Bosna esnafı ve Başçarşı

“Yeni nesil kızgın; el işçiliğiyle elde edilen bu ürünleri kabullenmiyorlar!” “Bir kültür sorunu var” diyerek yaşadığı sıkıntıları bir çırpıda döküveriyor, haksız da değil hani. Her şeyin teknolojiye yenik düştüğünü, usta-çırak ilişkisinin popülaritesini kaybettiğini, Bosna-Hersek’in de Türkiye gibi değişimden payını aldığını, bu oranın yüzde 70’lere dayandığını söylüyor.

BİR Balkan ülkesi olan Bosna Hersek, Miljacka nehri üzerinde, dağlarla çevrili bir alanda yer alıyor. Başkenti Saraybosna (Sarajevo), tarihten bu yana farklı inançların (Ortodoksların, Müslümanların ve Katolikliklerin) huzur ve barış içinde yaşandığı eşsiz güzelliğe sahip bir şehir ve “Avrupa’nın Kudüs’ü” olarak hafızalara kazınmış. Osmanlı’nın (Türklerin) Avrupa'da inşa ettiği en büyük kent olan Saraybosna, 700 binlik nüfusu ile ülkenin sanayi merkezi.

Zaman tüneli Başçarşı (Baščaršija)

Hangi cadde veya sokağa girerseniz girin, o yer 16. yüzyıldan kalma “Başçarşı” ise Osmanlı’nın ayak izleriyle dolu. “Ahilik” terbiyesi almış esnafıyla karşılaşmamanız neredeyse imkânsız olan bu yerde, Bosna Beylerbeyi Gazi Hüsrev Bey tarafından yaptırılan handa kendinizi “zaman tüneli” rampasından geçmişe fırlatılmış hissine kapılırsınız. Bakırcıların motifleri, kilimlerin desenleri, yolda yürüyenleri simaları, güvercinlerin kanat vuruşu, çekicin örse değişi ve en önemlisi de minaredeki ses tanıdık gelir size.

Duyduklarınızı, gördüklerinizi ve hissettiklerinizi, belleğinize kazıdığınız acı ve özlemlerinize; yüzünüzü sola çevirdiğinizde ateşte pişen demir ilişir gözünüze, onu da sabır örsünde çekiç yiyen ömrünüze benzetirsiniz. Benzetirsiniz de benzetirsiniz…

Öyle çoktur ki bu benzeyişler, baka baka bitiremezsiniz. Sonra taş parkalı yollardan geçersiniz; el emeği göz nuru eserler, albenili duran eldivenler, cezveler, oklavalar, fesler, keçeler say say bitmez.

Babadan oğula bakır sanatı

Sanayi devrimiyle endüstriyel ürünlerin el emeği göz nuru Osmanlı sanatını gölgelediği bilinen bir gerçektir. Bosna-Hersek Esnaf Odaları Başkanı ve Güzel Sanatlar Akademisi Metal Uzmanı Prof. Dr. Mensur Bekiç, geleceğin ustalarını yetiştirmek, sanatı geleceğe taşımak için emek sarf edenlerin başında gelen bir isim ve 400 yıllık bir sanatın -gümüş ve bakır işlemeciliğinin- günümüzdeki son kuşak temsilcisi.

Aile geleneğinden gelen sanatı oğlu İbrahim’e öğrettiğini söylediği sırada dükkâna güleryüzlü sevimli bir çocuk girdi; Bekiç’e sarıldığında onun İbrahim olduğunu anlamamız uzun sürmedi. Boşnakça, “Yaptığın ürünleri misafirlerimize göster” diyor babası. İbrahim mendil arasına sakladığı birbirinden eşsiz güzellikteki eserleri sehpanın üzerine seriyor. Bunları İbrahim’in yaptığına inanmakta güçlük çekiyoruz ama bu hakikati değiştirmiyor.

Bakırdan horoz

Dönemin Fransız Konsolosu, Saraybosna Paşa’sına sanayi devrimi ile el sanatlarının hüviyetini yitirdiğini, dolayısıyla yapılan işi gereksiz gördüğünü söyler. Bu tespit Paşa’nın zoruna gider ve Bektiç’in büyük babasını, yani dedesinin dedesini saraya çağırır. Dedesi ilk anda “Paşa beni niye çağırıyor? Ben ne yaptım?” der ve korkar. Bilamecbur, titrek ayaklarla sarayın yolunu tutar ve içeri girer. Paşa ile Fransız Konsolosu’nun oturduklarını, kendi aralarında konuştuklarını görünce rahatlar. Paşa dedemi görünce, “Konsolos böyle diyor, onun iddiasını çürüt!” diye emir verir, arkasından da ne yapabileceğini sorar. Bunun üzerine dedesi, “Horozu (tavuğu) civcivleriyle birlikte yapacağım” sözünü verir ve oradan ayrılır. Ne yapacağına dair hiçbir fikri ve tasarımı yoktur. 2-3 gün sonra saraya geri döner ve yaptığı eseri Konsolos’a verirken, “Şimdi bunu al ve git, senin sanayin ne zaman bunun aynısını yaparsa o zaman yine gel” der. Bahsi geçen eser, Viyana’daki bir müzede sergilenmektedir.

Bektiç, “Dünyanın her yerinde bir eserimiz var. Ölmeye yüz tutmuş eserleri yaşatmak için çalışıyoruz” diyor ve ekliyor: “Bir kanun çıkarmak istiyoruz sanatın desteklenmesi ve gençler arasında popüler olması için. Bir diğer projemiz ise ‘fuar’. Yaptığımız işleri sergilemek, dünyaya duyurmak istiyoruz. Ayrıca Türkiye, Hırvatistan, İtalya, Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’da ‘Osmanlı-Türk İzleri’ isimli bir sergi düşünüyoruz.”

Eskişehir’in kültür başkenti olduğu dönemde ülkemize gelerek bir sunum yapmış ve geri dönmüş. Kimseyle irtibata geçemediğinden yakınan Bektiç’e “Artık biz varız!” diyoruz.

Srebnenica çiçeği

Bizim bu duruşumuz üzerine yerinden kalkıp heyecanla bir kutu getiriyor Bektiç, içinde “Srebnenica çiçeği”…

Önce hikâyesini anlatmaya başlıyor… Bir cenaze töreninden dönerken yanındaki arkadaşı, “Sen niye bunun için bir şey yapmıyorsun? Bir çiçek milyonlarca duyguya tercüman olur” der. Bunun üzerine tam bir yıl uğraşarak Srebrenica çiçeğini filigrana taşır ve gümüşten bir eser meydana getirir. Roma İmparatorluğu’ndan beri ilk motifin çiçek olduğunu hatırlatarak, “Çiçeğin simgeleri var: Gümüş beyazlığı, temizliği ve masumiyeti; ortasındaki yeşil cam ise hayatı ve yeni nesli temsil ediyor” diyor.

Yaptığı işe bir de mesaj yüklüyor: “Geçmişi unutmayalım!” Çiçekte 11 yaprak, her yaprakta da 7 parça var. Bunlar katliamın tarihini (1 Temmuz 1995) veriyor bize. Çiçeğin içinde şehit gözleri gizlenmiş durumda. “Bizden adalet bekliyorlar, o yüzden bu çiçeğin bütün dünyaya ulaşmasını istiyorum” diyor. Saraybosna filigranını kullanması için UNESCO kendisine yetki belgesi vermiş. İleride bununla ilgili bir fabrika kuracaklarını ve Srebnenica Anneleri’ni istihdam etmeyi düşündüklerini, ancak yaşlandıkları için bunun yerine onların torunlarıyla yola devam edeceklerini belirtiyor.  El işçiliği sayesinde parmaklardaki enerjinin motife yansıması hedeflenmiş. Katliamda şehit olanların sayısına atfen, tam 8 bin 372 adet Srebnenica çiçeği imal edilecek.

Cumhurbaşkanımız, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a, Saraybosna ziyaretleri sırasında kendisi için özel imal edilen bu çiçekten takdim edilmiş.

Literatüre “birinci seri” olarak geçen ve her biri 117 KM olan eserlerin ilk 100 adedi açık arttırma yöntemiyle satılacak. Elde edilen gelirin büyük bir kısmı “Srebnenica Anneleri” ile onların şehit çocuklarına burs ve yardım olarak döneceğini öğrendiğimizde, Bektiç röportajını birlikte gerçekleştirdiğimiz Dr. Muhammed İkbal Bakırcı ile birer adet satın alarak destek veriyoruz bu projeye.

Yatırım talepleri

2014 baharında, Orta Bosna Kantonu’nda meydana gelen ve Maglaj-Zenitsa-Kakani-Visiko-Tesliş’i etkileyen büyük sel felaketi sonrası “Biz sizden para istemiyoruz, fuar ve malzeme istiyoruz” diyor. Odalarına 50 bin esnafın kayıtlı olduğu bilgisini aktardıktan sonra, ayakkabıcılığın en meşhur mesleklerden biri olarak öne çıktığını, ancak Dayton Barış Antlaşması’nın yatırımları engellediğini hatırlatıyor. “Her şeye rağmen bunun önüne geçilmeli” diye yalvarıyor ve ekliyor: “Bunun için biraz sabır lazım!”

Çilek Mobilya’ya ait Bosna-Hersek ile İlişkiler Geliştirme Merkezi Vakfı (BİGMEV), Hayat Kimya, Şişe Cam gibi birkaç Türk şirketinin buralara yatırım yaptığını, ancak yeterli olmadığını dile getiriyor.

Yeniçeri Ocağı’na bağlılık

Başçarşı’nın en popüler esnafı ve ustası, hiç şüphesiz Stari Bazar’ın müsteciri, bakır işleme ustası İsmet Huseeinoviç. Onun dükkânına gittiğimizde bizi “Azra” isimli kızı karşılıyor. Azra, aynı zamanda Polis Koleji’nde okuyor ve diğer zamanlarda dükkâna gelip babasına yardım ediyor. “Babam yok ama gelecek” diyor ve babası gelene kadar bize üç kattan oluşan küçük, mütevazı dükkânı gezdirip eserler hakkında bilgiler veriyor. En alt kat, yüzlerce eserden oluşan bir müzeye dönüştürülmüş. Her biri ayrı bir sanat eseri olan ürünleri hayranlıkla inceliyor, bu hatırayı ölümsüzleştirmek için de eserlerle birlikte fotoğraflar çekiniyoruz.


Stari Bazar: Küçük Dünya

Bu sırada içeriye iri cüsseli, tombul bir adam giriyor. Gelen, İsmet Huseeinoviç’ten başkası değil. Asırlık bir çınar gibi duruyor. “Hoş geldiniz” dedikten sonra, bizim için erinmeden yöresel iş kıyafetlerini giyip eline çekici alıyor ve yine bizim için bakır dövüyor, nakış işliyor. Ağzından ise şu cümleler dökülüyor: “Biz Yeniçeri Ocağı’na bağlıyız. Bu sanat, dizden dize aktarılarak bu günlere ulaştı.”

Savaşın etnik kıyımla birlikte sanata, kültüre ve tarihe karşı da bir kıyım gerçekleştirdiğini, dolayısıyla eserlerin zarar görmeden bu günlere nasıl ulaştığını merak ettiğimizi iletiyoruz, cevap veriyor: “Savaş sırasında çok dua ettik, Allah’ın elindeydi her şey. Başçarşı’yı içindekilerle birlikte korumak için hem mücadele ettik, hem de dua. Topraklarımızı terk etmedik.”

Değişim gelişmemizi engelledi

Örsün üzerine koyduğu bakırı biraz haşince dövdüğünü gözlemliyor ve bunun sebebini sormadan öğreniyoruz: “Yeni nesil kızgın; el işçiliğiyle elde edilen bu ürünleri kabullenmiyorlar!” “Bir kültür sorunu var” diyerek yaşadığı sıkıntıları bir çırpıda döküveriyor, haksız da değil hani. Her şeyin teknolojiye yenik düştüğünü, usta-çırak ilişkisinin popülaritesini kaybettiğini, Bosna-Hersek’in de Türkiye gibi değişimden payını aldığını, bu oranın yüzde 70’lere dayandığını söylüyor.

Kültür taşıyıcı bir kuşak

Bu sanatların yaşatılması için Türkiye’den “somut” adımların atılması bekleniyor. 90’lı yıllara kadar burada Türk olmadığını belirterek sitemini dile getiriyor ve ekliyor: “Türklerin gelişinden memnunuz.  Başçarşı’yı koruyup kollamaları lazım. Camiler, tekkeler ve dergâhlara orta nesil yönlendirmeli. Kültür taşıyıcı bir kuşak istiyorum. Sanatçıları, ustaları, çırakları oralara (Türkiye’ye) götürüp, yetiştirip geri getirecek bir mekanizmanın hayata geçirilmesi lazım. Öğrencilere destek olmalı ve biz kazanana kadar da bu destek devam etmeli. Birçok devletin kaybettiği ortamda, biz ayakta duruyoruz.  Bizler ne Doğuluyuz, ne de Batılı; iki arada bir derede kalmış bir milletiz. Sanayiye yatırım yapılmalı. Yapılan yardımların “yardım kontrol gözetmenleri” tarafından denetim altına alınması gerekiyor. Son olarak ustayı takip edecek bir sistem lazım…” Bu düşünceler, soruna neşter nev’inden çözümler üretiyor.

Alil ve acizler yurdu

Başçarşı’da gezerken, bir dükkân önünde yığılıp kalmış, masmavi gözleriyle bizi süzen yaşlı teyzeye takılıyor gözlerimiz. Adını soruyorum, “Ayka” diye cevaplıyor. 90 yaşında ve tek başına hayata tutunmaya çalışıyor. Başçarşı esnafının kendisine baktığını öğreniyoruz. İzni dâhilinde birkaç kare fotoğrafını alıyoruz. Yılların bütün izini yüzündeki çizgilere taşımış. Gözlerinden yaşla karışık şu vahim cümle dökülüyor: “Savaş sırasında yanımızda kimse yoktu!”

Gerisini ne o, ne de biz getirebiliyoruz. Eline sıkıştırılan bir miktar KM ile oradan ayrılıyoruz.

Parayı Türk turistler bırakıyor

1984 Kış Olimpiyatları Sarajevo’da (Saraybosna) yapılmış. O tarihten bu yana tam 30 yıl geçmiş. Yapılan yatırımlar hâlâ iş görüyor. Sporcular için yapılan binalar kız yurtlarına dönüştürülmüş ve oldukça sağlamlar.

Ülkenin gelir kaynakları sıralamasında, ilginçtir, başı diaspora ve turizm çekiyor. Savaştan sonra hasar gören, kısmen ve tamamen yıkılan ören yerleri ile tarihî eserler bu ilgiyi azaltsa da Bosna-Hersek hâlâ turistlerin uğrak yeri olmaya devam ediyor.

Buraya gelen turistlerle ilgili esnafın dile getirdiği bir sıkıntı var: “Alışveriş yapmıyorlar.” Bu anlamda “En iyi alışverişi Türkler yapıyor” diyerek itirafta bulunuyorlar. Piyasada Federasyon’un kullandığı mark (KM) ile birlikte avro (€) kullanılmakta. Piyasaları güçlü değil ama para birimleri Türkiye’den güçlü:1 KM 0,60 TL; 1 € ise 1,94 KM.

Galatasaraylı Tarık Hodzic

Bir zamanlar Galatasaray’da top koşturan ve “ilk yabancı oyuncu” olma özelliğini elinde bulunduran Tarık Hodzic, şimdilerde mütevazı kebapçı dükkânını işletiyor. Gelmişken onu da görmeden gitmeyelim istiyoruz ve dükkânına uğruyoruz.

Dükkânın bulunduğu sokağa girer girmez, buranın Tarık Hodzic’e ait olduğunu anlıyoruz. Daha içeri girmeden Cimbom aşkı kendini gösteriyor. Her yer sarı kırmızı bayraklar, flamalarla donatılmış durumda. 6 tane masa ve masaların üzerinde 8-10 kişinin rahatlıkla sığabileceği bakır siniler var. Sinilerin ortasında geçmişin derin izlerini taşıyan motifler... Duvarlarsa dışarısı gibi sarı kırmızı formalar, bayraklar, alınan kupalar ve fotoğraflarla dolu. O da randevusuna sadık ve bizi söz verdiği saatte karşılıyor. Boşnakların en güzel özelliklerinden biri olarak belleğimizde yer aldı. 
Atletizm ve yüzme ile başladığı spor hayatını futbol ile taçlandıran Hodzic, Saraybosna’da doğmuş ve bir süre Zelanciar’da top koşturmuş. Daha sonra sarı kırmızılı takıma transfer oluyor. Başarıyla geçen bir sezonun (1983-84) gol kralı oluyor. Bu, Türkiye liglerinde gol kralı olan ilk yabancı (Yugoslavya) futbolcu unvanıdır aynı zamanda.

O, Mostar Köprüsü’nün iki ayağından birini İstanbul’a, Türkiye’ye taşıyarak vazifesini tamamladı. Sıra şimdi bizde! Biz de kendisine ve ülkesine vefa göstermek üzere Saraybosna’ya geldik.

“Spor, kültürün bir branşıdır” diyor ve ekliyor: “Kültürün yok olmasına müsaade etmedik. Galatasaray’ı hiç bırakmadım, savaşta dahi...” Tarihi iyi bildiğini, kendisinin iyi bir sosyolog olduğunu, akademik kariyerini profesör olarak tamamladığını kendi ağzından duyunca şaşırmıyor değiliz: “Paranın nasıl kazanıldığını çok iyi biliyorum. Savaş kötülüğü getirdi. Sonuçta çalışan insanımız işinden oldu ve fabrikalarımız kapandı.  Dünyanın en iyi suları bu bölgede ve kalite oranı yüzde % 95’lere yakın. Onu işleyecek yatırımcılara ihtiyaç var. Maddi anlamda bizim buna yetecek gücümüz yok. Bosna’ya tek yardım kanalı ‘yatırım’…  Türkiye, parayı kontrol eden bir sistemin başında çünkü…”


Gazi Hüsrev Bey Bezistanı

109 metre uzunluğundaki bu çarşı, önemli bir alışveriş mekânı. Saraybosna’yı yansıtan hediyelik magnetler, kumaşlar, kahveler ve bakır eşyalar -ki bunların başında cezve, tepsi gelir- almaya niyetiniz olursa Gazi Hüsrev Bey Bezistanı’nı mutlaka gezin… Bir de müzeye dönüştürülen Bursa Bedistanı’nı (Rüstem Paşa Müzesi)…

İlle de çay

Bosna’da aşinası olduğunuz o demlikte demlenen çayı bulmak zor. Olanlar da “sallama” diye tabir edilen hazır çaylar. Çayı bulduğumuzda ise üst üste birkaç bardak içiyoruz. Getirilen her çayın yanında iri bir limon dilimi ve sertliğiyle dikkat çeken kesme şeker…

Bürek ve cevapi

Börek, daha doğrusu “bürek”, yemeden dönülmeyen en etkileyici ve kalıcı lezzet. 7’den 70’e bütün Boşnaklar bu lezzetin müdavimi ve dükkânlar hınca hınç dolu. Yer kapmak için dışarıda sıra kovalamak ya da randevu almak gerekiyor. Tıpkı ulusal yemekleri cevapi (Ćevapi) gibi. Kebap, yoğurt (katı ayran) ile servis edilmekte. “En iyi kazancı bu esnaflar elde ediyor” dersek yanılmış sayılmayız.

Emlak fiyatları tavan yapmış durumda

Sırp, Hırvat ve Boşnak birçok aile savaş sonrası Bosna-Hersek’e geri dönmediği için evler el değiştirmiş durumda. Yurtdışında yaşayanların “Saraybosna’da da evim olsun” diye tutturmaları üzerine haliyle emlak talepleri karşılanamaz olmuş. Bunun doğal sonucu olarak da fiyatlar fahiş rakamlar seviyesinde.

Esnafların büyük bir bölümü KOBİ düzeyinde. Avrupa’nın ortasındaki bu ülkede bizdeki gibi büyük AVM’lere rastlamıyoruz. Gözümüzü ısıran bir iki tane oldu, o kadar... Bu anlamda büyük yatırımlar için gözleri kulakları Türkiye’den gelebilecek “yatırım seferberliğinde”.