Bu ne biçim aşk kardeşim!

Daha sonraki aşamada kültür ortaya çıkar. İnanca dayalı medeniyet ve ona dayalı kültür, günlük hayatla ilgili algılarımızı şekillendirir. Kültür, “algı dünyamız” da demektir aynı zamanda. Algı dünyamız yani kültürümüz, bizim tutum ve davranışlarımızı ortaya çıkarır. Yere düşmüş bir ekmeği almak, inancımız, medeniyetimiz ve kültürümüz sonucu ortaya çıkmış bir davranıştır.

BİZİM köklerimizi Osmanlı medeniyeti, onun da köklerini Kur’ân-ı Kerim, Hadis ve bu iki temel kaynağa dayalı ilim, irfan ve sanat gibi unsurlar meydana getirir. Bu medeniyetin bir “aşk medeniyeti” olduğu söylenir.

Bugünlerde kullanmakta olduğumuz “aşk” kelimesine baktığımda şu cümleyi söylemekten kendimi alamıyorum: “Aşk kelimesinin bugünkü anlamına bakınca ya ‘aşk medeniyeti’ dedikleri o geçmiş medeniyetimiz çok dandik yahut aşkı bu hâle getiren şu anki medeniyetimiz!”

İstanbul’un Küçükçekmece ilçesindeki bir imam-hatip lisesinde beni konuşmaya çağırdılar. Konuşmam esnasında “işporta” kelimesini kullandım. Çocukların tepkisizliği ilginç geldi. Nereden aklıma geldi bilemiyorum, çocuklara, “İşportacı ne demektir?” diye sordum. Duruma inanamadım, salonda tık yoktu. Meğer çocuklar “işporta” kavramını bilmiyorlarmış. Üzülsem mi, sevinsem mi? Bu çocuklar, içinde “işporta” kelimesi geçen cümleleri anlamayacak ve sözlüğe bakacaklar.

Müdür ve öğretmen arkadaşlarla bu durumu konuştuk. Ekonomik olarak çok da iyi şartlarda yaşamayan çocukların ikâmet ettikleri yerlerde, okul yolu üzerinde bu işi yapan kimsenin kalmadığını anlattılar. Demek ki çocuklar görmeyince, rastlamayınca, yaşamayınca öğrenmemişler.

Sosyal medyada, “Çevrenizdekileri sadece işiniz düştüğünde aramak olmaz” diyor. Peki, “Yarın bir gün işim düşebilir” diye bir arama davranışı, size hiç yabancı geliyor mu? Ne yalan söyleyeyim, bu şekildeki davranışları gözlemlediğim oluyor. Bir başka ifadeyle, o kişiyi özlediğim, sıhhatini-afiyetini merak ettiğim, hâlini hatırını sormak için değil, sadece bana sunacakları eksilmesin veya bir başka sefer bana menfaat sunmasını kolaylaştırayım diye aramak, (aslında biraz daha acısı) “dostmuş” gibi rol yapmak…

Derdi dinlemenin adına “psikoloji seansları” deniyor. Bu, dürüstçe… Psikoloğun bir mesleği var, ilân ettiği ücreti var. “Dostmuş” gibi görünmek hangi meslek ola ki? Karşılığında beklenen ücret makul mü acaba? Ticaretse bu, ona göre fiyatını falan belirleyelim. Değilse, ona göre davranalım.

Aslında anlaşılıyor ki, bizim bildiğimiz geçmiş medeniyetimizdeki “dost” kelimesi, içerik olarak anlam değiştirmiş. Bizim medeniyetimizde bir dost “Haydi gidelim!” dediğinde, diğeri “Nereye?” diye sormazdı. Şu anki anlamını kasteden başka bir kelime bulun, bizim “dost” kelimemizi rezil etmeyin! Kelimeye lâyık olan olur veya olmaz, ama o anlamda bir kelime şöyle bir kenarda dursun, gün gelir, birisi anlamına uygun dost olmak veya dost bulmak ister…

Bizim “diğerkâm” diye bir kelimemiz var. Bugünlerde pek rastlamıyorum. Kelimeye pek rastlamadığım gibi, kelimeyi kullandıracak olaylara da pek rastlayamıyorum. Rastlayamadığım için bir yandan üzgünüm, diğer yandan da sevinçliyim. Üzgünüm, çünkü diğerkâmlık erdemde en üst seviyelerden biridir. Düşünebiliyor musunuz, birisi, kendisi açken, yemeğini size uzatıyor. Kendisi işsizken, bırakın torpili, hileyi, rüşveti, kayrılmayı, kendisi işe girmektense sizin daha çok ihtiyacınız olduğunu anlıyor ve sizin lehinize geri çekiliyor…

Hatırlar mısınız, bir savaş sonrası yaralı bir asker su istiyor da, elinde su olan kişi tam ona su içirecekken, bir başka asker su istiyor ve suyu içmek üzere olan asker, su veren kişiye, diğerine suyu götürmesini işaret ediyor; tam diğer askere su verecekken bir başka asker su istiyor, o da ötekine götürmesini işaret ediyor… Bu şekilde, elinde su olan kişi 7-8 askeri dolaşıyor. Sonunda son su isteyen askere su verecekken, asker şehit oluyor. Sonra başa dönüyor, tüm askerleri tek tek geziyor. Ama hepsi şehit olmuş. Son nefesinde bile yudumlayacağı suyu, kendine tercih ettiği bir başkasına sunabilmek… İşte bu şekilde bir davranış, insanlığın huzur, afiyet ve saadet içinde mevcudiyetini devam ettirmesini temin eder!

“Diğerkâm” kelimesine pek rastalamayışıma ayrıca seviniyorum. Çünkü az önce bahsettiğim “dost” kelimesinin başına gelenlerin bu kelimenin başına da gelmesini istemem. Gerçi diğerkâm kişi durumunu ifşâ etmez yani “Ben diğerkâmım” demez. Demediği gibi, bilinmesini de beklemez. Sadece kendisi bilir, bir de Rabbi. Böyle kişiler var mıdır? İnşallah vardır.

***

Sizler gibi ben de SMS, WhatsApp mesajları alıyorum. Her Cuma, her bayram, her kandil veya her millî bayramlar ve ulusal günlerde… Bir kısmı “Allah’ım!” diye başlıyor. Bana gelen bir mesajın bu şekilde başlamasına anlam veremiyorum. Meselâ, “Allah’ım, tüm insanları doğru yola ilet!” diyor. İyi de, o zaman bu mesaj bana niçin gönderiliyor? Allah’la kendisi arasında benim mesaj iletimine katkıda bulunmamı istediğini düşünüyorum. Fakat benim öyle bir fonksiyonum yok. Allah’la onun arasındaki mesafe neyse, benimkiyle de öyle. Belki ve tabiî ki, inşallah o, benden daha yakındır. Bu duayı benim bilmemin açıklamasını yapamıyorum. “Benim de öyle dua etmemi istiyor” diye düşünüyorum. Ama bunu başka şekilde de yapabilir, “Dileyelim ki, Rabbimiz tüm insanları doğru yola iletsin” diyebiliriz pekâlâ.

Dolayısıyla bu şekilde gelen mesajları, “Bana yanlışlıkla gelmiş, muhatabı ben değilim” deyip siliyorum. Rabbimizle bir iletişim kursak ve bunu başkası bilmese, kayıp ne olur? Bir başka ifadeyle, bizim Rabbimizle iletişimimizi, ilişkimizi başkasının bilmesine ne gerek var?

***

Ah aşk ah! Mevlâna’ya sormuşlar: “Aşk nedir?” O da demiş ki, “Ben ol da bil!”

İnsanı kanatsız uçurtan, tarifi mümkün olamayan şey… Bugünlerde ayağa düşmüş şey… Fatih’e İstanbul’u aldıran, Ferhat’a dağları deldiren şey… Sevgiyi, eh, biraz anlarım da şehveti, hazzı, hırsı “aşk”a benzetmeyi anlayamam. İçinde muhabbet, sevgi, sevda, aşk olmayan hayatlar, yaşanmış hayatlar mıdır acaba? Aşksız insan, aşksız gönül, aşksız ilim, aşksız sanat, aşksız kültür, aşksız siyaset, aşksız icraat, olsa olsa bugünün medeniyetleri gibi olur herhâlde.

“İşporta” kelimesi gibi, “gecekondu” kelimesi de gelinen nokta ve ortaya çıkan durumlar itibarıyla bir dönem kullanılır oldu. Bugünlerde kullanımı epey azaldı. Çünkü gecekondu kurmayı doğuran faktörler ortadan kalkıyor. Dolayısıyla olumsuzluk ihtiva eden bu kelime, gündemden ve kullanımdan yavaş yavaş düşüyor. Bunlar gibi, içi boşalan kavramları, olumsuzluk ihtiva eden kelimeleri, bizimle ve pek tabiî bizim medeniyetimizle yakından uzaktan ilgisi olmayan hâl ve fiilleri ortaya çıkaran sebepler ve tesirler ortadan kalkarsa, her şey o zaman letafetli, nezaketli, bereketli ve insanın yaratılışına uygun hâle gelir.

Bir medeniyetin tezahürü ve insan hayatına etkisi, şu aşamalardan geçerek olmaktadır: En temelde inanç bulunur. İnanç, “Niçin?” sorusunun cevabını verir: “Niçin biz insanlar, hastalıklar, bitkiler, hayvanlar varız?” Sonra “medeniyet” kavramı gelir. İnanç doğrultusunda ortaya çıkan bilim, sanat, mimari, şehircilik ve teknoloji, medeniyeti meydana getirir. Daha sonraki aşamada kültür ortaya çıkar. İnanca dayalı medeniyet ve ona dayalı kültür, günlük hayatla ilgili algılarımızı şekillendirir. Kültür, “algı dünyamız” da demektir aynı zamanda. Algı dünyamız yani kültürümüz, bizim tutum ve davranışlarımızı ortaya çıkarır. Yere düşmüş bir ekmeği almak, inancımız, medeniyetimiz ve kültürümüz sonucu ortaya çıkmış bir davranıştır.

O hâlde tez elden kolları sıvayıp inancımızla ilgili eksiklerimizi kapatmalı, sonra da inancımız doğrultusunda medeniyet ve kültür şekillenmesinde görev almalıyız. İnsan fıtratına uymayan bugünkü pozitivizm, Darwinizm ve modernizme dayalı medeniyet safsatasından kurtulup, kendi köklerimizden doğacak, güç alacak, beslenecek medeniyetimizi canlandırmalı ve geliştirmeliyiz. İşte o zaman hayat nedir, yaşamak nedir, onurlu yaşamak nedir, insanca yaşamak nedir, görecek ve hissedeceğiz. İnsanlık âleminin tüm hücrelerinin muhtaç olduğu bu medeniyetin teşekkülünde görev alacak ve emek sarf edecek olan herkese selâm gönderiyor, onlara başarılar diliyor, minnetlerimi ve şükranlarımı sunuyorum.