KİŞİ, sahip olduğu
yetki, yeti ve yeteneklere yeterli derecede kıymet vermediğinde maruz kaldığı ve/veya
kalacağı olumsuz şartlardan ilkin kendisinin mesul olduğunun ayırdına
varmadıkça, suçlayacak kişi/ler, yetkili/ler arayacaktır. Bu tanım sadece
içimizden biri için değil; genel anlamda düşündüğümüzde devleti yönetmeye talip
olup bir türlü o mevkie erişemeyen, erişemedikçe ciğere “murdar” diyen bir kediden
farkları olmayanları da buna dâhil etmek gerek.
Hani
“hainliği” meslekten sayan, dünya genelinde bir coğrafyaya aidiyet kesbetmeyen,
sınırları çizilmiş toprağına “Vatanım” diyemeyen, hürriyetini temsil eden
bayrağından çok tapındığı ülkelerin markalarını göğsünün üstünde taşımayı
kariyerden sayan, kendi ülkesinin liderine kin kusan, başka ülke liderleri,
başka inanç, başka hedef, başka menfaatlere amade kesilenler var ya, işte
onlar!
Hani
15 Temmuz’da erken patlattıkları şampanyanın köpüğü gibi hayâlleri yerle bir
olanlar… Her yapılana çamur atanlar, her icraata çelme takma yetkileri varmış
gibi ağız dolusu söylenenler… İşte bu türler, işaret parmağına isyan ve
ihanetini yükleyip aklınca gözüne kestirdiği bir muhataba, bir mâkâma, bir
unvana, bir isme sallama iştahına kapılmaktan kendini alıkoyamaz. Böylesi bir
iştaha esir olunca da, zihinlerine hükmetme yetileri zayıflar ve hitabının/cümlesinin
niteliğindeki edep/sizliği cesaretten sayar.
Kendi
bildiğini okuma alışkanlığından olmalı ki, bu hataya defalarca düşmelerine
rağmen, oturup “Bir düşüneyim” de demezler. Çünkü bu tipler, düşündüğünü eyleme
aktarmayı, hayata katma değer eklemeyi, üretmeyi hayli zamandır tatmadıklarından,
tattıkları vakitlerde de ABD başkanlarının önünde el pençe divan durduklarından,
meleke hâline gelmiş yetersizlikleriyle düşünmek yerine söylenmeyi, eylemek
yerine engel olmayı maharetten sayarlar. Tıpkı hesapta yeterli miktarda para bulunmadığında
post makinesinin “Yetersiz bakiye” uyarısı gibi bir ahvaldir sair aklı başında
olanlar arasında tuttukları yer.
Her
parmak sallayışları, her durumdan kaos devşirmeyi, yetersizlik hâllerini
kendileri bile hazmedemediğinden cahilane bir teselli umudu, zavallıca teskin
olma çabası ve kendini kandırmakla kalmayıp kendi kandığına başkalarını da ikna
etme cüretini göstermekten çekinmezler. Yalanın, iftiranın hızla yol alması,
yaygınlaşması da bu tür kişilerin, daha doğru ifadeyle kişiliksizlerin
eseridir.
Ancak
yanıldıkları bir başka durum daha var ki, kendileri gibi olanlardan aldıkları “Like,
RT” gibi sanal alkışların rüzgârıyla sair aklı başında olanların da kendileri
gibi olduklarını sanmalarıdır.
Değil,
herkes onlar gibi değil! Sınırlarımızda Türk askerlerinin terörle
mücadelesindeki başarıyı, 15 Temmuz’da aziz Türk milletimizin gösterdiği
iradeyi, Karabağ’da, Ukrayna-Rusya Savaşı’ndaki dengeli tutumu, Suriye
sınırında merhameti, Afrika’ya yapılan yatırımlarda aklî ve kalbî yeterliliği sergilenen
daha nice başarıları diledikleri kadar görmezden gelsinler.
Millet
menfaatine yapılmış çokça icraatı, hele pandemi döneminden en az hasar alan ülke
olmamızı, iç siyasetteki ucuz saldırılara, dış politikadaki stratejik plânlarına
rağmen jeopolitik otorite olma yetkisini üstlenen ülke olmamızı sayfalar dolusu
yazmaya güç yetiremeyeceğimizi onlar da, biz de biliyoruz.
Sadece
iki gün önce gerçekleşen ve dünyaya bir dik duruş profili çizen, kavi bir
inanış modeli sergileyen, yeterli ve yetkili bir siyâsî lider nasıl olurmuş
gösteren Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın hepi topu 10 cümlelik
konuşmasına kulak kesilen Türk halkının, onurlu olmanın haklı gururunu
hissetmesine yeter!
Cumhurbaşkanımızın,
“Bakın, her iki ülkenin (İsveç ve Finlandiya) de terör
örgütlerine karşı açık ve net bir tavrı söz konusu değil. Kaldı ki, bu süreç
içerisinde bu terör örgütlerine karşı kalkıp ‘Biz karşıyız’ deseler bile -ki
tam aksine teslim etmeleri gereken bazı teröristlerle ilgili teslim etmeyeceklerine
dair açıklamaları var ve velev ki teslim edeceklerini dahi söyleseler- biz şuna
inanırız: Bir delikten iki kez Müslüman sokulmaz.1 Biz bunların
neyine güveneceğiz? Pazartesi günü Türkiye’ye geleceklermiş. Bizi ikna etmeye
mi gelecekler? Kusura bakmasınlar, yorulmasınlar. Her şeyden önce Türkiye’ye
yaptırım uygulayanların bu süreç içerisinde bir güvenlik örgütü olan NATO’ya
girmelerine biz ‘Evet’ demeyiz. Çünkü NATO, o zaman bir güvenlik örgütü
olmaktan çıkar, teröristlerin adeta temsilcilerinin yoğunlaştığı bir yer hâline
gelir. Buna ‘Evet’ demek mümkün değil. Ve bir sokulduğumuz yerden bir daha sokulamayız.
Kusura bakmasınlar!” ifadeleri ile geçmiş zamanlarda gerek koalisyonlarla,
gerek muhalefet hâlindeyken CHP ve benzeri partilerin Batı/lın karşısında el
pençe divan duruşu arasındaki fersah fersah farkı necip Türk milleti idrak
edecektir.
Tüm dünyanın gözleri önünde uluslararası önemli bir
mevzua karşı verilen bu tepki, Türkiye’nin yükselen gücünden söz ederken, vatan
sınırlarının muhafazasını ve milletinin huzurunu esas alan inançlı Müslüman bir
ülke liderinin stratejik başarısının altını çiziyor.
Cumhurbaşkanımızın, “Bir Müslüman aynı delikten iki
kere sokulmaz” hadîs-i şerifini rastlantısal bir akışla söylediğini
düşünmüyorum. Bilakis hile, plân, inkâr, iftira ve tuzaklarla dünyayı sömürmeye
doyamayan Batı/la, “Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız, mutlaka siz en
üstünsünüzdür”2 Ayetinin izharıyla
Evangelistinden Hıristiyanına, Siyonistinden Paganına, tarafının, konumunun,
durumunun ve en çok da kulluğunun idrakiyle bu ifadeleri kullandığına
inanıyorum. Ki bu ahvâl, Âlemlerin Rabbi Allah’ın yardımına mazhar olur
inşallah! Bakalım o yardım, dört koldan saldırıları göğüsleyen Cumhurun
Reis’ine eriştiğinde durum(ları) nice olur?
Bu ifade, maneviyatımız gereği her şeye gücü yeten
Rabbimize bir ilticadır, duadır, izhardır. Yahut hasbelkader, Rabbin emri
dairesinde söyletilmiş bir işittirme meselesidir. Maddî dünyamız gereği ise bir
inanış, bir uyanış, bir farkındalık izahıdır. Hatta tüm inananlara bütün yanılgılarından
ricat etme çağrısıdır. Öte yandan, kendi Müslüman ve Türk olma farkındalığımızı
hatırlama safhasıdır. Çünkü Batı/l pek çok alanda, pek çok maliyetle ve pek çok
yıldır misyonerlik çabalarıyla asimile etmeye çalıştığı ve kimi alanlarda
başardığını zannettiği hâlde Türk halkının ruhunu asimile etmeye güç
yetiremedi. Çok uzak değil, 15 Temmuz 2016 tarihi, Türk halkının hak ve
haksızlığı ayırmadaki yeti ve yetkisinin en güzel ispatıdır.
Varsın, onlar kendileri gibi sansın herkesi, aptala
saysınlar inançlı olan, vatan sevdasını imandan sayanları. İmanlı olanlar
bilirler ki, “İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz
yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar”.
Kendi
karanlıklarında kaybolacakları bir vakit gelecektir elbet! Varsın, onlar işaret
parmaklarını boşlukta savuradursunlar, edepten yoksun cümleler kursunlar,
yalanı, inkârı, nankörlüğü ve ihaneti meslekten saysınlar! Ne umur? Bu vatanın
bütünlüğü, aziz milletin birlikteliği için canını dişine takan, silahı olmadığı
hâlde asker kesilen bir halk var!
Biz
gayretimize gayret katalım, ihlâsla duaya duralım. Adam gibi adam olalım,
kulluğumuzu zinhar unutmayalım! Hatta nefsimize bir parça nefes aldırıp bir
şarkıdan kam alalım: “Sen benim gözümde
bir rivayettin/ İlk değil alçağı yüksek görüşüm/ Sanma ki sen bana ihanet
ettin/ O senin aslına rücu edişin…”
1
(Buhârî, Edeb, 83;
Müslim, Zühd, 63)
2 Ali İmran/139