
YAZIYA şöyle bir soru ile girelim: ABD’nin Ukrayna üzerinden
Rusya ile Avrupa’yı karşı karşıya getirmesi dünyada en çok kimlerin işine
yarar?
Hiç kuşku yok ki, bu soruya verilecek cevaplardan ilki
ABD, ikincisi Çin ve üçüncüsü Türkiye’dir.
Evet, bu savaştan çıkarları açısından en çok
yararlanacak ülke ABD’dir. ABD, Avrupa’nın enerji açığı yönünden Rusya ile
gittikçe dönülmez bir bağımlılık ilişkisine girdiğini görüyordu. Bu
bağımlılık, tarihte ilk kez Avrupa ile Rusya’nın bir bütünlük içerisinde
hareket edeceğini ve bu hareket edişin de en çok kendi zararına olacağını
biliyordu. Nitekim bu savaş öncesi, İngiltere haricindeki Avrupa ülkeleri,
Amerika’nın niyetleri ve NATO’nun gelecek vizyonu konusunda ciddî bir kafa
karışıklığı ve bölünmüşlük içerisinde idiler. Fransa ayrı bir telden
çalıyor, Almanya ayrı bir telden çalıyor, İtalya ve İspanya gibi ülkeler
ayrı tellerden çalıyorlardı.
İşte ABD, bu farklılaşmayı bütünleştirmek ve Avrupa’yı
topyekûn bir cephe hâline getirerek Rusya’nın karşısına koymak için, Rusya’nın
Ukrayna saldırısını kolaylaştıracak ne gibi araçlar varsa o araçları sonuna
kadar kullandı. Yeter ki plânladığı savaş çıksın ve Avrupa Birliği ile Rusya
karşı karşıya gelsin…
Bu plânın tıkır tıkır işlemesi için Rusya’nın önünün
açılması gerekiyordu. ABD ve İngiltere bu plânı mükemmel bir şekilde
uygulayınca Rusya da gözünü kırpmadan Ukrayna’ya girdi.
Rusya’nın kendisi için bir tuzak olan bu plâna
atlamasının nedeni, Kuzey Osetya ve Kırım’ı belli kınamalar ve küçük çaplı
yaptırımlarla geçiştirerek yutmuş olmasıydı. Ancak bu kez kazın ayağı
farklıydı. ABD, kendi plânı gereğince Rusya’yı Ukrayna üzerinden Avrupa ile
çatıştırıp onu Ukrayna batağında boğmak istiyor ve ileride Çin ile bir blok hâlinde
kendi karşısına geçmesinin önünü alıyordu. Çünkü ABD’nin çıkarları, ABD ve Çin
olmak üzere iki bloklu bir dünya öngörüsüne dayanıyordu. Bu plânın önündeki
engel ise Rusya ve Türkiye’nin dillendirdiği çok kutuplu bir dünya inşâsıydı.
ABD, bu inşâya mani olmak için Rusya’nın hem askerî,
hem de ekonomik olarak zayıflatılmasını istiyordu. Bu amacın gerçekleşmesi için
de Rusya’nın Ukrayna’yı işgal tuzağına çekilmesi gerekiyordu. ABD, Putin’in
çarlık zaafları üzerinden giderek bu işgal tuzağını kolayca kotardı. Artık
Ukrayna batağına giren Rusya, mümkün olan en uzun süre bu asimetrik savaşın
içinde tutularak askerî ve ekonomik bakımdan çökertilmeliydi.
Rusya’nın bu savaşta ödediği bedel ne kadar ağır
olursa tehdit gücü de o ölçüde artacağı için, bu tehdit bir kamçı gibi en çok
Avrupa üzerinde şaklayacaktı.
Avrupa ise savaşı, Rusya’nın Ukrayna üzerinden kendi içine
taşıması tehlikesine karşı Amerika’nın kanatları altına sığınacak ve Rusya’yla
ekonomik ilişkileri olabildiğince alt düzeye indirecekti. Bir yandan da kaynak
ve imkânlarını Rusya’nın aleyhine sarf ederek hem bağımlı olduğu enerjiyi daha
pahalı alacak, hem de Rusya’nın karşı ambargosuna muhatap olarak kendisi de
zayıflayacaktı. Bu arada savaşın Ukrayna’dan Avrupa içlerine doğru genişlemesi
ihtimâline karşı Rusya’ya sınır ülkelerden Avrupa merkeze doğru akacak olan
mülteci göçleri, Avrupa’yı adeta ikinci bir kavimler göçü tehlikesiyle baş başa
bırakacak -ki bu tehlike, Avrupa’nın içten çökmesi anlamına gelir-.
Böylelikle ABD bir taş ile iki kuş vurarak Ukrayna
tuzağına hem Rusya’yı, hem de kendisinden kopma sinyalleri veren Avrupa’yı
düşürmüş oldu. Bu durumda ABD kendi ekonomik sıkışmışlığını AB’ye silah ve sıvılaştırılmış
LNG satarak finanse edebilir ve böylelikle AB ve Rusya’daki yüksek cari
fazlalıkları işe yaramaz hâle getirebilirdi.
***
Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ikinci en büyük kazananı ise
Çin’dir. Çin’in kazanımları başka bir yazı konusu olacak kadar geniş olduğu
için, biz bu savaşın üçüncü büyük kazanını olan Türkiye’ye gelelim…
Mevcut konjonktür içerisinde kendimi Türkiye’nin
yerine koysam yapacağım ilk iş, benim için yakın tehdit olan Rusya ve Avrupa
Birliği’ni birbirine düşürmek olurdu. ABD’nin kendi çıkarları için oluşturduğu
mevcut savaş ve çatışma ortamı, aslında benim arayıp da bulamadığım bir
fırsattan başka bir şey olmazdı. Türkiye şimdiki gücüyle öyle bir savaşı
çıkaramazdı. Ama madem böyle bir durum ayağına gelmiş, o hâlde bu durumdan
nasıl yararlanacağına bakması gerekir.
Öncelikle şunu söyleyelim ki, savaşın uzaması ve
Avrupa’yı tehdit edecek biçimde alevlenmesi, ABD kadar Türkiye’nin de işine
gelir. Zira Türkiye’nin şu anda ödediği bedellerin büyük kısmı Rusya ve Avrupa’nın
kontrol ettiği yahut arkasında gizli ve açık durduğu sorunlardan
kaynaklanmaktadır.
Savaşın uzaması ile Rusya’nın askerî ve ekonomik
açıdan zayıflaması, bizim Rusya ile karşı karşıya olduğumuz alanların lehimizde
açılması anlamına gelir. Malûm, şu anda Rusya ile askerî açıdan karşı karşıya
olduğumuz üç cephe hattı var: Birincisi Kafkaslar, ikincisi Suriye ve üçüncüsü
de Libya bağlamında Afrika… İşin iyi tarafı, bu cephelerde şimdiye kadar Rusya’nın
yanında duran ABD ve Avrupa’nın bu aşamadan sonra kerhen de olsa bizim
yanımızda durmak zorunda kalacaklarıdır. Böyle bir olgu ise Türkiye’yi bir anda
Balkanlardan Çin Seddi’ne, Karadeniz’in kuzeyinden Yemen’e ve Afrika’nın
ortalarına kadar olan bir alanda başat aktör hâline getirerek orta kuşakta bir
büyük gücün ortaya çıkmasına neden olur.
Avrupa’nın içine düştüğü enerji krizi, artık onun
Türkiye’ye karşı Doğu Akdeniz’de ortaya koyduğu direncin zayıflamasına yol
açacak ve Doğu Akdeniz’de Türk tezlerini kabul etmek zorunda kalacaktır. Doğu
Akdeniz’de Türk tezlerinin kabul edilmesi demek, Mavi Vatan’da trilyonlarca
metreküp gaz ve belki milyarlarca metreküp petrolün yeni bir enerji havzası
olarak ortaya çıkması demektir. Böyle bir enerji havzası, hem Avrupa’yı Rusya
bağımlılığından kurtaracak, hem de Türkiye’yi dokunulmaz ve tartışılmaz bir güç
hâline getirecektir.
Böyle bir durumda, daha önce yazılarımızda da
öngördüğümüz gibi, dünyada üç büyük güç merkez oluşacaktır. Bu güç
merkezlerinden birincisi -Avrupa Birliği’nin de ABD’nin kanatları altında
olmasıyla - Atlantik ittifakı, ikinci güç merkezi Çin ve üçüncü güç merkezi de
orta kuşakta yükselen Türkiye olacaktır.
Aziz okuyucular, şu konuda daima ümitli ve iyimserim:
Türkiye’nin merkezinde olacağı orta kuşak, hem Türk dünyasını, hem İslâm
dünyasını, hem de dünyanın geri kalan mazlum ve bağlantısız ülkelerini de kendi
sisteminin içine katarak 2053 veya 2071’de dünyanın “1” numaralı gücü ve en
etkin kutbu hâline gelecektir.
Türkiye’nin bu büyük hedefi gerçekleştirmesi, Cenab-ı
Allah’ın muradıdır.
Cenab-ı Allah, vicdanlardan silinmiş olan İlâhî
adaleti ve kalplerden kazınmış olan Rabbanî merhameti tekrar tesis etmek için, olayların
eliyle bu ülkeyi yeniden aziz etmeyi dilemektedir. O bir şeyi murad edince her
şey o iradenin gerçekleşmesi için harekete geçer. Tıpkı şimdi olduğu gibi…
Vesselâm...