
AŞI karşıtı olmadım hiçbir zaman. Olmayacağım da. Tam
tersine, aşının elektrik kadar, internet kadar önemli bir keşif olduğu
konusundaki fikrimi her ortamda anlatmaya çalıştım dilim döndüğünce.
Markalardan bağımsız, tam bir aşı savunucusuyum vesselâm…
Ama aşı karşıtlarına da karşı olmadım asla. “Bu ne
perhiz, bu ne lahana turşusu” demeyin lütfen. Aşı karşıtlığı, kimi zaman
vejetaryenlik gibi bir hayat tarzı, kimi zaman tıbbî güvensizlik, kimi zaman da
itikâdî sebepler taşısa da insan hayatında gerçek ve daimî bir karardır. Bu
durumda kişi verem aşısına, çocuk felci aşısına, kızamık, kuduz, tetanos ve her
ne aşı varsa hepsine toptan karşı demektir. O zaman bize de bu fikre saygı
duymak gerekir.
Ancak şu Korona illeti ile birlikte tüm kavramlar
birbirine karışmış durumda. Çocukken tüm aşılarını olanlar, çocuklarının tüm
aşılarını yaptıranlar, evcil hayvanının aşılarını asla aksatmayanlar aşı
karşıtı kesildi birdenbire. İğne denilince kaçacak delik arayanlarsa saatlerce
kuyruklarda aşı sırası bekledi can havliyle.
Korona’dan önce aşıyı önemseyenlerin bir kısmı, komplo
teorilerinin rüzgârına kapıldı ve aşının birine “Su”, diğerine “Çip” dediler.
Birinin kısırlaştırdığına, diğerinin daha da hasta edeceğine inandılar. Benim
de içinde olduğum bir grup ise, aşıları kendi tecrübe laboratuvarından
geçirerek, sanki büyük bir tıp bilgisine sahipmiş edasıyla, “Şu aşı iyi, bu aşı
sıkıntılı” diye ahkâm kesti.
Evet, aşı üretiminde karşımıza çıkan yeni bir
teknoloji vardı. Bunların gelecekte vücudumuzda ne gibi arızalara sebep
olabileceğini üreticileri bile kesin olarak bilemiyordu. Söylenen olumlu ya da
olumsuz her şey temelsizdi dolayısıyla. İyi ama “klasik aşı” diye korkusuzca
yaklaştığımız aşı da standart prosedürden en az bir buçuk iki yıl önce piyasaya
sürüldüğüne göre, ne kadar güvenli olabilirdi ki? “Zaten onun da menşei
güvenilir değildi” diyeceğim de duyan, on yıllardır yediğimiz sebze meyvenin
tohumu çok güvenilir zannedecek…
Velhâsıl, hangi aşı iyi, hangisi kötü veya tehlikeli
bilemezdik. Elimizdeki tek veri, doğruluğuna -bilim adına- inanmak zorunda
kaldığımız, koruyuculuk oranlarını gösteren klinik sonuçlardı. Neye ne kadar
zarar vereceği, ileri aşamalardaki yan etkileri ise hâlâ muamma.
Biliyorum, neredeyse bir aşı karşıtı gibi ifadeler
kullandım şu ana kadar. Ancak tüm olumsuz cümlelerim sadece bir endişenin belirtisi.
Sadece bu virüse karşı toplumsal bağışıklığa katkı sağlayacağı kanaatim bile
Kovid-19 aşılarına karşı olmamın önüne geçiyor. Küresel ekonomik düzendeki
yerimizi korumak, hattâ yükseltmek adına da bu bağışıklığa ihtiyacımız olduğunu
düşünüyorum. Konuyla ilgili daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere, benim
gerçeğim, pandeminin abartıldığı, dünyanın ekonomi baronlarının ekmeğine yağ
sürmeye devam ettiği ve bütün devletler gibi bizim de bu oyuna ayak uydurmamız
gerektiğidir.
Yani…
Aşımızı olalım. Hem de iki doz, üç doz, dört doz…
Büyüklerimiz (!) ne kadar derse o kadar olalım. Çünkü bize Sağlık Bakanımız, “Aşı
olun, pandemi bitsin!” diyor. Hem de aylardır yalvarırcasına! Sahi, aylar önce
koyulan aşılama hedefi neydi, hatırlayanınız var mı? Ben, hedef kitlenin yani
18 yaş üstü nüfusun yüzde 70’inin 2 doz aşılanmış olmasını istiyorduk gibi
hatırlıyorum. Böylece virüse yakalanıp iyileşenlerle birlikte minimum yüzde
80’e çıkacaktı bağışıklık oranı. Ondan sonra rahattık.
Ne oldu peki? O hedefi geçtik. 18 yaş üstü 2 doz
aşılama oranımız yüzde 75’e yaklaştı. İktidarıyla, muhalefetiyle o kadar büyük
bir destek geldi ki aşı kampanyasına, şahsen benim hayâlimi aştı. Sağlık Bakanı’nın,
Hükûmet’in bu kadar eleştirildiği, hattâ suçlandığı pandemi sürecinde belki de
kimse beklemiyordu bu kadarını. Sonuçta Avrupa’nın en çok aşı yapan ülkesi
olduk.
Ama süreç hiç de beklediğimiz gibi ilerlemiyor
maalesef. Aşılanma oranı artıyor, vakalar yerinde sayıyor. Bir ayda 10 milyon
test yapılıyor, 750 bin yeni vaka çıkıyor. Aşılama arttıkça düşmesi gereken
vaka sayısı, aylık bazda yükseliyor. Bir ay öncesine göre 2 doz aşı oranımızı 10
puandan fazla arttırdığımız hâlde günlük vaka sayımız yüzde 30 daha fazla
görünüyor. Artışları -yetersiz olsa da- kısmen açıklayabilecek tek veri, 18 yaş
altı nüfustaki pozitif vaka oranının toplam vakanın yüzde 25’ine yükselmiş
olması. Ama en yüksek aşı oranına sahip onuncu il olan Osmaniye’deki yüz binlik
vaka sayısının 5 puan düşük aşı oranı olan Antalya’nın 3 katı çıkması, aşılama
oranında 69’uncu sırada yer alan Van’ın yüz binlik vaka sayısı en düşük üçüncü
il olmasını açıklamıyor bu genç nüfus.
Bu tutarsız örnekleri çoğaltmak mümkün…
O hâlde bizi kim aldatıyor? “Bu aşı sizi Korona’dan
korur” diyen aşı şirketleri mi, yoksa “Aşı tek kurtuluş yolu” diyen Sağlık
Bakanı mı? Yoksa gerçekten, tüm nüfus virüsle tanışmadan bitmeyecek mi bu
illet? Ya da aşıların koruyuculuğu, zannedilenden daha az olup da tekrar tekrar
hastalanıp sıradan bir grip gibi bu virüsle yaşamayı mı öğreneceğiz bundan sonra?
Ben korkmuyorum ne aşı olmaktan, ne de Korona’dan. Mevsimsel gripten daha tehlikeli bulmuyorum bu kılıktan kılığa giren görünmezi. Ama her geçen gün, Kovid-19 aşısı karşıtlarını biraz daha haklı çıkaran tablolar karşısında Sağlık Bakanlığı’nın da inandırıcılığının azalması korkutuyor beni.