KAÇINCI defa olacak
bilemiyorum, yine göçmenlerden bahsederek söze başlamak durumundayız.
Osmanlı,
Balkanlardan çekilmeye mecbur kalınca, dört beş asır o topraklarda yaşayan
insanların büyük kısmı, evini barkını, tarlasını tapanını terk ederek Anadolu
ve Trakya’ya gelmekten başka çare bulamadı.
Dönem
dönem artan baskılara bağlı olarak, belli zamanlarda göç tekrarlandı.
Eski
zamanlarda kağnılarla, at arabalarıyla ve yaya olarak, daha sonra gemiler,
trenler ve kara vasıtalarıyla…
Gelenler
memleketin belli yerlerine yoğun olarak yerleştirildiyse de, pek çok bölgede
göçmenlerin bulunduğunu biliyoruz.
Ayrıca
sadece Balkanlardan değildi gelenler; Kafkaslardan Kırım’a, Girit’ten diğer
adalara kadar çok geniş bir coğrafyada, birbirine yakın zamanlarda aynı macera
yaşandı.
*
Vaktiyle
Bulgaristan’dan yola çıkıp Manisa’ya yerleşen göçmenlerden birkaçı, günlerden
bir gün kahvede otururken, peş peşe develerin geçtiğini görmüşler.
O
güne kadar hayatlarında hiç deve görmedikleri için, şaşkınlıkla bakakalmışlar.
İlk
gören, hayretle yanındakini koluyla dürtmüş ve seslenmiş:
“Hişşt…
Nelere bak, nelere!”
Öteki,
kafasını çevirip bakmış, o da hayrete düşmüş. Neredeyse gözleri çizgi filmlerdeki
gibi ileri fırlayacak:
“Uyy!
U ne ba?”
Eğri
boyun, iri bir baş, uzun bacaklar üstünde yüksek gövde, ucu püsküllü kuyruk,
bir de hörgüç.
Böyle
garip bir hayvana ilk defa rastlayanların epeyce şaşırmasını anlamak gerek.
Görmedikleri
için bilmiyor, bilmedikleri için isimlendiremiyor, o yüzden “Nelere bak” diye
sesleniyor.
Kendilerinden
birkaç sene önce gelip oraya yerleşmiş olan hemşerileri Üsmen Aga’ya danışma
ihtiyacıyla yanına gidip sormuşlar.
O
da çayından bir yudum aldıktan sonra, bilgiç bir edayla cevap vermiş:
“A
be bunlar ep büle oluya be ya…”
Ne
tecrübe ama!
Nasıl
da “esaslı” bir açıklama!
Bilgiç
edayı ne kadar da hak eden bir bilgelik!
Yahu
Üsmen Aga, birkaç sene önce gelmişsin. O güne kadar yörede pek çok deve
görmüşsün. İlk rastladığında muhtemelen sen de çok hayret ettin ama artık az
çok ne olduğunu biliyorsun. Hiç değilse adını söyleseydin hayvancağızın.
Böyle
mi olur tecrübeyi konuşturmak, bu mudur bilgi aktarmak?
*
Kahraman
Gündüz’ün târih içindeki yolculuklarında olduğu gibi “fiyuvv fiyuvv” sesleri
çıkarmadan, lâkin deverandan kaçmadan dönelim günümüze.
Bizim
atalar da kağnıyla gelmişler beş yüz yıl yurt tuttukları topraklardan. Kağnıdan
çıkan ses, teker gıcırtısı olur en fazla.
Biz
de öyle yapalım.
Yağ
olsa yemeğe koyacaklar günler süren yolculukta, tekere sürecek yağ ne mümkün! O
sebeple, ara sıra gıcırtı duyan olursa, mazur görsün…
*
Her
sözü cevher niteliğinde olan bir Demokrat Amcamız var. Sağlığına duacıyız.
Konuştukça mercan saçıyor. (Neylesin malı?)
Son
söylediği, bir maden!
Kürt
sorununu Meclis’te HDP ile birlikte çözecekmiş.
Ey
azizler, bu cümlenin neresinden düzeltmeye başlamak evladır?
Bir
defa, Kürt sorunu değil, “terör sorunu” ortadaki.
O,
parti diye andığı, pırtı bile değil ve çözüme asla ve kat’a yanaşmaz.
“Meşru
organ” diye tanımladığı parti görünümlü o grup, tam anlamıyla gayrimeşru
işlerin odağı.
Bugüne
kadar en az bin defa kapatılmayı hak ettiği hâlde varlığını sürdürüyorsa,
mahkemelerin geçerli kanunları uygulamayışındandır. Evet, sadece bundandır!
Savcılar
gerektiği gibi dâvâ açmadı, gevşek davrandı; mahkemeler gerektiği şekilde
yargılamadı. Dâvâ açılmayınca yargılama nasıl yapılsın?
Meşru
organmış.
Ah
be demokrat amca! Herhâlde sen meşru organ görmemişsin. Yahut görmemiş gibi
davranıyorsun.
Unutmaktan
mı, bilmemekten mi?
Yoksa
bu sözün ardında başka bir hesap mı var?
O
sıkıntılı fakat maden vasfına sahip sözü duyunca, içine düştüğümüz ufak çaplı
sinirlilik, henüz yerini sükûnete bırakmadan, demokrat amcamızın muhatap
alacağını söylediği partiden cevap geldi.
Eski
eş başkan Sezai Temelli, adres olarak İmralı’yı gösterdi. “Muhatap biz değiliz”
dedi.
“Böylece
ne oldu?” diyenlere tek cümleyle şöyle cevap verebiliriz:
“Demokrat
amca, dostlarından bir tos yedi.”
Aman
dikkat! “Tost yedi” şeklinde okumayın. “Tos” dedik. Sözlükte şöyle açıklanır:
“Alınla ya da boynuzla vuruş… Argoda, kavga sırasında kafayla vuruş.”
Eğer
bir ses geldiyse, gıcırtı sanılmasın, tos sırasında çıkan sestir.
*
İlginç
tarzda resimler yapmasıyla nam salmış bir aydınımız ise Temelli’nin o sözünü
tevil etmeye çalıştı.
Epey
gayret sarf etti.
“Ağzından
kaçmıştır” dedi. “Tivit attığını” söyledi.
“Düşündüğünün
tersini söylemiş olabilir” demeye getirdi. Târih boyunca öyle düşündüğünü cümle
âlem biliyor.
“Spontan
mpontan” diye kurtarmaya çalıştı, etrafındakileri ikna edemedi.
Baktı
olmuyor, “Üzücü, dev bir hata” diyerek toparladı ve “siyâsî intihar anlamına
geleceğini” söyledi.
Zira
ortada meşru görünümlü gayrimeşru bir parti var. Neresini düzeltecek, nasıl
tevil edeceksin?
*
Terör
örgütünün TBMM’deki uzantısı, açıkça “Bizi kapatın” diye çırpınıyor.
Yaptıkları
her faaliyet ve söyledikleri her söz, kapanış için yeni bir gerekçe
niteliğinde.
“Terör
örgütüyle aranıza mesafe koymalısınız” şeklindeki telkinleri alaya alıyor, daha
fazla ısrarcı, daha fazla inatçı davranıyorlar.
Bir
defa bile öyle bir tavra niyetlenmediler, bir defa bile meyletmediler.
Zerre
pişmanlık yok.
Daha
önce defalarca parti kapatma yaşandı. Her defasında yeni bir parti kuruldu.
Ne
yapacaklar? “Kurduğumuz partiler kapatılıyor, o hâlde parti kurmaktan
vazgeçelim” mi desinler?
Gayet
tabiî, öyle bir imkân varsa, kullanacaklardır.
Her
kapatmadan ayrı bir mağduriyet çıkarmayı ümit ettiler.
Yine
öyle bir niyet içinde oldukları görünüyor.
Alfabede
harf kalmadı.
*
Kullandıkları
sloganlara bakınca, “barış”, en çok tekrar ettikleri kelime.
Savaş
içinde olmayı hayat tarzı olarak benimseyenlerin barışa bu kadar çok vurgu
yapmasını bir ironi olarak mı görmeli?
Fırsat
buldukça, “ırkçılığa şiddetle karşı olduklarını” ve “ırkçılığa en uzak parti
olduklarını” ifade ettiklerine de kaç defa şâhit olduk.
Irkçılığı
temel almış ve ırk üzerinden siyaset numaraları üretmeye çalışırken, böyle bir
söylem geliştirmeleri de ironi herhâlde.
Zaten
cümlenin içinde geçen “şiddetle” kelimesi, kendini imha eden mesajları
andırıyor.
İmha
sırasında kulak tırmalayıcı nice gıcırtı çıkar.
O
kadarla kalmaz, gacırtı, gucurtu, takırtı, tukurtu, patırtı da duyulabilir.
*
Şeytanlaştırma-şeytanlaştırmama
tartışmasına girmeden fakat akılda tutarak, öyle bir şeye ihtiyaçları
olmadığını da bilerek, sözü fazla yormamak maksadıyla alan daraltalım ve tekrar
demokrat amcaya dönelim.
Siyaset
piyasası şu sıra epey hareketli.
Adaylık
pazarlıkları üstü kapalı, altı açık şekilde yürütülüyor.
Bir
yanda ülkenin en tepe mâkâmına gelme ihtimâli var, bir yanda genel başkanlık
koltuğunu bırakmama arzusu.
Siyasette
her sözün bir arka plânı vardır. Gölgesi, hesabı vardır. Söylenen sözlere
yalnızca yüzünden değil, bir de “Asıl maksat nedir?” diye bakmak gerekir.
“Ben
sizin demokrat amcanızım” diyerek Z kuşağına seslenen zat-ı muhterem, o
partinin meşru organ olduğunu söylerken, aslında ne demek istedi?
O
partinin istekleri belli.
Tek
gizli maddesi yok. Bildiğimiz kadarıyla açık oynuyorlar.
Özerklik
istiyor, terörle mücadelenin bitmesini istiyor, içeridekilerin çıkmasını istiyor,
adada modada kendilerinden kim varsa salınsın diye konuşuyor ve dağdakilerin
direktifleri doğrultusunda hareket ediyorlar.
Nihaî
hedefin güneydoğu ve devamında bir terör devleti kurmak.
Bu
istekleri Mısır’daki Sisi bile duydu.
Yıllardır
çok güçlü destek veren ABD’nin de maksadı bu.
Demokrat
amca bunlardan habersiz olabilir mi?
Mars’ta
mı siyaset yapıyor, burada mı?
Elbette
biliyor.
Teröristlerle
kol kola yürürken de biliyordu.
Hendek
kazanları “arkadaş” ilân ederken de biliyordu.
Elebaşının
hapiste tutulmasına itiraz ederken de biliyordu.
Terör
örgütü için “Bize mi saldıracak?” derken de biliyordu.
Görüşlerine
göre elde silahla dağda gezenlerin terörist sayılmayacaklarını söylerken de
biliyordu.
Darbe
gecesi kırmızı kravat takıp koltukta sabahı beklerken de biliyordu.
O
hâlde bu çıkış ne anlama gelir?
Tek
maksadı var: O partiye oy verenlerin gözüne şirin görünmek elbette!
Bir
şans doğar da seçimi kazanırsa, isteklerine karşı çıkmayıp gönüllerince at
koşturmaları ve bütün plânlarını gerçekleştirmek için izin vereceği anlamına
gelir.
Karar
milletindir elbette.
Millet
bu tabloyu kabul ederse, kimsenin diyecek sözü olmaz.
Fakat
bugün için herkes gönlünden geçeni söylemeli.
Biz
de Üsmen Aga’nın sözünü burada tekrar edebiliriz: “Bunlar ep büle oluya be ya…”