BU dünyanın düşmanı
ne bir ülkedir, ne bir örgüttür, ne de bir insandır. Bu dünyanın düşmanı, birtakım
fiillerdir. O fiili ben de yapıyorsam, dünyaya ve insanlığa düşmanlık
yapıyorumdur. Babamın oğlu da, siz de, öbürü de o fiili yaparsa, dünyaya ve
insanlığa düşmanlık yapıyor olur. Bunların başında insanlığın hep birlikte ürettiği,
meydana getirdiği “güven hissettiren durumlar” vardır.
İnsanlık
on binlerce yıldan beri tecrübe ede ede birtakım durumlar belirlemiş ve bunu
güvenilirlik olarak kabul ederek günlük hayatını, hukuk ve siyâset yapısını ona
göre kurmuştur. Bu güven unsurlarındaki bir zedelenme sadece o kişilerin
hayatını etkilemekle kalmaz, bütün insanlığı binlerce yıl geriye götürür.
Bunlar toplumsal kabuller, başkalarıyla ilgili sıfatlar, terminoloji falandır...
Diyelim
ki yolcusunuz, ben de minibüs şoförü... Minibüsümün ön camına “Taksim” levhası
astım. Olacak ya, siz de Taksim'e gitmek istiyordunuz ve işaret ettiniz,
arabaya bindiniz. Sonra bana parayı uzattınız, “Taksim’e bir kişi alır
mısınız?” dediniz. Ben de döndüm size, “Ne Taksim’i kardeş, bu araba Üsküdar’a
gider dedim”. “Arabada Taksim yazıyordu” itirazınıza ise, “Ben bu tür
aksesuarları çok severim. Aksesuardır o. Her gördüğün levhayı güzergâh bilgisi
zannetme, her gördüğün sakallıyı deden sanma” diye cevap verdim. Bu, size makul
ve mantıklı gelir mi? Gelmeyeceğini sanıyorum. Bana hele hiç mi hiç gelmez!
Şöyle
bir deyim var: “Yahudi dükkânında maşallah levhası”…
Bu
ne demek? Dükkânın sahibi aslında Yahudi ama sattığı ürünlerle hiç de ilgisi
olmayan ama kendisini Müslüman gibi göstererek güvenilirlik elde etmeye çalışma
ahlâksızlığı... İzahı şu: Müslüman gibi davranıp güven elde etmeyi, güvenilir
olmak yoluna gitmeyi niçin düşünmüyor veya yapmıyorsun? Gerçek niyeti, Müslüman
gibi görünüp eski pisliğine devam etmek… Böyle yapınca ne olacak? Hayat
tarzıyla, iş ortamıyla Müslümanlığını belli eden emareler olan insanlara karşı
güven duygusu dinamitleniş olacak… Ama diğeri Müslüman gibi görünerek bu arada
malı götürecek! “Maşallah” tabelası takıp Müslüman gibi görünen için sorun
değil ki… Yarın da başka bir güven verici tabela takar, olur biter. Bunlardan
her çarşıda birkaç tane olursa cümle Müslümanı itibarsızlaştırmak için yeter de
artar bile.
Bir
gayr-i Müslim için anlatmışlardı; adam sabah dükkânına geliyor, sarık, şalvar
gibi kıyafetleri giyiyor ve müşterilerle o şekilde muhatap oluyor. Yanında çalışan
tanıdığımız soruyor: “Yahu usta, gayr-i Müslim olduğun hâlde niye böyle yapıyorsun?”
Cevap: “Bunlar benim iş elbiselerim!” İbretlik!
Bu
tür kıyafet değiştirerek usulsüzlük, hırsızlık, ahlâksızlık yapanlar hiç de az
değil. Bunların en az zararlı gibi görüneni, refakatçi kıyafetini pencereden
atarak hasta ziyaretine gelenleri o kıyafetle hastaneye almaktır. Polis
kıyafetleriyle haraç toplayıp soygun yapanları az duymadık. Asker kıyafetleriyle
adam kaçıranlar ve daha niceleri...
Çok
uzun yıllardan beri nice ciğeri beş para etmezin basın yoluyla parlatıldığını
biliriz. Nice “başarılının” (!) başarılı gösterilmek için uydurma yarışmalar
veya ödüller kazandıklarını biliriz.
“Kitapta
yazıyorsa doğrudur” gibi, sanırım yine biz Müslümanların Kur’ân-ı Kerîm’den
yola çıkarak kabul ettiğimiz bir doğrumuz vardı. Yıllarca ders kitaplarında yazılanları
da o yüzden doğru zannetmiştik. Tâ ki “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” gibi
yayınlar başlayıncaya kadar…
Şöyle
düşünüyorum: Dürüstlüğümüzle, temizliğimizle, halis niyetlerimizle dalga geçe
geçe neler yapmışlar?! Tabiî bunların çok daha fazlasını ve çeşidini biliriz
bilmesine de, son sosyal medya pislikleri iyice tuz biber ekti. Ne yazılanların
tamamına yakını doğru, ne yazanların çoğu doğru, ne beğenenlerin veya
paylaşanların tamamına yakını doğru. Ne yapacak bu insanlık, Allah aşkına?
Şöyle
bir rivayet vardır: Sultan Abdülhamid’e karşı olanlar bir aradayken bir
arkadaşları daha gelir ve “Size bir haberim var. Sultan’ın bir oğlu olmuş.
Adını da Ertuğrul koymuş” der. Grupta bulunanlardan Tevfik Fikret der ki, “Biz
Osmanlı bitti, bitiyor derken, desenize başa döndük”.
İşte
insanlık da “Şöyle gelişti, böyle ilerledi” derken, Peygamberimizin yaşadığı
yıllara döndük ve onun en bâriz sıfatına, “Emin” sıfatına muhtaç olduk. İşte bu
“emin” olmayı zedeleyen her fiil, insanlığın düşmanıdır!
Hangimiz
hangi davranışımızla hem başkasının kendini emin hissetmesini yok ediyorsa, hem
de bizlerin emin insanlar olmadığımızı gösteriyorsa, bu dünyaya, bu insanlığa
düşmanlık ediyordur. Mesaj paylaşımımızdan yazdığımız makalelere, yaptığımız
vazifelerden giydiğimiz kıyafetlere, hâsılı her fiilimizin hem kendimizin emin
olduğunu göstermek, hem de başkalarının bizden dolayı kendini emin
hissetmelerini sağlamak mecburiyetindeyiz.
Emin
hâlini yitirmiş insanlar tanıdım. Aklî dengelerini kaybetmişlerdi. “Lütfen
dikkat! İnsanlık namına ilk ve son çağrıdır…”