“Bu, senin aslına rücu edişin!”

Biz gayretimize gayret katalım, ihlâsla duaya duralım. Adam gibi adam olalım, kulluğumuzu zinhar unutmayalım! Hatta nefsimize bir parça nefes aldırıp bir şarkıdan kam alalım: “Sen benim gözümde bir rivayettin/ İlk değil alçağı yüksek görüşüm/ Sanma ki sen bana ihanet ettin/ O senin aslına rücu edişin…”

KİŞİ, sahip olduğu yetki, yeti ve yeteneklere yeterli derecede kıymet vermediğinde maruz kaldığı ve/veya kalacağı olumsuz şartlardan ilkin kendisinin mesul olduğunun ayırdına varmadıkça, suçlayacak kişi/ler, yetkili/ler arayacaktır. Bu tanım sadece içimizden biri için değil; genel anlamda düşündüğümüzde devleti yönetmeye talip olup bir türlü o mevkie erişemeyen, erişemedikçe ciğere “murdar” diyen bir kediden farkları olmayanları da buna dâhil etmek gerek.

Hani “hainliği” meslekten sayan, dünya genelinde bir coğrafyaya aidiyet kesbetmeyen, sınırları çizilmiş toprağına “Vatanım” diyemeyen, hürriyetini temsil eden bayrağından çok tapındığı ülkelerin markalarını göğsünün üstünde taşımayı kariyerden sayan, kendi ülkesinin liderine kin kusan, başka ülke liderleri, başka inanç, başka hedef, başka menfaatlere amade kesilenler var ya, işte onlar!

Hani 15 Temmuz’da erken patlattıkları şampanyanın köpüğü gibi hayâlleri yerle bir olanlar… Her yapılana çamur atanlar, her icraata çelme takma yetkileri varmış gibi ağız dolusu söylenenler… İşte bu türler, işaret parmağına isyan ve ihanetini yükleyip aklınca gözüne kestirdiği bir muhataba, bir mâkâma, bir unvana, bir isme sallama iştahına kapılmaktan kendini alıkoyamaz. Böylesi bir iştaha esir olunca da, zihinlerine hükmetme yetileri zayıflar ve hitabının/cümlesinin niteliğindeki edep/sizliği cesaretten sayar.

Kendi bildiğini okuma alışkanlığından olmalı ki, bu hataya defalarca düşmelerine rağmen, oturup “Bir düşüneyim” de demezler. Çünkü bu tipler, düşündüğünü eyleme aktarmayı, hayata katma değer eklemeyi, üretmeyi hayli zamandır tatmadıklarından, tattıkları vakitlerde de ABD başkanlarının önünde el pençe divan durduklarından, meleke hâline gelmiş yetersizlikleriyle düşünmek yerine söylenmeyi, eylemek yerine engel olmayı maharetten sayarlar. Tıpkı hesapta yeterli miktarda para bulunmadığında post makinesinin “Yetersiz bakiye” uyarısı gibi bir ahvaldir sair aklı başında olanlar arasında tuttukları yer.

Her parmak sallayışları, her durumdan kaos devşirmeyi, yetersizlik hâllerini kendileri bile hazmedemediğinden cahilane bir teselli umudu, zavallıca teskin olma çabası ve kendini kandırmakla kalmayıp kendi kandığına başkalarını da ikna etme cüretini göstermekten çekinmezler. Yalanın, iftiranın hızla yol alması, yaygınlaşması da bu tür kişilerin, daha doğru ifadeyle kişiliksizlerin eseridir.

Ancak yanıldıkları bir başka durum daha var ki, kendileri gibi olanlardan aldıkları “Like, RT” gibi sanal alkışların rüzgârıyla sair aklı başında olanların da kendileri gibi olduklarını sanmalarıdır.

Değil, herkes onlar gibi değil! Sınırlarımızda Türk askerlerinin terörle mücadelesindeki başarıyı, 15 Temmuz’da aziz Türk milletimizin gösterdiği iradeyi, Karabağ’da, Ukrayna-Rusya Savaşı’ndaki dengeli tutumu, Suriye sınırında merhameti, Afrika’ya yapılan yatırımlarda aklî ve kalbî yeterliliği sergilenen daha nice başarıları diledikleri kadar görmezden gelsinler.

Millet menfaatine yapılmış çokça icraatı, hele pandemi döneminden en az hasar alan ülke olmamızı, iç siyasetteki ucuz saldırılara, dış politikadaki stratejik plânlarına rağmen jeopolitik otorite olma yetkisini üstlenen ülke olmamızı sayfalar dolusu yazmaya güç yetiremeyeceğimizi onlar da, biz de biliyoruz.

Sadece iki gün önce gerçekleşen ve dünyaya bir dik duruş profili çizen, kavi bir inanış modeli sergileyen, yeterli ve yetkili bir siyâsî lider nasıl olurmuş gösteren Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın hepi topu 10 cümlelik konuşmasına kulak kesilen Türk halkının, onurlu olmanın haklı gururunu hissetmesine yeter!

Cumhurbaşkanımızın, “Bakın, her iki ülkenin (İsveç ve Finlandiya) de terör örgütlerine karşı açık ve net bir tavrı söz konusu değil. Kaldı ki, bu süreç içerisinde bu terör örgütlerine karşı kalkıp ‘Biz karşıyız’ deseler bile -ki tam aksine teslim etmeleri gereken bazı teröristlerle ilgili teslim etmeyeceklerine dair açıklamaları var ve velev ki teslim edeceklerini dahi söyleseler- biz şuna inanırız: Bir delikten iki kez Müslüman sokulmaz.1 Biz bunların neyine güveneceğiz? Pazartesi günü Türkiye’ye geleceklermiş. Bizi ikna etmeye mi gelecekler? Kusura bakmasınlar, yorulmasınlar. Her şeyden önce Türkiye’ye yaptırım uygulayanların bu süreç içerisinde bir güvenlik örgütü olan NATO’ya girmelerine biz ‘Evet’ demeyiz. Çünkü NATO, o zaman bir güvenlik örgütü olmaktan çıkar, teröristlerin adeta temsilcilerinin yoğunlaştığı bir yer hâline gelir. Buna ‘Evet’ demek mümkün değil. Ve bir sokulduğumuz yerden bir daha sokulamayız. Kusura bakmasınlar!” ifadeleri ile geçmiş zamanlarda gerek koalisyonlarla, gerek muhalefet hâlindeyken CHP ve benzeri partilerin Batı/lın karşısında el pençe divan duruşu arasındaki fersah fersah farkı necip Türk milleti idrak edecektir.

Tüm dünyanın gözleri önünde uluslararası önemli bir mevzua karşı verilen bu tepki, Türkiye’nin yükselen gücünden söz ederken, vatan sınırlarının muhafazasını ve milletinin huzurunu esas alan inançlı Müslüman bir ülke liderinin stratejik başarısının altını çiziyor.

Cumhurbaşkanımızın, “Bir Müslüman aynı delikten iki kere sokulmaz” hadîs-i şerifini rastlantısal bir akışla söylediğini düşünmüyorum. Bilakis hile, plân, inkâr, iftira ve tuzaklarla dünyayı sömürmeye doyamayan Batı/la, “Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız, mutlaka siz en üstünsünüzdür”2 Ayetinin izharıyla Evangelistinden Hıristiyanına, Siyonistinden Paganına, tarafının, konumunun, durumunun ve en çok da kulluğunun idrakiyle bu ifadeleri kullandığına inanıyorum. Ki bu ahvâl, Âlemlerin Rabbi Allah’ın yardımına mazhar olur inşallah! Bakalım o yardım, dört koldan saldırıları göğüsleyen Cumhurun Reis’ine eriştiğinde durum(ları) nice olur?

Bu ifade, maneviyatımız gereği her şeye gücü yeten Rabbimize bir ilticadır, duadır, izhardır. Yahut hasbelkader, Rabbin emri dairesinde söyletilmiş bir işittirme meselesidir. Maddî dünyamız gereği ise bir inanış, bir uyanış, bir farkındalık izahıdır. Hatta tüm inananlara bütün yanılgılarından ricat etme çağrısıdır. Öte yandan, kendi Müslüman ve Türk olma farkındalığımızı hatırlama safhasıdır. Çünkü Batı/l pek çok alanda, pek çok maliyetle ve pek çok yıldır misyonerlik çabalarıyla asimile etmeye çalıştığı ve kimi alanlarda başardığını zannettiği hâlde Türk halkının ruhunu asimile etmeye güç yetiremedi. Çok uzak değil, 15 Temmuz 2016 tarihi, Türk halkının hak ve haksızlığı ayırmadaki yeti ve yetkisinin en güzel ispatıdır.

Varsın, onlar kendileri gibi sansın herkesi, aptala saysınlar inançlı olan, vatan sevdasını imandan sayanları. İmanlı olanlar bilirler ki, “İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar”.

Kendi karanlıklarında kaybolacakları bir vakit gelecektir elbet! Varsın, onlar işaret parmaklarını boşlukta savuradursunlar, edepten yoksun cümleler kursunlar, yalanı, inkârı, nankörlüğü ve ihaneti meslekten saysınlar! Ne umur? Bu vatanın bütünlüğü, aziz milletin birlikteliği için canını dişine takan, silahı olmadığı hâlde asker kesilen bir halk var!

Biz gayretimize gayret katalım, ihlâsla duaya duralım. Adam gibi adam olalım, kulluğumuzu zinhar unutmayalım! Hatta nefsimize bir parça nefes aldırıp bir şarkıdan kam alalım: “Sen benim gözümde bir rivayettin/ İlk değil alçağı yüksek görüşüm/ Sanma ki sen bana ihanet ettin/ O senin aslına rücu edişin…”

 

1 (Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63)

2 Ali İmran/139