Bu bir sitemdir Efide!

Zamansızsın anlıyorum Efide, zaman bana sızı olsa da ben de sana gülümsüyorum. Niyetini bilmediğimdendir, zamanından pay edinemediğimdendir bu sitemim. Yoksa bir kusur mu işledim Efide? Bil istedim, bildir istedim Efide. Ah bir de, sensizlikteki sen ile iyileşeceğim, benim için endişelenme!

ÜZERİME tuz kokusu sinmiş Efide… Tıpkı senin sevdiğin gibi… Cümlemi okur okumaz, nereden bahsettiğimi anladığından eminim, “Bensiz mi gittin?” sorusunu sorduğundan da… Adadaydım… 


Bilirsin, çok yakışır sonbahar İstanbul’a, en çok da Büyükada’ya… Hatta Muhsin Amca’nın kahvesine ve çayına hiçbir mevsimin bu kadar yakışmadığını konuşmuştuk hatırlarsan… Yağmurun denizle buluşmasını seyre doyamazdık. “Söylenmedik ne kadar kederim, dökülmedik ne kadar gözyaşım varsa hepsinin acısı çıkıyor, gönlümü sağaltıyor bu mevsimdeki her buluşma” derdin. Haklıydın Efide, ta ki sen, yeni dostlar, yeni meşgaleler buluncaya kadar… Meşgalelerin kadar meşguliyetin arttı Efide. Dostun dostuna ayıracağı zaman kıymete binip başka bir kişiye, alana, mevzua, manzaraya kayınca, canına dost olan olmayınca yanında bana bir başınalığımın üstesinden gelmek düşüyor Efide… Dahası, garip bir gurbetlik hissi çörekleniyor dostun tesellisi olmayınca gönlüme. Bu yüzden elbiselerime sinen tuz kokusu kesif bir yalnızlık manifestosu şimdilerde… 


Sık sık buluştuğumuz zamanlarda aklıma gelmeyen, gözüme görünmeyen, hiç ayak sesini duymadığım bir merak dolaşıyor şimdilerde içimde… İnsan neden yaşadığı muhitin dışına taşıyor hüzünlendiğinde, dostlardan ayrı düştüğünde, hatırlanmadığında, unutulduğunda, varken yoka sayıldığında? Neden uyandığı odanın penceresinden, çayını yudumlayacağı balkonundan, mahalledeki pastanenin şahane bahçesinden değil de kederi demlediği, tesellisinden nasiplendiği dost bir kalp ile dertleştiği yere çekiliyor insanın kalbi? Neden damağımda kekremsi bir tat var deniz tuzu gibi?


Muhsin Amca’ya da sordum bu soruları, “Yalnız’ın odasında ikinci bir yalnızlıktır ayna…/ Yalnız, hep uyanır ikinci uykusuna./ 

Yalnız, kendi ben’inin sen’idir./ Bir sözde saklanmış bir yalanı, bir gözde okuduğundan bakmaz kendi gözlerine bile./ Her susadığında o, kendi çölündedir…” diyerek şiire sarıldı. Sana selamı vardı. Adın geçti çoğu kere, “Onu epeydir görmüyorum” diye cevap verdim, “O şimdi nasıl?” sorusuna. 


“Neden” diye sormadı. Yeni bir şiir serpti, ince belli bardaklardaki çayın buharına, küçük birkaç dilim limon atarken çayımıza, “Haydi o zaman yüreğim, ayrılığa, yolculuğa hazırlan ve iyileştir artık kendini” dedi. 


Sence Efide, dostluğun olmadan iyileşebilir miyim? 


Bence iyileşirim Efide, varlığın yanıma uğramasa da hatıralarımdaki sen hep yanı başımda… Varlığını esirgesen de, senli vakitleri sürüyorum yaralarıma ve tuhaf ama sen yokken bile şifam oluyorsun, teselli gibi gülümsüyorsun geçmişten şimdiki zamana… 


Zamansızsın anlıyorum Efide, zaman bana sızı olsa da ben de sana gülümsüyorum. Niyetini bilmediğimdendir, zamanından pay edinemediğimdendir bu sitemim. Yoksa bir kusur mu işledim Efide? Bil istedim, bildir istedim Efide. Ah bir de, sensizlikteki sen ile iyileşeceğim, benim için endişelenme!