Bu bir hikâye değil

Ellerini kirletebilenler küfürler ve şiirler yazdılar ülkenin dört bir yanına ondan geriye kalan kurum taneleriyle. Fakat fark etmediler; en özgür kuşlar, hep küllerinden doğanlardı.

KOSKOCA göğün altında ona ayrılmış yarım metrekarenin dışına çıkamayan bir tutsaktı. Ellerinde değildi kelepçe, zaten ortada bir kilit de yoktu. Üzerine mıhlanmış isimler, sıfatlar, suçlar ve bir de deli gömleğiyle aslında kimsenin görmediği bir hâldeydi. İçinden geçen şiirleri şehrin duvarlarına fısıldayamadan, kimseye görünmeyip dünyanın suratına bir tokat da o savurmadan göçüp gitmekti en korkulu rüyası.

Yaşlanmak zaten ağır aksak bir şeydi. Kendi karanlığından korkmayanların çekincesi yoktu ölmekten. Bozuk kaldırımlar üstünde kimseye değmeden, kimseleri değdirmeden en acıyan yanlarına, öylece bulmak isterdi hiçbir yere çıkmayan o sokağı. Yalnızca ona ait olan tek yeri yani… İşi yoktu dağlarla, ummanla. Bu denizin suyu ona hayli derindi.

Sessizliği çınlatıyordu iki kulağının arasında. Zihni saldırgan bir köpek gibi yıkıp geçmek istiyordu sınırları. Nesillere haykırılacak bir manifestosu olsun isterdi şayet diktelerden yapılma prangaları olmasaydı. Gözlerinde sorumluluktan duvarları, gelenekten yapılma kepenkleri olmasaydı bir başarı hikâyesi olurdu belki de yapıp etmek istedikleri. Fakat o hiçbir nesle anlatılmadan arafta olmanın ıstırabıyla çentikler atıyordu duvarlara. Kalbinde uslanmaz aşklar, aklında devletler yıkıp kuran protestolarıyla olduğu yerde kalabildi yalnızca. Yersizce bir suçluydu. Suçu mu yersizdi, yoksa yersiz yere mi suçluyordu ellerini? Bundan kurtulamayacağını anladığında gerçek bir suç işlemeye karar verdi.

Ve işte her şey yerli yerindeydi şimdi. Bir güzeli öldürmeliydi ki tek günlük hayâllerinin de kalemini kırmalıydı. Aradı taradı, fakat bulamadı. Günlerce dolaştı bîçare sokaklarda -ki bu reddetmekti körlüğünü-. Zaten görebilecek olsa yıllardır dönüp durduğu ve hiçbir yere varamadığı yollarda illâki rastlardı bir renge. Oysa ne güzeldi saksılarda çiçekler asfalt ortalarında kalmış çam fidanlarına kıyasla. Ve ne iç çekilesiydi büyük kavuşmaların yanından öylece geçip gitmek. Dokunup da kirletmek istemezdi gerçeğe varmış rüyaları da.

Göklerin ve yerin tek Sahibi! Yalnızlığı da sen yarattın. Ekmeğin kutsallığı kadar haberdar ettin savaştan ve kandan. Kalbimi duvardan duvara çarpan da Sen’din. Şimdi inandır özgürlüğe tüm tutsakları ki Sen, umudu da yaratandın.

Yılmadan devam etti katili olmak için çoktan yok olmuş birini aramaya. Ilık bir sevinç rüzgârının aldattığı yüzlerde gerçek olanı görmek oldukça zordu. Kendilerine biçilen zamanı son ana dek hakkını vererek yaşayanlar nasıl anlayabilirlerdi ölmek için doğduklarını. Ki bunun bir tutsağın ellerinden olacağına kim ihtimâl verebilirdi?

Böylece geçiyordu günler kimseye aldırmadan. Normal olmak nasıl da güçlüydü ki her an demir bir çekiçle çakılıyordu kafasına diğerleri tarafından. Nasıl oluyordu her gün hiç bıkmadan, usanmadan uyanmak, çalışmak, dönmek; eve geri dönebilmek? Bir sabah da uyanmayıvermeyi neden denemiyordu kimse? Koşmaktan göğsü çatlayanlar bile vazgeçmiyorken yolda olmaktan, nasıl bulmuştu onu bu hadsiz yılgınlık? Tekrar ve tekrar nefretle kaynadı içi. Yine oydu kabaran öfkesinde ellerini yıkayan. O cesur olandı. Bir an durup parmaklarından baksaydı yüzüne bilirdi kendinin mağduru olduğunu.

Döndü durdu yıllarca hep aynı sokağa çıktığını bile bile. Ne kadar çabuk olsa, ne denli hızlı koşsa da geldiği yer yine o ucube kuytuydu. Ait olmamak için direndiği oranda reddettiğini zannediyor, zaten asıl yanlışa da o an düşüyordu.

Bulduğu en asi çözümün durup beklemek olduğuna kanaat getirdi. Küfre sağır, çirkinliğe kör ve olanca gerçekliğiyle başına inen yumruklara karşı hissiz olmayı seçti. Kimseyi görmezse görünmez olacağı inancıyla yalnızca durdu olduğu yerde. Sonunda ölüm vardı. Zaten en başta dilediği de katil olmaktı.

Bu küçük kentin en görünmez köşelerinden birinde yazılmayı bekleyen bir hikâyeydi o. Geldiler, gittiler; bir tenezzüle lâyık görmediler. Grafiticiler, o daha hayattayken resimlerini çizdiler duvarlara canavar suretinde. Ellerini kirletebilenler küfürler ve şiirler yazdılar ülkenin dört bir yanına ondan geriye kalan kurum taneleriyle. Fakat fark etmediler; en özgür kuşlar, hep küllerinden doğanlardı.