BOSNA, Avrupa’nın tam
ortasında, mutlu ve secdeli insanları, gökyüzünün maviliğini bir elif gibi
Osmanlı mimarisiyle delen minareleri, görkemli dağları, coşkulu şelâleleri,
narin bir kız edâsı ile süzülen nehirleri, bu nehirlerin iki yakasını bir araya
getiren taş köprüleri, manevî dinamikleri ve bereketli topraklarıyla güzeller
güzeli bir coğrafya...
Öyle
alımlı ki, asırlardır Hıristiyanlık âlemi gözlerini alamıyor bu coğrafyanın
üzerinden. Bahtına hep kem gözler düşüyor Bosna’nın. Talihine kuşatmalar,
pazarlıklar, işgaller düşerken, tarihine bağımsızlık mücadelesi yazılıyor. Çok
gün görüyor Boşnaklar, çok hesap yapılıyor toprakları hakkında ama son yüzyılda
gördüklerinin tarifi ve tasvirinin benzeri yok dünyada.
1992-1995…
Bosna-Hersek, akılları dumura uğratacak, havsalaları zorlayacak, vicdanları
çatlatacak elim bir savaşa dûçar oluyor. Ve modern (!) Batı insanlık dersinden sınıfta
kalırken, birbirlerinden çektikleri kopya ile mezun ediveriyorlar birbirlerini.
Çünkü torpilleri var Avrupa kıtasında Hıristiyan olmak gibi... Ve Bosna’nın
talihi kan ile yazılıyor!
Bu insanlık dışı vahşi savaşın ve dehşete
düşüren Boşnak soykırımının üzerinden tam 25 yıl geçiyor. Hafıza-i beşer nisyan
ile malûldür ya, “Unutmamak gerek bu nazenin coğrafyanın 25 yıl önce yaşadığı
çileyi!” diyerek kalp ve akıl gözümüzle seyrediyoruz Bosna’yı.
Bilge Kral’ın, “Savaşa ve büyük bir zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın; çünkü unutulan soykırım tekrarlanır!” sözünü tembih kabul edip Müslüman olmanın sorumluluğu ile böylesi derin bir çalışmayı gündemimize alıyoruz.
Avrupa’nın
insanlığı rafa kaldırdığı o dönemleri unutmamak ve hatırlatmak bizler için ders
alınası bir tecrübe olmakla birlikte, Batı dünyasının çirkin yüzünü peçeleyen
maskeleri kaldırma vazîfesini yüklüyor omuzlarımıza. Ve bir ibret vesikası gibi
eskimeden, hakikatinden hiçbir şey yitirmeden olabildiğince aşikâr duruyor
tarihin derinliklerinde. İş ki, gözümüzü kapatıp kendimizi kandırmayalım…
Bunun
için de hep uyanık, hep hatırlıyor olmak gerekliliğine inandığımızdan, Ajanda
Yayın Grubu olarak yaptığımız “Derin Bosna” çalışmamızı Srebrenitsa Katliamı’nın
25’inci yıldönümünde yeniden gündemimize taşıyoruz!
Çünkü
o coğrafyaya Hıristiyan dünyasının revâ gördüğü vahşi muamelenin yegâne sebebinin
Boşnakların Müslümanlığı olduğunu iyi biliyoruz…
“Lânet
olsun!”
Yakın
geçmişte gerçekleştirdiğimiz seyahatimizde, sadece “Derin Bosna Özel Sayısı”
ile de yetinmeyip, “Haber Ajanda Yayınları” olarak Boşnak yazar Anes
Dzunuzoviç’in “Lânet Olsun!” isimli kitabını Türkçeye çevirerek Bosna sevdâlıları
ile buluşturmuştuk.
Bosna’nın
farklı bölgelerinde savaşın canlı tanıkları ve belgelerle buluşup tamamen
gerçeklik üzerinden hareket ederek kaleme alınmış bu müstesna çalışmayı insanımıza
sunmayı vazîfe addetmiştik. Hiçbir şeyin göründüğü kadar ve göründüğü gibi olmadığı
bir kez daha anlaşılsın diye...
Niyet
hayrolunca, akıbetin de hayrolduğuna şâhit olduğumuz bir organizasyon
sonrasında iki büyük çalışmaya Ajanda Yayın Grubu olarak imza atmış olmanın
haklı gururudur şimdilerde duyduğumuz.
Temennimiz,
geçmişin yaralarını kanatmadan, “an”da ve gelecek zamanlarda Bosna’ya dair
nitelikli bu iki eserin, iki Müslüman ülkenin can damarlarına dokunup nabız
tutması ve gelecek nesiller için kaynak oluşturmasıdır.
Eskimeyen, ardımıza dönüp baktığımızda pek çok ibret çıkarabileceğimiz tazelikte varlığını koruyan “Derin Bosna Özel Sayımız” ve Anes Dzunuzoviç’in “Lânet Olsun” adlı kitabı her evin kütüphanesinde bulunacak bir özgürlük manifestosu hükmünde iki eser...
“Tarih
tekerrürden ibarettir” denir ve ezber edilmiş bir replik gibi tekrar edilip
durulur. Oysa ezber bozduğumuz nispettedir tekerrürleri tekamül ile takas
edebilmemiz…
Okyanus
aşırı ülkelerden gelip elleri, dilleri ve akıllarıyla pek çok Müslüman coğrafyayı
kana bulayanların niyetleri, ahvalleri, hedefleri hiç değişmiyor. Dün Bosna
için verilen demokrasi ve özgürlük vaatleri bugün başka Müslüman halklara bir
teranni gibi sunuluyor.
Müslüman
halkları hedef alan ve yarım asır gibi bir süre içinde hep aynı söylemlerle
coğrafyalardan İslâm eserlerini ve Müslüman halkları kıyıma uğratanların dini
İslâm ve mâzisi Osmanlı olan vatanımız içinde tekrar etmeyeceklerini kimse
iddia edemez! Bu tekerrürden muaf olmak için yakın tarihte kayda geçmiş
“Srebrenitsa Katliamı”nı iyi okumak, iyi anlamak ve olabildiğince iyi ders
çıkartmak gerekiyor.
Yüzümüzü
nereye döndüğümüz, ne ile hemhâl olup nelerden vazgeçtiğimizin farkına varmak
gerekiyor. Çünkü Haçlılara benzeme gayreti Boşnakları Sırp ve Hırvatların
menfur zulmünden alı koymadığı gibi bizleri de koruyamayacaktır.
Hakikatin
yüzündeki peçe
İyi
niyetlerle düşünce yola, kapılar açılıyor bir bir ufkunuzda. Bir yapmak
dilerken iki oluyor yapacaklarınız. Hakikatin yüzündeki peçeyi gayret ve emek
kaldırıveriyor. Birbirini çok fazla tanımayan, her birimiz ülkemizin farklı
şehirlerinde yaşayan ekibimiz, kırk yıllık dost yahut daha da ileri bir hisle,
oldum olası kardeşmişiz gibi mükemmel bir birliktelik ruhu ile kardeş coğrafya
Bosna çalışmalarımıza emek veriyor.
Evet,
2013 yılının Aralık ayında 14 kişilik ekibimizle tâzeden bir “Besmele” çekerek
kar kış demeden yollara düşmüştük Bosna için...
2015 yılının Nisan ayında, Bosna’nın tüm yaralarını aklen ve kalben seyrederek kaleme aldığımız çalışmaları 470 sayfalık muazzam bir “Derin Bosna Özel sayısı” ile neşretmiştik. O gün, tüm ekibimizle canla başla dağılmıştık Bosna’nın şehirlerine bir vakitler acıdan inleyen sokaklarına... Damarlarda akan kan gibi hayat olmak ve hayatî olana dokunmak için ortak bir hassasiyetle yaptığımız tüm çalışmalar hâlâ güncelliğini kaybetmedi.
Bugün
Srebrenitsa Katliamı’nın 25’inci yılı… 11 Temmuz 2020’deyiz. Bir insan hayatı
için 25 yıl çok uzun ve fazlaca değişim ve dönüşüme sebebiyet verecek çoklukta
bir süre. Henüz emekleyen bir bebek 25 yıl sonra iş güç sahibi, dimdik ayakta
duran bir birey hâline dönüşürken, yüz binlerin katledildiği, tecavüzlerle soy
ve nesebi bozma zulmünün gerçekleştirildiği, binlerce insanın evsiz yurtsuz
bırakıldığı, ağır savaş şartları nedeni ile göçlere zorlandığı, ailelerin
parçalandığı, şehirlerin ve ekonominin darmaduman edildiği Bosna ve Boşnak
halkı için 25 yıl, elim kederlerinin tedavisi için olabildiğince kısa bir süre…
Zira
1992-1995 Bosna Savaşı, bir savaş olmaktan ziyâde, tüm dünyanın göz yumduğu,
tüm modern Haçlı ordusunun “insan hakları, demokrasi, özgürlük” naraları ata
ata vahşice gerçekleştirdikleri, kahkahalarla kutladığı bir soykırımdı!
İşte
böylesi bir badireden geçmiş Boşnak halkı ve Bosna için çeyrek asırlık bu sürede,
onulmaz yaraları sîneye çekmek, yıkılanı inşâ etmek, devrileni kaldırmak, umudu
yeniden yeşertmek için hayli kısa bir zaman.
Tüm
bu zulme şâhit olup seyahatimiz bitip vatanımıza döndüğümüzde sayfalar dolusu
çalışma aktı e-posta adresime. Her bir yazarımızın çalışmasını okurken, içimde
uyumayan, hep ayakta, hep teyakkuzda bekleyen bir Bosna ile devrildi günlerim.
O
seyahat sonrası uzun bir uykusuzluğun tetiklediği adrenalin ile yola
çıktığımızdan, bugünlere kadar içimde taptaze bir soluk olan Bosna’yı unutmamak
ve daima hatırlayarak ibret almak için yeniden yeşertiyorum içimde.
Yapılacak
çok bir şey yok bundan böyle, ancak tüm Bosna ekip arkadaşlarımızın
çalışmalarını ve Boşnakların elim kaderini hatırlayarak ibret devşirmek düşüyor
şimdi bizlere.
İnanıyorum
ki, ekibimizdeki bütün arkadaşlarımın da kalbinde ve aklında anbean hatırlanan
tâze bir hatırattır Bosna. Zira az sonra bugün güncellediğimiz ve sizlerin
üşenmeyerek okuyacağını umduğumuz Bosna ile ilgili 28 dosya, ne uyutulan bir
Bosna’dan, ne de uyuyan bir kalpten zuhur etti.
Seyahatimiz
boyunca imkânların iyi olmasına, şartların doğru oluşturulmasına, yemeğimizden
dinlenmemize kadar ekibin bütün ihtiyaçları için ihtimam gösteren, başta Ajanda
Yayın Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Selim Bey’e ve tüm Bosna ekibimize duyarlılıkları,
dostlukları, gösterdikleri azamî gayretleri, harf harf verdikleri ihlâslı
emekleri için yeniden ve bugün gibi kalbî teşekkürlerimi sunuyorum.
Ekibimizin kaleminden süzülen gerek stratejik, gerek kalbî ve aklî çalışmaları, Bosna’nın tarihinden günümüze, savaşın sesinden Hıristiyanlık âleminin sessizliğine, siyasetinden teşkilâtlarına, kurumsal ziyaretlerimizden ekonomisine, toplumsal kültüründen ferdî birikimlerine, edebiyatından mûsikîsine, Bosna’ya ait kitaplık çalışmalarından spor ve sporcusuna çok geniş bir yelpaze açılacak bu gün yeniden önünüzde.
Yine
Bosna’nın Bilge Kral Aliya’sı (ruhu şâd olsun), derin tarihi, dramı, tabiat
güzellikleri, mânevî dinamikleri, yeraltı zenginlikleri, özel şahsiyetleri,
etkin siyâsî teşkilâtları, edebiyatı, mimarîsi, hanları, Başçarşı’sı, esnafı,
sanatkârı yemekleri ve daha pek çok detay, özen ve büyük emek sarf edilerek
kaleme alındı. Bu çalışmalarımızı kolaylaştıran, gülümseyerek ekibimize
yardımcı olan Boşnak kardeşlerimize de tekraren teşekkür ediyorum.
Üzeri
kabuk bağlamış gibi görünen yaraların yeniden pansumana ihtiyacı vardır. 5 yıl
önce ne yazılmış ise aynı ile vâki olduğunu, 2018 yılında yaptığımız bir başka
ziyaret ile teyit etmiştik. Unutmamak ve hâfızalarımızı daima uyanık tutmak
için bugün Bosna’ya dair ne biliyorsak güncellemekte fayda görüyoruz.
Çünkü
hem Bosna’da, hem ülkemizde siyâsî, ekonomik ve hissî yanılsamalarımızı gözden
geçirmemiz gerekliliğine inanıyoruz.
Bosna,
Müslümanlar diyarı… Bosna, Evlâd-ı Fatihan…
Bosna, Müslümanlar diyarı… Ve Bosna, Evlâd-ı
Fatihan… Böyle bir ortak bağ ile ziyaret ettiğimiz Bosna-Hersek’ten
döndüğümüzde yazılacak, anlatılacak ve dikkat çekilecek öyle çok şey vardı ki
bir kalbî sürüklenişle şefkate, bir vicdanî savruluşla kızgınlığa, bir aklî
sorgulamayla tedbire kesiliyordum. Seyahatten dönmüş değil de yüzyıllık bir
tarihî serüvenin içinden geçmişçesine yorgundum.
Üstelik
bize ev sahipliği yapan dostların tembihleri, Neretva nehrinin mahzun
şırıltısı, akü fabrikasının tüylerimi diken diken eden dehşetengiz katliama şâhit
olmuş duvarlarının soğukluğu, işkence ve katliam merkezi olmuş hangarlardan
sızan masum çığlıkları, Drina nehrinde yitip giden bedenlerin mazlum feryâdı,
Saraybosna’nın orta yerinde hüzünle akan Miljacka nehrinin hazin sesi, geride
kalanların mağdur hikâyeleri, işsizlik, aşsızlık ve göçler, Bosna’dan
döndüğümüzden beri beni hiç mi hiç terk etmedi…
Kulaklarımda
birbirinin önüne geçmeye çalışan ıstırap yüklü kelimelerin çınlamasını
işitmekten şikâyetçi değilim, ancak bu çınlamaların yitip gitmesiyle
sorumluluğumuzu unutmaktan ve yapılması gerekenleri umursamazlığımızdan şikâyetçi
olacağımdan eminim.
“Geçer!”
diyordum, “Bu yorgunluk da diğer yorgunluklarım gibi geçer”… Ah, ne yazık ki
öyle olmuyormuş! Her yıl bu mevsimde, yüz binlerce Müslüman kardeşimizin hain
plânlarla, aldatmaca ve kandırmalarla, vaat tuzaklarıyla katledilmesinin sene-i
devriyesinde Bosna, içimde gözyaşı döken, yakınlarını yitirmiş bir çocuk gibi
ağlıyor.
Üzülüyorum.
Bosna’nın bugünkü hâline değil, o gün yaşadıklarına... Üzülüyorum. İbret
almazsak, modern Haçlıların yeni bir senaryoyla nice Müslüman halklar için aynı
kurguyu sahneye taşıyacaklarından adım kadar emin olduğuma...
Ve
Bosna hiç yaşlanmıyor kalbimde. Kaderi de, kederi de hep ve daha da tâzeleniyor
zihnimde.
Olsun,
tâze durmalı bu yorgunluk ki satırlarıma ihlâsı yansıyabilsin! Hattâ ömrümüz
oldukça, Bosna’da Müslümanlar rahat ve huzur üzere soluk alıncaya kadar,
yurtlarından zorunlu olarak göç eden Boşnak kardeşlerimiz vatanlarına yeniden
dönünceye kadar bu yorgunluk benimle kalsın!
Kalsın
ki, gücümün yettiğini eyleyeyim, yetmediği yerde eyleyebilecekleri
kelimelerimle harekete geçirmeye her daim gayret edeyim…
Olsa
varım, billahi satar savar göçerdim. İmkânım dâhilinde, anayurdunu işsizlik ve
geçim kaygısı ile terk etmek zorunda kalacak belki bir, belki birden fazla
yüreğe iş imkânı sağlayabilmek, servetim ne kadarsa o kadar istihdam
gerçekleştirebilmek için gayrete düşerdim.
Ah
ki, yegâne servetim, kelimelerim! Ve işte onlarla Âl-i Osman yadigârı Bosna’mıza
ahde vefâmı edâ etmekteyim!
Ne
çok göz dikilmiş Bosna’ya; göz göz olmuş taşı toprağı. Dokunsan dile gelecek
gibi köprüler, duvarlar... Her taşın altına bir “Ah!” bırakılmış. Neden? Yüksek
İgman dağlarının stratejik özelliğe haiz oluşundan mı? Yeraltı kaynakları ya da
şifâlı sularından mı? Tabiî güzelliklerinden mi? Bu coğrafyaya ait hikâyenin
geçmişi ne de eskiymiş meğer!
İşte
zaman zaman zihnimizi zorlayan bu soruların cevabını ve Bosna-Hersek’in derin
tarihine ait pek çok canlı ve yazılı kaynağı bulacaksınız bugün itibariyle
güncellediğimiz dosyalarda.
İçinizden
olan, tanıdık bir ses, bir kardeş, bir dindaş sesi işiteceksiniz. Sizi Bosna’ya
davet edecek ve “Adam, aldırma da geç git!” diyemeyeceksiniz Akif’in diyemediği
gibi, “Aldırırım!” diyeceksiniz bu sese. “Hakkı tutup kaldırmak” için, Bosna’yı
anlayıp anlatmak için, Müslüman olmanın şuurunu zihnimizde taze tutmak için,
Hıristiyan dünyanın yalancı bahanelerle İslâm coğrafyalarına revâ gördüğü ve
dahi kıyamete kadar görecekleri ezaya, zulme ve haksızlıklara “Dur!” demek için
Bosna’ya uğramak isteyeceksiniz.
Bosna, sizi Osmanlı adabına münhasır bir
edâ ile kapıda karşılar; sokaklarını açar, yüzündeki peçeyi aralar… Çok tanıdık
bir tebessüm vardır şehirlerinin yüzünde. Çünkü Bosna’nın yüzündeki gamze, “Hilâl”!
Şimdi
ve gelecek zamanlarda, Ajanda Yayın Grubu yazarlarının kaleme aldığı Bosna’ya
dair ibret yüklü çalışmaları okumanızı diliyorum.
Hoşnut kalınız efendim!