” diyebileceğimiz yaratımları olan yapımlar duygu ve düşüncelerimizi canlandırmak için vardır. Yeter ki 5N-1K sorularına cevap alalım. Bilinçli izleyici olmak bunu gerektirir. Yoksa bant yine döner, gişe hasılatını yine toplar. Alt yazısı olmayan iç dünyamız ise yıkıntılar arasında öylece kalır…