Bosna-Hersek’in makûs talihi: Sıkışmışlık

Boşnaklar, çok akılcı düşünen ve terkipçi bir kafaya sahipler. Sorunlara teşhis koyma, algı yönetme ve hedefe odaklanmada oldukça mahirler. Bu meziyetlerini gösterecekleri bir iktisadî güce kavuştuklarında ülkeye çok katkı yapacaklarına kuşku yok. Boşnakları iktisadî sıkışmışlıktan kurtarmak, İslam ülkelerinin boyunlarının borcu. Ama gördüğüm kadarıyla en somut projelerle ortaya çıkan tek ülke Türkiye.

BOSNA-HERSEK, 51 bin 129 kilometrekarelik yüzölçümüne sahip küçük bir ülke. Osmanlı döneminin haşmetli Bosna ve Hersek sancakları, kırpıla kırpıla bu kadarcık bir kara parçasına sıkıştırılmış kalmış. Sıkıştırılmak… İşte Bosna-Hersek’in coğrafî, tarihî, dinî, iktisadî ve siyasî konumunu anlamamıza yarayan anahtar kelime!

Önce coğrafyadan başlayalım. Bosna-Hersek, doğu yönünden Sırbistan ve Karadağ, diğer üç yönden de Hırvatistan ile kuşatılmıştır ama ne kuşatma! Batı’nın şeytanî zekâsı, Adriyatik Denizi ile Bosna-Hersek arasına Adriyatik sahili boyunca bir kılıç gibi uzanan ve yapaylığı her yönden sırıtan Hırvatistan toprağını sokar. Bu kılıç, Bosna’nın karnını deşmek üzere sokulmuş tarihî bir hıncın açık bir nişanesidir. Bosna-Hersek’e bırakılan deniz, Dubrovnik’in kuzeyinde, 24 kilometre uzunluğunda öyle namüsait bir alandır ki, oraya doğrudan başka ülkelerin gemilerinin girmesi neredeyse imkânsızdır.

Plan, Bosna-Hersek’in deniz çıkışında boğazının Hırvatistan tarafından tutulması üzerine kurulmuştur.  Bosna’nın coğrafî olarak kuşatılmışlık ve sıkıştırılmışlığı ülke içinde de devam eder. Bosna-Hersek’te Müslüman Boşnaklar, doğuda Sırp kantonu, diğer yönlerde de Hırvat kantonlarıyla kuşatılmıştır.

Bosna-Hersek’in tarihî ve dinî süreci de bariz bir sıkıştırılma ve kuşatılma manzarası sunar. Osmanlı dönemine kadar önce Roma ve ardından Hırvat, Sırp, Macar ve Bizans hâkimiyetlerine giren Bosnalılar, bu uzun süreçte ne Sırplara, ne de Hırvatlara karışırlar. Bölgede Hıristiyanlık güçlenince Sırplar Ortodoks, Hırvatlar Katolik olurken, Bosna Prensliği, Bulgaristan’dan gelen Bogomillere kapı açıp Bogomil mezhebine geçer.

Bogomil mezhebi Papalık tarafından asi bir Hıristiyan mezhebi sayıldığından, Bosnalılar Papalığın şimşeklerini üzerlerine çekerler ve Papalık, her fırsatta bu asi çocukları cezalandırmak üzere hareket eder. Osmanlılar gelinceye kadar Bosnalılar her fırsatta sıkıştırılarak seçtikleri mezhebin bedelini öderler.

Bosna, 1463 tarihinde fiilen Osmanlı hâkimiyetine girer. Her hâkimiyette bedel ödeyen Bosna, Osmanlı hâkimiyetinde bî-bedel bir kavim muamelesi görür. Bu muamelenin neticesi olarak Müslümanlıkla şereflenir ve sıkı sıkıya sarıldığı bu kimliğiyle bir cihan devletinin hayatî bir parçası olur. Boşnakların en rahat dönemi olan 414 yıllık rüya, 93 Osmanlı-Rus Harbi’yle kâbusa döner ve serhatlerin vefalı çocuklarını bu kez Avusturya-Macaristan Devleti sıkıştırır. Bu dönemi Birinci ve İkinci Dünya Savaş’ının sıkıştırmaları izler ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Boşnakları Tito’nun komünist rejimi ablukaya alır; dinini diyanetini ve de kimliğini baskıladıkça baskılar.

Yugoslavya’nın dağılmasıyla eski düşmanları olan Sırplar ve Hırvatlar tarafından amansız bir kıskaca alınan Boşnaklar, Aliya önderliğinde bir ölüm kalım mücadelesi verirler ve kuşatmayı yararak ayakta kalırlar. Bu onurlu mücadele bir devletle taçlanır ama ne taç!

Galibiyetle çıktığı bir savaştan AB ve ABD işbirliğiyle hazırlanan bir barış (!) masasına mağlup olmuş gibi oturtulur Boşnaklar ve malum düzenbazlar tarafından masada sıkıştırıldıkça sıkıştırılırlar. “Dayton Antlaşması” adlı bubi tuzağına çarnaçar rıza gösteren Bosna, şimdi de bu anlaşmanın cenderesi altında sıkışmaktadır. El kadar bir ülkede üç başbakan, 160’dan fazla bakan ve binlerce mebus… Ülkenin geleceğine ilişkin kararlar bu arapsaçı ortamda sıkışıp kalıyor çoğunlukla.

Ülkenin siyasî görüntüsü, üç at tarafından ayrı yönlere çekilen bir arabaya benziyor. Ülkenin yarı nüfusuna sahip Boşnaklar yüzde 50 yerine, Dayton sisteminin adil(!) buluşu sayesinde yüzde 33’lük bir güce indirgenmişler.

Dinî ve iktisadî sıkıştırmaya dikkat!

Cumhuriyet Türkiye’si, Osmanlı’dan kalan her mirasa karşı takındığı bigâne tavrını Boşnaklara karşı da başarılı bir şekilde tatbik ettiği için, gerek savaşta ve gerek savaş sonrasında yeterince aktif davranamamıştır. Türkiye’nin bu ihmali, boşluğu büyük bir şevkle doldurmaya çalışan Suudların işine yarar ve Boşnaklar, tarihî Sünnî-Hanefî kimliklerine rağmen Suudilerin Selefi iştihaları karşısında vicdanlarıyla cüzdanları arasında sıkışıp kalırlar. Türkiye’nin geç de olsa tarihî mirasını hatırlayıp alanı kontrol etmeye başlaması, Boşnaklara rahat bir nefes aldırmış görünüyor.

Dini sıkışma konusunda bazı konjonktürel zaaflar oluşsa bile, Boşnakların tarihî derinlikten gelen genetik Sünnî-Hanefî çizgiden ödün vermeleri çok zor. Bu böyle biline! Ancak asla zaafa düşülmeden takviye edilmeli! (Ki ediliyor da…)

Boşnakların -gözlemlediğim kadarıyla- en çok sıkıştığı alansa ekonomik. Ülkede AB standartlarına göre oldukça yüksek oranda bir işsizlik var. Hayat pahalı ve halkın gelir düzeyi oldukça düşük. Gençlerde çalışmadan kazanma ve emek vermeden harcama gibi tuhaf bir eğilim var. Kazanmaktan çok tüketmeye yönelik olan bu tavır, her türlü değeri aşındırma gibi bir risk barındırıyor. İşsiz gençliğin idolü AB; kapılar sabah açılsa, akşama nerdeyse bütün gençlik soluğu Avrupa’da alacak gibi. İşsizliğin getirdiği yozlaşma ve amaçsızlığın önü bir an önce alınmalı.

Boşnaklar, çok akılcı düşünen ve terkipçi bir kafaya sahipler. Sorunlara teşhis koyma, algı yönetme ve hedefe odaklanmada oldukça mahirler. Bu meziyetlerini gösterecekleri bir iktisadî güce kavuştuklarında ülkeye çok katkı yapacaklarına kuşku yok. Boşnakları iktisadî sıkışmışlıktan kurtarmak, İslam ülkelerinin boyunlarının borcu. Ama gördüğüm kadarıyla en somut projelerle ortaya çıkan tek ülke Türkiye. Türkiye destekli “köye ve toprağa dönüş” projeleri, Boşnakların şehirlere yığılıp hareket güçlerini yitirmelerinin ve nüfus olarak alta gitmelerinin önünü alacak gibi görünüyor.

Hâlihazırda Türkiye’nin bütün Cumhuriyet döneminin ihmalini telafi edercesine bir cevvallikle Bosna-Hersek’e el uzatmasını takdirle müşahede ettim. Büyükelçilik, Diyanet, iktisadî ve askerî müşavirlikler, TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Ziraat Bankası ve Türk Hava Yolları’nın canla başla ecdat yadigârı bu topraklara ve bu insanlara hizmet vermeye çalışmaları gurur verici. Eğer Türkiye’nin örgütlenmesi her ülkede böylesine ahenk içindeyse, hem kendimizi, hem de Bosna gibi kardeş ülkeleri tarihî sıkışmışlıktan kurtarmamak için bir neden yok gibi.

Türkiye’nin batı serhaddi hâlâ Bosna’dır ve Bosna’yı sıkıştığı demir duvarlar ardından çekip almak, kendi huzurumuzun teminatıdır.