Bu sene Şubat 29 çekiyor

28 Şubat’ta da böyle olmamış mıydı? 28 Şubat günlerinde biz içimize kapanıp suni krizlerle boğuşurken, küresel yamyamlar Irak ve Suriye’yi şekillendirmekle meşgul değiller miydi? Ne yapalım şimdi, aynı delikten bir kez daha mı sokulalım yine bir Şubat ayında? Kusura bakma “big” birader, Şubat her zaman 28 çekmez!

BİR önceki hafta “Hilâfet bayrağı taşıyor” diye bir vatandaşımız yumruklanmış ve burnu kırılmıştı.

Tüm hafta bu adi suçun ne kadar yüceltildiğine şahit olduk. Yetmedi, bu cürmü işleyen “elemanın” ne büyük kahraman olduğunu, ülkeyi gerici Hilâfetçilerden nasıl da kurtardığını anlattılar durdular.

Bir yumrukla Hilâfet’i yere sermiş Ege. Koçum benim! “Eline sağlık.”

Hatta Japon asıllı parti başkanımız, beş milyon avukat ile adliyeyi bile bastı Ege özgür kalsın deyü.

Bu arada Ege’nin finalleri başlamış, neden hâlâ salınmamış ki? Yıllarca Neşe’nin kepek sorununu çektik, şimdi sırada Ege’nin final sorunu var. Bize ne kardeşim?

Daha biz bu yumruk olayını sindiremeden şimdi de bir bıçaklama vakamız oldu.

Yeni bir zerzevat Fatih Camiî imamını ve onun talebesini bıçakladı; hem de camide. Bu zerzevatın da aynı Japon asıllı parti başkanı ile fotoğrafı var.

Eee, şimdi sırada ne var? Bilelim de hazırlıklı olalım, boş gezmeyelim.

Ülkede birileri bir şeyler deniyor ve bu kabak gibi ortada.

Bir taşla birkaç kuş vurmaya matuf alışılagelmiş istihbarat oyunları bunlar… Bunları yemeyeceğimizi bile bile neden bu basit oyunlardan vazgeçmiyorlar ısrarla?

Cevap çok basit: Yiyenler, yemek isteyenler hâlâ var.

İlkokul müsameresi basitliğindeki bu klasik sahnelerle hem mütedeyyin insanların damarına basmak, onları galeyana getirmek, mümkünse kitlesel bir olay oluşmasını körüklemeyi; diğer taraftan da dikkatimizi dağıtıp bölgemizde yaşanan gelişmelerden bizleri uzak tutmayı plânladıklarını görmediğimiz mi sanılıyor acaba?

28 Şubat’ta da böyle olmamış mıydı? 28 Şubat günlerinde biz içimize kapanıp suni krizlerle boğuşurken, küresel yamyamlar Irak ve Suriye’yi şekillendirmekle meşgul değiller miydi?

Ne yapalım şimdi, aynı delikten bir kez daha mı sokulalım yine bir Şubat ayında?

Kusura bakma “big” birader, Şubat her zaman 28 çekmez!

***

28 Şubat’ta kullanılanlara benzer aparatlar yine sahnede. Sahne gerisinde kim olduğunu görmek için bu aparatlara sahip çıkanlara bakmak yeterlidir.

Bu kuklalara kim sahip çıkıyor, kim bunlarla birlikte fotoğraf veriyor, kim bunlar için hançeresini patlatıyor?

Bu soruların basit cevabı sahne gerisindekileri işaret ediyor zaten. İlle buradan isim mi vereyim?

Bir de bunların küresel efendileri, gizli ya da açıktan görüştükleri istihbarat örgütleri var.

Bunları sınırlı bilgi ve gözlemimizle bizler görebiliyorsak, Devletimizin görmemesi mümkün müdür? Fazlasını ve de fazlasıyla görüyor, buna göre pozisyonunu alıyordur elbette 2 bin 500 yıllık devlet aklı.

Sahneyi üç beş çulsuz çapsıza bırakacak hâlimiz yok ya!

Gazze ile ilgilenmeye, mazlumların sesi, ümmetin ümidi olmaya devam edeceğiz biz Allah’ın izniyle.

***

Epstein olayı gündemdeki yerini ve canlılığını koruyorken, şimdi de New York’taki bir sinagogda ortaya çıkarılan gizli tünel, yeni bir dünya düzenine doğru bir kırılmaya yaklaşıldığının habercisidir.

Buna İsrail aleyhinde açılmış “soykırım dâvâsını” da eklememiz yerinde olacaktır.

Epeydir İsrail’in Türkiye’deki sözcüsü, hatta tetikçisi gibi çalışan -ismi lâzım değil- bir sosyal medya soytarısı bu tünel olayı hakkında şunları yazmış: “Tüneller izinsiz kazılmış ancak bir suç unsuru henüz bulunmuş değil.”

Mücadele etmek zorunda olduğumuz kafa tam da bu işte!

New York’un göbeğinde izinsiz onlarca metre, hem de son derece şüpheli bir tünel kazmak bile başlı başına suçun ta kendisidir.

Tünelden çıkarılan bebek arabaları ve kanlı yataklar mevzuuna hiç girmiyorum bile!

***

İsrail katliam, soykırım ve savaş suçları ile yargılanıyor. Mahkeme ne kadar sürer bilmiyorum ama İsrail’in bu mahkemeden cezasız şekilde sıyrılmasına imkân yok.

Bu ceza son derece sembolik bile olsa, bugüne kadar “soykırıma uğramış mağdur halk” yerine “soykırım uygulayan halk” olarak anılmak bile İsrail için sonun başlangıcıdır.

O son geldiğinde, 7 Ekim’den beri İsrail’i yalamaktan dili nasır tutmuş içimizdeki İsraillileri göreceğiz. Onlar da dertlerini kadıya anlatırlar artık.

Sera Kadıgil de kendilerine yardımcı oluversin canım! İnsanlık ölmedi ya…

Kalınız sağlıcakla efendim.