Bozulan Türkçemizi görmeyenlerin küfre karşı riyâsı

Türkkan, hatasını partideki görevinden istifa ederek ödedi. Muhtemeldir ki, o istifayı da genel başkanı istedi. Peki, olayın fâili, partide görevi olmayan sade bir milletvekili olsaydı ne olacaktı? Partiden istifası istenebilecek miydi? Yoksa küfretmek, parti içi temsil mâkâmında olanlara yasak da diğerlerine serbest mi? Bu sorulara en anlaşılır cevabı, kürsüden ağzını bozarak mağduru suçlayan, vekilini uyarmakla yetinen Meral Hanım verdi aslında.

“DAHİ” anlamındaki “de” ekini ayırmaktan âciz, “tamam, peki” demek yerine “okey” deyip “ok” yazmayı marifet zanneden, “dost” yerine “kanka” demeyi tercih eden, “meselâ-örneğin” gibi aynı anlamdaki kelimeleri yan yana kullanırken hatasının farkında olmayan, “nüans farkı” derken kendini özel zanneden bir grup insan var. Her geçen gün çoğunluğu ele geçirmeye daha da yaklaşan, kartvizitinde yazan unvanlara inat kendi cehaletinden bîhaber, sosyal medyadaki imlâsızlığın dayanılmaz konforuyla kendisini aşırı derecede rahat hisseden bir grup insan…

Maalesef bu grup, içine öğretmenleri de, gazetecileri de ve hatta televizyon spikerlerini de içine alarak büyümeye, güzel Türkçemizi kuralsız bir şekilde kullanmayı, okumayı ve dinlemeyi normalleştirmeye ısrarla devam ediyor.

Asırlarca kullandığımız alfabe ile birlikte dil kültürümüzü de tarihe gömen zihniyet için, internetle büyüyen teknoloji çağı biçilmiş kaftan. Hem yazı, hem de konuşma dilinin daha kolay dejenere olmasını sağlayan bu çağ için, “Birilerinin ekmeğine yağ sürdü” diyebiliriz belki de.

Bugünlerin gelebileceği seneler öncesinden belliydi aslında. Yani bizde bu potansiyel varmış. Daha eskiye dayanıyor olabilir tabiî ama kendi adıma daha doğru analiz edebildiğim lise çağıma denk geldiği için, 80’li yılların başlarını küfür kültürünün yerleşmeye başladığı dönem olarak görüyorum. Belki de ailesinde ve yakın eş-dost çevresinde hiç küfür duymamış, ilkokul çağında bildiği en edepsiz kelime “pis” olan biri olarak, bugün duymazdan geldiğimiz argo kelimeler, anlamlarını da öğrendikçe daha bir kulak tırmalayıcı, yüz kızartıcı gelirdi bana.

Sigara kullanımının sosyal statülerle bağlantılarını, uyuşturucu kullanımının hangi yaşlara kadar indiğini falan inceledi hep uzmanları ama şu “küfür” denen illetin dilimize nasıl yerleştiğini, kimlerin kullandığını, hangi yaşlara kadar düştüğünü araştıran bir yazıya denk gelmedim hiç.

Bence, varoşlardan kent merkezlerine inerken çok vakit kaybetmeyen argo kültür(süzlüğ)ü, yeni konuşan erkek çocuklarına “Haydi, amcaya bir küfret bakalım” noktasına geldiğinde iş işten geçmiş, aile içinde bile kahkahalarla karşılanan bir hâle gelmişti. Gerçekten hayatımızın bir parçası oldu çok kısa sürede. Öyle olunca, beyazperdeden televizyon programlarına kadar her yere girmek zorunda kaldı maalesef. Ekranda “bip” sesiyle kesilen argo kelimelerin yerini dudak okuyarak doldurmaya ve anladığı her küfre dakikalarca gülmeye başladı birileri. Dijital plâtformlarla birlikte o meşhur “bip” sesi de tarihe karıştı artık. Para verip abone olduğumuz plâtformları açıp ailecek keyif yapamaz olduk. Ne yazık ki, benim yaşadığım bu hassasiyetin toplumda her geçen gün azaldığını, yeni yeni dijital plâtformların kurulması ve hepsinin de müşteri bulabilmesinden anlıyoruz.

Çocuk oyun parklarında erkek çocuklarının birbirlerine ettiği küfürlere -ne yazık ki- alışan kulaklarımız, kız çocuklarının ağızlarından çıkanlara şimdilik tepkili olsa da, onlara da alışacağımızdan korkuyorum.

İşte tam bu korkularımın üzerine, yüreğime su serpen (!) bir gelişme yaşadık geçen hafta. Halkın oylarıyla TBMM çatısı altına giren bir vekil, kameralara yansıyan bir küfür etti ve toplumun her kesiminden büyük tepki gördü. Yeri göğü inleten küfür karşıtları, ahlâk zabıtası kesildi ve küfrü toprak yapıp sahibini gömmeye çalıştı.

Elbette, mazur görülebilecek bir durum değildi İyi Parti eski Grup Başkan Vekili Lütfü Türkkan’ın, sanki sakinleştirmeye çalıştığı bir vatandaşa karşı ağzından çıkanlar. Ancak kendisine saldırı şekli, maalesef çok siyâsî oldu.

Küfür edenle küfre muhatap olanın kimlikleri üzerinden bir linç kampanyası yürütüldü. Olay öyle bir noktaya geldi ki, “saldırgan milletvekili, mağdur da şehit yakını olmasa bunlar konuşulmayacak” izlenimi oluştu bende. Tamam, şehitlerimiz çok kıymetli, yakınları emanetlerimiz ama o şehit yakınının yerinde ben olsam küfrü hak etmiş mi olacaktım ki “Şehit yakınına nasıl küfredersin?” diyebilecek kadar küçülttük meseleyi? “Sen bir vatandaşa, bir insana nasıl küfredersin?” şeklinde olmalıydı asıl tepki.

O kadar kanıksamışız ki aslında şu argo kültürünü, karşı taraf da hemen “provokasyon” savunmasına geçiverdi. “Ama” ile başlayan cümlelerle arkadaşlarını siyâsî linçten kurtarma çabasına girdiler.

Sonuçta Türkkan, bu hatasını partideki görevinden istifa ederek ödedi. Muhtemeldir ki, o istifayı da genel başkanı istedi. Peki, olayın fâili, partide görevi olmayan sade bir milletvekili olsaydı ne olacaktı? Partiden istifası istenebilecek miydi? Yoksa küfretmek, parti içi temsil mâkâmında olanlara yasak da diğerlerine serbest mi? Bu sorulara en anlaşılır cevabı, kürsüden ağzını bozarak mağduru suçlayan, vekilini uyarmakla yetinen Meral Hanım verdi aslında.

Olayın özeti bence şudur:

Türkçemiz bozulmuş, içine özenti karışmış, bu da dilde çürümeye sebep olmuştur. Çürüyen dilin kötü kokuları senelerdir hayatımızın içinde solunmaktadır. Küfür de o kötü kokulara sebep olan etkenlerden sadece biridir. Haydi bizim şansımız, yazımızın tashih edilerek sizlere sunulması, ya vatandaşı kim düzeltecek?

Öyle ise son sözüm, “Doğru eğitim şart”! Ama kimin doğrularıyla?