
BU ülkenin inananlarının aile gibi bir dertleri var. Tabiî bunun yanında aileye sahip çıkma sorunu da…
Geçtiğimiz seneye kadar “İstanbul Sözleşmesi” idi sorunu temsil eden başlık.
Seçim sürecinden bu yana “LGBT” oldu sembol.
Aslında bu ülkenin inananlarının aile sorunu ne İstanbul Sözleşmesi, ne LGBT olmalıydı. Küresel bir reklâm kuşağının “Reklâmın iyisi kötüsü olmaz” ilkesizliğine aparat olmanın derin acısını yaşıyoruz, o kadar.
Bu problemi bütün kaynaklarıyla ele almamız gerekiyor aslında. Ben bir tanesine takıntılı hâldeyim: Aileyi kurtarmak hedefiyle hareket ederken aileden uzak kalmak…
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kısa görüntüsünü sosyal medyada hüzünlü müzik fonlarıyla yayınlıyorlar.
O videoda Erdoğan, kızının, siyasetle dolu mücadele günlerinde, “Babacığım, bir gününü de bize ayır!” diyerek kendisine yönelttiği sitemi buğulu gözlerle aktarıyor.
Millet ile dertlenmenin, himmeti millet olmanın yansımasını gösteriyor bu gözleri yaşartan hatıra.
Tabiî Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin özellikle 28 Şubat post-modern darbesi ile tanıdığı özel bir isim. Elbette 1997’deki o azgın günlerden evvel İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilerek çok büyük bir sürpriz yapmış, siyâsî çalışmalarının karşılığını almıştı.
Şimdi o günlerinden başlayarak, evlendikten sonraki Recep Tayyip Erdoğan’ı ve onun şahsında onun gibi yaşayan, siyaseti Allah rızası için yapan inananları ele alalım…
Dertleri, bu ülkede inananların adalet, huzur ve refah içinde yaşamaları. Bunun için zulmü göstermek, zulmü göstermek için zulmün yaşandığı her noktaya girmek, her noktadan kasıtla genci yaşlısı, kadını erkeği, sektör ayırt etmeksizin her alana adil, mutlu ve müreffeh olan sistem reçetesini anlatmak lâzım.
Adil, mutlu ve müreffeh ortamdan kasıt, evvelâ ailedir. İnsanın kendi ailesi adalet, mutluluk ve refah görmüyorsa kime ne gösterecek, ne anlatacak, ne vaat edecek?
-Hey, tencere! Dibin kara.
-Asıl seninki benden kara!
Adalet için, huzur için, selâmet ve refah taşıyan bir düzen için ailenizden vazgeçtiğinizde, eşiniz size destek olsa bile oğlunuz, oğlunuz destek olsa bile kızınız, büyük kızınız destek olsa bile küçük kızınız ve küçük oğlunuz “Annem/babam benimle ilgilenmiyor” diye düşünürse kendinizi nasıl hissedersiniz?
Zaten eş destekçi değilse, çocuklardan destek beklememeli o mücadele yiğidi inanan. Çocukları onun dâvâsına inanmış ve sahiplenmişse de evvelâ eşine şükranlarını daima dile getirmeli.
Bu ülkenin inananları, ailelerini bir kenara bırakıp bu ülkenin yükselişe geçmesi ve daha adil, daha mutlu, daha müreffeh bir ülke olması için mücadele ededursunlar, bu ülkenin medyasında günlük kadın programları, dizi filmleri ve bilgisayar teknolojisi günden güne yenilenmeye devam etti.
Çok uzatmayayım, bugün inananların iktidarının yaşandığı söylenirken, “Müge Anlı”, sadece bir kadının ismi olmaktan çıkarak bir hastalığın ismi olarak hafızalara kazındı.
“Prime time” denilen saatlerde yayınlanan dizi filmler ne aile bıraktı, ne erkek, ne kadın.
Bugün tarihî yapımlarla ecdadın ne büyük cihatlara, ne muazzam fetihlere imza attığını yayınlayadursunlar, bu tür filmlerin içerisindeki kadın ve aile içi çekişmeler reyting arttırdığı için tıpkı sözde bugünü aktaran dizilerde olduğu gibi senaryolara katılıyor.
Bilgisayar ve internet teknolojisi öyle bir aşamaya geldi ki, evin oğlu/kızı, karşısında tanımadığı hâlde yazıştığı kimseye ailesinin kendisiyle ilgilenmediğini aktarıyor.
Bir gün, “Babacığım” veya “Anneciğim” diyerek karşınıza evlâdınız çıkıp da “Bize biraz zaman ayırır mısın?” dediğinde cevap hazır: “Hep senin için çalışıyorum.”
Pes!
Bunun bir dengesi yok mu?
Var. Bu ülkenin inananlarının kendilerine örnek alacakları ilk örnek olan İki Cihan Serveri Muhammed Mustafa Efendimizin siyerini bir de ailesi üzerinden okumak…
Bizim ajandamızda LGBT tehlikesi, deizm tehlikesi, 6284 tehlikesi, İstanbul Sözleşmesi, CEDAW yazmamalıydı.
Senelerce İsviçre’den alınan Medenî Kanunu bu ülkenin inananları eleştirmişken, kaç yıllık iktidar döneminde bu konu hakkında ne yapıldığını kendimize sormak zorundayız.
Değilse, “Küreselciler şöyle, müreselciler böyle” demekle, CHP’de demokrasi var mı, yok mu tartışmakla ne köy olur, ne kasaba.