Bu savaşın neresindeyiz?

Şu konuda daima ümitli ve iyimserim: Türkiye’nin merkezinde olacağı orta kuşak, hem Türk dünyasını, hem İslâm dünyasını, hem de dünyanın geri kalan mazlum ve bağlantısız ülkelerini de kendi sisteminin içine katarak 2053 veya 2071’de dünyanın “1” numaralı gücü ve en etkin kutbu hâline gelecektir. Türkiye’nin bu büyük hedefi gerçekleştirmesi, Cenab-ı Allah’ın muradıdır.

YAZIYA şöyle bir soru ile girelim: ABD’nin Ukrayna üzerinden Rusya ile Avrupa’yı karşı karşıya getirmesi dünyada en çok kimlerin işine yarar?

Hiç kuşku yok ki, bu soruya verilecek cevaplardan ilki ABD, ikincisi Çin ve üçüncüsü Türkiye’dir.

Evet, bu savaştan çıkarları açısından en çok yararlanacak ülke ABD’dir. ABD, Avrupa’nın enerji açığı yönünden Rusya ile gittikçe dönülmez bir bağımlılık ilişkisine girdiğini görüyordu. Bu bağımlılık, tarihte ilk kez Avrupa ile Rusya’nın bir bütünlük içerisinde hareket edeceğini ve bu hareket edişin de en çok kendi zararına olacağını biliyordu. Nitekim bu savaş öncesi, İngiltere haricindeki Avrupa ülkeleri, Amerika’nın niyetleri ve NATO’nun gelecek vizyonu konusunda ciddî bir kafa karışıklığı ve bölünmüşlük içerisinde idiler. Fransa ayrı bir telden çalıyor, Almanya ayrı bir telden çalıyor, İtalya ve İspanya gibi ülkeler ayrı tellerden çalıyorlardı.

İşte ABD, bu farklılaşmayı bütünleştirmek ve Avrupa’yı topyekûn bir cephe hâline getirerek Rusya’nın karşısına koymak için, Rusya’nın Ukrayna saldırısını kolaylaştıracak ne gibi araçlar varsa o araçları sonuna kadar kullandı. Yeter ki plânladığı savaş çıksın ve Avrupa Birliği ile Rusya karşı karşıya gelsin…

Bu plânın tıkır tıkır işlemesi için Rusya’nın önünün açılması gerekiyordu. ABD ve İngiltere bu plânı mükemmel bir şekilde uygulayınca Rusya da gözünü kırpmadan Ukrayna’ya girdi.

Rusya’nın kendisi için bir tuzak olan bu plâna atlamasının nedeni, Kuzey Osetya ve Kırım’ı belli kınamalar ve küçük çaplı yaptırımlarla geçiştirerek yutmuş olmasıydı. Ancak bu kez kazın ayağı farklıydı. ABD, kendi plânı gereğince Rusya’yı Ukrayna üzerinden Avrupa ile çatıştırıp onu Ukrayna batağında boğmak istiyor ve ileride Çin ile bir blok hâlinde kendi karşısına geçmesinin önünü alıyordu. Çünkü ABD’nin çıkarları, ABD ve Çin olmak üzere iki bloklu bir dünya öngörüsüne dayanıyordu. Bu plânın önündeki engel ise Rusya ve Türkiye’nin dillendirdiği çok kutuplu bir dünya inşâsıydı.

ABD, bu inşâya mani olmak için Rusya’nın hem askerî, hem de ekonomik olarak zayıflatılmasını istiyordu. Bu amacın gerçekleşmesi için de Rusya’nın Ukrayna’yı işgal tuzağına çekilmesi gerekiyordu. ABD, Putin’in çarlık zaafları üzerinden giderek bu işgal tuzağını kolayca kotardı. Artık Ukrayna batağına giren Rusya, mümkün olan en uzun süre bu asimetrik savaşın içinde tutularak askerî ve ekonomik bakımdan çökertilmeliydi.

Rusya’nın bu savaşta ödediği bedel ne kadar ağır olursa tehdit gücü de o ölçüde artacağı için, bu tehdit bir kamçı gibi en çok Avrupa üzerinde şaklayacaktı.

Avrupa ise savaşı, Rusya’nın Ukrayna üzerinden kendi içine taşıması tehlikesine karşı Amerika’nın kanatları altına sığınacak ve Rusya’yla ekonomik ilişkileri olabildiğince alt düzeye indirecekti. Bir yandan da kaynak ve imkânlarını Rusya’nın aleyhine sarf ederek hem bağımlı olduğu enerjiyi daha pahalı alacak, hem de Rusya’nın karşı ambargosuna muhatap olarak kendisi de zayıflayacaktı. Bu arada savaşın Ukrayna’dan Avrupa içlerine doğru genişlemesi ihtimâline karşı Rusya’ya sınır ülkelerden Avrupa merkeze doğru akacak olan mülteci göçleri, Avrupa’yı adeta ikinci bir kavimler göçü tehlikesiyle baş başa bırakacak -ki bu tehlike, Avrupa’nın içten çökmesi anlamına gelir-.

Böylelikle ABD bir taş ile iki kuş vurarak Ukrayna tuzağına hem Rusya’yı, hem de kendisinden kopma sinyalleri veren Avrupa’yı düşürmüş oldu. Bu durumda ABD kendi ekonomik sıkışmışlığını AB’ye silah ve sıvılaştırılmış LNG satarak finanse edebilir ve böylelikle AB ve Rusya’daki yüksek cari fazlalıkları işe yaramaz hâle getirebilirdi.

***

Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ikinci en büyük kazananı ise Çin’dir. Çin’in kazanımları başka bir yazı konusu olacak kadar geniş olduğu için, biz bu savaşın üçüncü büyük kazanını olan Türkiye’ye gelelim…

Mevcut konjonktür içerisinde kendimi Türkiye’nin yerine koysam yapacağım ilk iş, benim için yakın tehdit olan Rusya ve Avrupa Birliği’ni birbirine düşürmek olurdu. ABD’nin kendi çıkarları için oluşturduğu mevcut savaş ve çatışma ortamı, aslında benim arayıp da bulamadığım bir fırsattan başka bir şey olmazdı. Türkiye şimdiki gücüyle öyle bir savaşı çıkaramazdı. Ama madem böyle bir durum ayağına gelmiş, o hâlde bu durumdan nasıl yararlanacağına bakması gerekir.

Öncelikle şunu söyleyelim ki, savaşın uzaması ve Avrupa’yı tehdit edecek biçimde alevlenmesi, ABD kadar Türkiye’nin de işine gelir. Zira Türkiye’nin şu anda ödediği bedellerin büyük kısmı Rusya ve Avrupa’nın kontrol ettiği yahut arkasında gizli ve açık durduğu sorunlardan kaynaklanmaktadır.

Savaşın uzaması ile Rusya’nın askerî ve ekonomik açıdan zayıflaması, bizim Rusya ile karşı karşıya olduğumuz alanların lehimizde açılması anlamına gelir. Malûm, şu anda Rusya ile askerî açıdan karşı karşıya olduğumuz üç cephe hattı var: Birincisi Kafkaslar, ikincisi Suriye ve üçüncüsü de Libya bağlamında Afrika… İşin iyi tarafı, bu cephelerde şimdiye kadar Rusya’nın yanında duran ABD ve Avrupa’nın bu aşamadan sonra kerhen de olsa bizim yanımızda durmak zorunda kalacaklarıdır. Böyle bir olgu ise Türkiye’yi bir anda Balkanlardan Çin Seddi’ne, Karadeniz’in kuzeyinden Yemen’e ve Afrika’nın ortalarına kadar olan bir alanda başat aktör hâline getirerek orta kuşakta bir büyük gücün ortaya çıkmasına neden olur.

Avrupa’nın içine düştüğü enerji krizi, artık onun Türkiye’ye karşı Doğu Akdeniz’de ortaya koyduğu direncin zayıflamasına yol açacak ve Doğu Akdeniz’de Türk tezlerini kabul etmek zorunda kalacaktır. Doğu Akdeniz’de Türk tezlerinin kabul edilmesi demek, Mavi Vatan’da trilyonlarca metreküp gaz ve belki milyarlarca metreküp petrolün yeni bir enerji havzası olarak ortaya çıkması demektir. Böyle bir enerji havzası, hem Avrupa’yı Rusya bağımlılığından kurtaracak, hem de Türkiye’yi dokunulmaz ve tartışılmaz bir güç hâline getirecektir.

Böyle bir durumda, daha önce yazılarımızda da öngördüğümüz gibi, dünyada üç büyük güç merkez oluşacaktır. Bu güç merkezlerinden birincisi -Avrupa Birliği’nin de ABD’nin kanatları altında olmasıyla - Atlantik ittifakı, ikinci güç merkezi Çin ve üçüncü güç merkezi de orta kuşakta yükselen Türkiye olacaktır.

Aziz okuyucular, şu konuda daima ümitli ve iyimserim: Türkiye’nin merkezinde olacağı orta kuşak, hem Türk dünyasını, hem İslâm dünyasını, hem de dünyanın geri kalan mazlum ve bağlantısız ülkelerini de kendi sisteminin içine katarak 2053 veya 2071’de dünyanın “1” numaralı gücü ve en etkin kutbu hâline gelecektir.

Türkiye’nin bu büyük hedefi gerçekleştirmesi, Cenab-ı Allah’ın muradıdır.

Cenab-ı Allah, vicdanlardan silinmiş olan İlâhî adaleti ve kalplerden kazınmış olan Rabbanî merhameti tekrar tesis etmek için, olayların eliyle bu ülkeyi yeniden aziz etmeyi dilemektedir. O bir şeyi murad edince her şey o iradenin gerçekleşmesi için harekete geçer. Tıpkı şimdi olduğu gibi…

Vesselâm...