Bu hızla giderek

Telefonun ilk çalışında açmayana köpüren, kırmızı ışığın yeşile geçmesini işkenceye dönüştüren, internete saniye farkıyla geç girince çıldıran bir neslin arasına karıştık bir kere. Stres, sıkıntı, doyumsuzluk, mutsuzluk yazgımızmış gibi geldi bir an. “Sabır” kelimesinin modern dünyanın kalbinden el etek çekişini izlerken yazasım geldi bu satırları; belki gözlerime ve ufkuma eşlik edenler olur diye yazasım geldi…

BEKLEMEK güzel şey aslında... Kış ortasında baharı beklemek, dokuz ay sonra doğacak bebeği beklemek, kekin kabarmasını, tohumdan oluşacak iki yaprağı ve ardı sıra gelecek domatesi, biberi, Hac yolcusunun dönüşünü ya da davetiyesi dağıtılmış bir düğünü beklemek…

Şöyle bir göz atsam “Mavi gök altında, kara toprak üstünde sevgili bekleyen kaldı mı?” diye… Bekleyen, ahmak görülüp hakir sayılıyor. Hızlı yaşamaya alışmış bugün insanının beklemeye tahammülü kalmamış, eyvah!

Telefonun ilk çalışında açmayana köpüren, kırmızı ışığın yeşile geçmesini işkenceye dönüştüren, internete saniye farkıyla geç girince çıldıran bir neslin arasına karıştık bir kere. Stres, sıkıntı, doyumsuzluk, mutsuzluk yazgımızmış gibi geldi bir an. “Sabır” kelimesinin modern dünyanın kalbinden el etek çekişini izlerken yazasım geldi bu satırları; belki gözlerime ve ufkuma eşlik edenler olur diye yazasım geldi…  

Her şey oluversin; emeksiz, zahmetsiz, kimin çiğnendiğine bakılmadan, haksız ve hukuksuz olsun, ama yeter ki herkesin istediği olsun… “Sevdim” diyen sevdiğine zulmetse olur mu? Olmaz elbet! Zahmetsiz sevda yürekte durmaz. Bir meyveyi dalından koparmanın yolu sabırdan, yağmurdan, güneşten, zamandan geçer. Hıza ve öfkeye dönüştükçe her şey, sabah masum uyanan, akşama katil olacak. Eli yahut ayağıyla binip elsiz ayaksız inecek arabasından. Alelacele girdiği birinin hayatından, onun tek bir mesajıyla çıkacak. Ömür bitmez gibi gelecek, bir sevda yetmeyecek bir kalbe. Gönül çiçek çiçek daldan dala gezecek. Aklın ulaştığı her yere ayaklar da ulaşmaya kalkınca güç yetmeyecek.

Beklemenin tadını bilmez bu nesil. Taze ekmek gibi buram buram tüter hâlbuki. Dokuz değil, doksan kere ölçmeden biçilmeyecek bir kumaş var elimde. Bulunmaz Hint kumaşı gibi zaman… Bu kadar dünyalının çoğu dünyadan bekliyor muradını. Yok mu aralarında ahiretten umanlar? Burada kavuşmak istiyorlar servete, rahata, mutluluğa... Ötesiz, ötesi yok hayallerin… Sadece “Olacak olan ne varsa burada olsun!” diyorlar. Aslında en derin hakikat olarak çıkardığım sonuç şu ki, acele, zahmetsiz ve hesapsızca cenneti istiyorlar. Varı yoğu bilmez, arsız ve inatçı bir çocuk gibi cenneti istiyorlar. Bir dünya var cennetle aramızda, aşılacak engeller var, ama hiçbir şey yokmuş gibi hâlâ cenneti istiyorlar.

İnsan mutluluğu, sağlığı, itibarı, zenginliği hak eder zaten. Ama ne var ki -Nasrettin Hoca hesabı- “İğneyi samanlıkta kaybedip ışıkta bulurum” ümidiyle dışarıda aramaya benziyor hata. Kusursuz, kesintisiz zevk ve eğlence cennete özgü ise, önce bu dünyadan geçmek gerek. Hak edene kadar beklemek gerek.

Velhâsılıkelâm, sabır gerek! Hani demiştim ya, taze ekmek kokusu gibi burul burul tüterek…

Şöyle salına salına yürüsem kumsalda, gök mavi, masmavi boyansa yine, serseri gönlümü avutsa dağlar, papatyalar... Ben ehl-i keyfim işte böyle, âlem bilse ne çıkar! Evim olsa en büyüğünden, bahçesi rengârenk çiçekler; bir yanda çayım demlensin, bir yanda oynasın çocuklar... Olsun ne var ki? En güzeli olsun olacaksa! Rahatım yerinde olsun! Ne demeli insan yani? “Kahır mı çekeyim?” desin, “Sefil mi olayım?” desin? Demesin, demesin tabiî, ama “Sabır!” deyip biraz ertelesin.

Kurulalı beri dünyadan murat alan olmamış, olmayacak da. Cennet var edildi madem, burada rahat olmayacak. Böyle bilinip öyle sevilsin dünya. Hıza alışınca en hızlı terk edilen, “sabırla beklemek” oldu.

Ama en güzeli ne, biliyor musunuz? Güzeller Güzeli ile vuslata ermeyi beklemek... O günün mutlak geleceğini, o vaadin hak olduğunu bilerek beklemek güzel şey aslında…