Boston’da kırıldı iğdenin dalı

Çok yaşa Kemal Bey! Teknolojik gelişmeleri yarım saatte çözdün. Yanında götürdüğün gazetecileri atlattın. İcazetten bahsedenleri suçladın. Türken’i zor buldun. Tabelasını görmedin. Yüksek olduğunu ilk bakışta anladın. New York’un ambulanslarının meşhur olduğunu da biliyorsun. E valla bravo!

KEMAL Bey’in kayıp sekiz saatinden başka konu yok. Madende kaybettiğimiz 41 işçimiz bile unutturamadı. Ekranda, gazetelerde varsa yoksa, kayıp sekiz saat. 

İnsanlar hep dolu dolu yaşamaz. Çoğunluk böyledir. Kişi, her zaman verimli geçiremez hayatını. 

Herkesin hayatında kayıp zamanlar vardır. Kiminde günler, kiminde haftalar, aylar… Dahası yıllarını kaybedenler biliriz. Hatta bütün hayatını boş yere geçirdiğini düşünüp ömrünü kaybettiğinden yakınanları görmüşüzdür. 

“Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler” diyen, boş yere mi öyle söylemiş? 

Kemal Bey’in de olsun kayıp zamanı. Oluversin. Sekiz saat ne ki? Adam o koltuğa oturduğundan beri nice yıllar kaybetti. Bir seçim bile kazanamamış kişiye “Kaybetmedi” demek, gerçeği inkârdır. 

*

Kemal Bey’in ABD gezisine davet ettiği gazetecilerden İsmail Saymaz sormuş: “Sekiz saat boyunca nereye kayboldunuz?”

Sayın Genel Başkan da cevaplamış: “Arkadaşlarımla oturduk otel odasında, önce onlara açtım, düşüncem var diye. Doğrusunu isterseniz onlar da heyecanlandılar.”

Neymiş otel odasındaki arkadaşları heyecanlandıran konu?

New York’taki “Türken” binası önüne gidip birkaç dakikalık çekim yapacaklarmış. Enteresan. Yani interesting. Bunun neresi heyecanlandırmış, anlayan beri gelsin de çay içelim. 

Yanında götürdüğü gazetecileri niye götürmüyor? Onlar uçakla giderken kendisi yanında birkaç kişiyle karadan gidiyor? Burası muamma. Zaten o yüzden o sekiz saat için “kayıp” deniliyor. 

Uçakta boş koltuk yokmuş, Kemal Bey için uçakta bileti de alınmamış.

Akla ilk gelen şey, karadan giderken bir yere mi uğradı? 

Ya da Boston’dan yola çıkarken arabaya “ismi sır olan biri” mi bindi ve gizli bir görüşme mi yapıldı?

Türken’e gidilecekse, yanında bulunan gazetecilerin yanında bulunmasında bir sakınca mı var? 

Öyleyse o gazetecileri niye götürdü? 

Gazeteciler Türken önünde Kemal Bey’i engelleyecekler miydi? “Burada çekim yapmak olmaz” mı diyeceklerdi? 

Uçakta göremeyince merak etmeyecekler miydi? Onlara nasıl bir açıklama yapacaklarını bir gün önceki otel odasında yapılan toplantıda sormuşlar Kemal Bey’e. 

O da partililerin yalan söylemesini istemiş. 

“Kimsenin haberi olmaması lâzım, normal çalışmanıza devam edin, havaalanına arkadaşları gönderin. Havaalanında ‘Genel Başkan başka yere gitti, yetişirse gelecek’ diye söyleyin’ dedim.” 

Gizemli kahraman… 

En güvendiği gazetecileri ta Amerikalara götürüyor, ama yanından uzaklaştırıyor. Yetmiyor, bir de yalan bilgi verilmesini emrediyor. 

Onlar da olan bitenin farkında değil. Ha ha, hi hi, macera dolu Amerika’nın tadını çıkarıyorlar. Boston’dan uçağa biniyorlar. Bir bakıyorlar ki… Ne görsünler? Aaa, Sayın Genel Başkan uçakta yok. “Ahan da ekildik…”

Çok güvendikleri Sayın Genel Başkan’ın keskin zekâsından fışkıran taktiğe dayalı emriyle, kendilerine yalan bilgi verildiğini sonradan öğreniyorlar. 

Bu numaralar, muhalefetteyken… 

İktidara gelsin de siz o zaman görün gizemi, yalanı, dolanı! 

Vaziyet o ki, Boston’da kırıldı iğdenin dalı. 

Valla neylersin, kötüye düşenin böyl’olur hâli. 

Devamı da var… 

“Kaymaksın diller

Oynaksın diller diller

Açılsın güller

Açılsın kollar 

Ne bilsin eller 

Narinay ninay nay…”

*

Neyse… Türküler güzeldir. Yerini bulunca ihmâl etmek doğru olmaz. 

Konuya dönelim. Kemal Bey anlatsın. 

Kemal Bey Amerika macerasını, orada atlattığı, gittiği yere götürmediği gazeteciye sonradan açıklama yapıyor:

“Bindik arabaya, New York’a geldik. Yeri bulmak için biraz dolaştık. Sonra yeri bulduk.” 

Vay canına! “Biraz dolaştık” demenin anlamı şu: Epeyce aradık, bulamadık. Kolay olmadı. Resmen kaybolduk, sonradan bulduk. 

Belki de konuşulacak konular bitmedi, mutabakat sağlanamadı. 

Eğer bir gizli görüşme söz konusu ise, bağlanacağı yer burasıdır. Zira yalanlar başladıysa, gerisi de gelir. Yalan dediğin toplu hâlde yaşar. Asla tek dolaşmaz. 

Koskoca binayı Amerikalı bir sürücü niye bulamasın? 

Elindeki telefona “Türken” yazarsın, şıp diye kapısının önüne götürür. Telefon çekmiyorsa, o Siyahi şoför de yolu bilmiyorsa, arabanın navigasyonuna girer. 

Atlatılan ve kandırılan gazeteci, Kemal Bey’in binayı görünce ne düşündüğünü merak etmiş. Cevap şöyle gelmiş: 

“Türkiye’den aktarılan servetle yapılan binayı görüyorsunuz. 

Gerçekten bir gökdelen; etrafındakilere göre biraz daha yüksek. Tabela görmedik. İçeri girmedik. Arabayı bir yere koyduk. Gürültü var tabiî. Bu arada ambulans geldi. Ses bitmiyor. New York’un ambulansları meşhurdur. Dakika başına bir ambulans, bir siren. Neyse… (Gülüyor.) Ambulans gittikten sonra çekim yaptık. Hemen bindik araca Washington’a doğru geldik. Benzin istasyonuna uğradık hamburger almak üzere. Burada kimse beni tanımaz diye geziyorum. Birisi, ‘Sizinle fotoğraf çektirebilir miyiz?’ dedi. ‘Türk müsün?’ dedim. ‘Türkmenistan’danım’ dedi.”

Çok yaşa Kemal Bey!

Teknolojik gelişmeleri yarım saatte çözdün. Yanında götürdüğün gazetecileri atlattın. İcazetten bahsedenleri suçladın. Türken’i zor buldun. Tabelasını görmedin. Yüksek olduğunu ilk bakışta anladın. New York’un ambulanslarının meşhur olduğunu da biliyorsun. E valla bravo! 

Türken’in ne olduğunu da öğrenseydin, ne işe yaradığını sorsaydın, içeride kimler bulunduğunu bize de bildirseydin, iyi olurdu. Önünde çekim yapmakla yetinmeseydin keşke. 

Olmuş bir defa. Elden bir şey gelmez. Ne diyelim? Bir daha gidersen sorup öğrenirsin. Gerçi istersen burada da öğrenebilirsin ama yerinde daha tatlı olur. 

*

Çekim yaptıktan sonra hemen arabaya binip yola çıkmış ve sonra hamburger için benzincide mola vermişler. 

İnsan acıkıyor tabiî. Genel başkan da olsa ihtiyaçlar aynı. 

Elin memleketinde başka ne yenir ki? Ne bilirler ki başka? 

Bari etin cinsini sorsaydı. Hamburgerin “ham” kısmı, domuz demek malûmunuz. Verdiklerini ham yapmadan önce sorup öğrenmek, iyi olur. Tabiî öyle bir hassasiyet varsa… 

Bir de tanınma tanınmama konusu var. “Burada beni kimse tanımaz” zannetmek nasıl da büyük bir yanılgı!

Yahu bizim Kemal Bey’i bütün dünya tanır. Kaç tane dünya rekorunun sahibi. 

En fazla seçim kaybeden ve hâlâ koltuğunu koruyan başka bir lider var mı? 

Biz türkümüze devam edelim:

“Bastım da kırıldı iğdenin dalı, 

Kötüye düşenin böyl'olur hâli. 

Narinay ninay nay…”