ADAMIN birine ait boş
bir arazi vardı. Üzerinde hiçbir şey bulunmuyordu ne “ekili”, ne de “dikili”...
Bir
ara bu arazide renk renk çiçekler, birbirinden farklı otlar bitti. Gördü, ama hiç
oralı olmadı adam.
Bir
gün arazisinin kenarından geçerken, başka adamlardan birinin kendisine ait
arazide biten çiçek ve otları suladığını, hattâ topraklarının nefes alması için
etraflarını çapaladığını gördü. Tabiî sahiplik hissiyle derhâl bu adamın yanına
gitti ve söylenmeye başladı: “Ne
yapıyorsun be adam, burası benim arazim!”
Diğer
adam baktı suratına arazi sahibinin, “Anladım”
dedi ve ekledi: “Çiçekler ve otlar da… Değil
mi?”
Adam,
“Evet!” dedi hışımla. Diğeri tekrar bir süre daha baktı adamın suratına. Sonra
bir şey demeden gitti. Biraz uzaklaştı. Durdu. Arkasına baktı. Arazi sahibi
kendisine nefretle bakıyordu…
Diğer
adam gidince, arazi sahibi de ikâmet ettiği evine gitti. Hayatı da buydu ya; bir
evi, bir de boş arazisi… Gel gel, git git…
Perdesini
araladı, arazisine baktı. Diğer adamın neden çiçeklerle otları sorduğuna akıl
sır erdiremedi. Yoksa değil miydi? Arazi onunsa, arazide yetişenler de onun
olmaz mıydı?
Hemen
konuya dair yazılı kitabı bulup, okudu ilgili satırları. Evet, arazide
yetişenler de onundu, öyleyse sorun yoktu. “Tuhaf adam!” diye söylendi kendi
kendine…
Ertesi
gün aklı başına gelir gibi olmuştu. Demek ki bu arazi ekime uygundu. “Fındıkta
iyi para var” dedi, araziyi fındık fidanlarıyla donattı. Tutmadı. “En iyisi armudu
deneyeyim” dedi, armutla döşedi araziyi. Tutmadı. “Ağaç olmayacak, fasulye
ekeyim” dedi. Tutmadı. Lahanadan da istediğini alamadı, biberden de…
Elde
ettiklerinin bir ikisi iş görmüyordu, ama onları da evinin en güzel köşelerine
yerleştiriyordu.
Ne
yaptıysa olmadı, ne ettiyse tutmadı. Neyse… Nasılsa arazi, arazi idi, olduğu
yerde duruyordu…
Hiçbir
şey ekmemeye karar verdikten bir süre sonra, yine evinin penceresinden uzun
uzun baktı adam. Daha evvel biten çiçekler yine oradaydılar. Otlar da tabiî… Anlamadı,
yine oralı olmadı…
Evinden
çıktığı bir gün uzaktan fark etti ki, diğer adam yine arazisinin başında…
Çiçekleri suluyor, otları havalandırıyor…
Arazi
sahibi, soluğu yine diğer adamın yanında aldı ve çıkıştı sert ve net biçimde: “Anlamıyor musun be adam? Bu arazi de,
üstündekiler de benim!”
Bunun
üzerine diğer adam, ikinci sorusunun da cevabını peşinen alınca arazi sahibinin
yüzüne bakmadan, sadece çiçeklere ve otlara selâm vererek ayrıldı bu kez
oradan. Arkasına da bakmadı!
Arazi
sahibi, oralı olmadığı çiçek ve otların hangi cins ve hangi türden olduklarını
bilmiyor, bunun için bir kitaba da başvurmuyordu. Zaten onun okuduğu tek kitap,
arazinin üstündekilerin kime ait olduğuna cevap veren kitaptı. Bunun ona
yettiğini düşünürdü hep. Hem diğer adam sulayıp çapalamıyor muydu, kendisi daha
da güzelini yapardı…
Olmadı!
Bakmadığı
hâlde sadece doğal hâliyle biten çiçekleri ya çokça suladı ya da susuz bıraktı.
Otların kokularıysa tükenmiş, yaprakları çürümüştü…
Becerememişti.
Ancak suçu kendinde aramaktan âdeta korkuyordu. Kendi kendisinin otoritesini
sarsacağından çekiniyordu. Hattâ sitem bile ediyordu bazen arazisinin
çiçekleriyle otlarına. Bazı zamanlar diğer adamın gelişlerini penceresinden
izliyor, hiçbir şey yapamıyordu. Hattâ kendisine, arazisindeki çiçek ve otlara
nasıl davranması yahut da ondan bir şeyler öğrenmesi gerektiğini söyleyenleri “diğer adamın adamı veya taraftarı”
olmakla itham ederek bir de suçluyordu.
Arazi
boştu. Boşluğu doldurmak lâzımdı. Fakat adam, kendine lâzım olan kitabı
okumamakta ısrarcıydı. Boşluğu ise mutlaka dolduracak birileri bulunurdu. Değil
mi?
Araziyi
kısmen varlıktan bilsek de üstündekiler bizim için hiçbir hüküm ifade
etmediler. Arazi bizim diye üstündekileri de bizim saydık ve yanıldık. Ne
olduklarını öğrenmek yerine, onlardan kendi zihnimize uygun, güzel (!)
alternatifler yetiştirmeye çalıştık. Ancak tutturamadık. Tutturamadıkça
onlardan uzaklaştık, hattâ kendimize düşman ettik. Sonra boşlukları dolduranlar
geldi, biz de izledik.
Paralel
sahipler, paralel akımlar, paralel devreler, paralel iktidarlar, paralel
müfredatlar, paralel gençlik, paralel kültür, paralel liderler, paralel
araziler, paralel çiçekler, paralel otlar, paralel karakterler, paralel
mezhepler, paralel risaletler, paralel dinler doldurdu boşlukları, biz de
izledik.
Özür
dileriz!
***
Kutlu devlet olsun
ve Kutlu Doğum’un tevafuk ettiği bu tarihte, Türkiye Cumhuriyeti’nin de cihana
kut taşıdığını görelim inşallah…
İkisi de berekete
ve selâma vesîle olsun!