
ESKİ Cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel, “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” demişti. Bu söz, son yıllarda Türkiye ekonomisinde görülen iniş çıkışlarla pek çok çevreyi “Bu sefer Erdoğan gitti gider” diye heyecanlandırmıştır.
Siyasal söylemleri ve de eleştirileriyle yıkamadıkları Recep Tayyip Erdoğan’ı ekonomiyle yıkacaklarına bu şekilde inanmışlardır. Bu yüzden seçim boyunca ellerinden soğanı düşürmemişlerdir.
Ancak öyle olmadı. Köylü kurnazlığının işareti olan Demirel’in sözleri, seçim sonuçlarını açıklamada yetersiz kalmıştır. Çünkü “halkın tercihini yalnızca tenceresine göre yaptığı” görüşü esastan yanlıştır.
Elbette günlük hayatın içinde tencerenin özel bir yeri vardır. Fakat ihtiyaçların kendi içinde bir hiyerarşisi de vardır. Ekonominin kötüye gidişinden en çok etkilenen kesim, Erdoğan seçmenidir. Tuzu kuru olan kesim, zaten başından beri Erdoğan’a muhaliftir. Buna karşılık, Erdoğan’ın sadık seçmeni ise tenceresinden çıkan boş buhara rağmen Erdoğan’ın yanında durmayı tercih etmiştir.
CHP’nin ve seçmeninin anlamadığı ne?
Erdoğan’a oy veren seçmenin sadakatini, yirmi yıldan beri “bir kilo makarnaya oy vermesi” olarak görenlerin anlaması mümkün olmamıştır. Önce işin şu tarafı hatırlanmalı: Yüz yıldan beri hiçbir seçimi kazanamayan CHP’ye, seçmen niçin oy vermektedir?
CHP seçmeni kendi davranışını “bir hayat tarzının doğal sonucu” olarak görürken, Erdoğan’a oy veren seçmenin tercihini makarna ile açıklayarak onu aşağılamaya çalışmıştır. Hakaret etmiştir. Erdoğan’a oy veren seçmen için, Erdoğan, hayat tarzlarının güvencesidir. Yüz yıldan beri ezilen, itilip kakılan, inançları (İslâmî değerleri) düşman sayılan, edilgen ve baskı altında tutulan kesimin gür sesidir Erdoğan. Hiç alttan almayan mütehakkim tutumu ile yüz yıllık horlanmışlığa karşı ortaya çıkan bir öfkedir. Bu öfkeli sesin sandıktan seçim başarısı olarak fırlayıp çıkması, bugün için olmasa bile gelecek için beslenen umutların karşılığıdır. İşte o seçmen, bu umutlarını soğan-patates fiyatlarına değişmedi! Türkiye muhalefeti işin bu tarafını görmek ve anlamak istememiştir.
Hayâlî maaş artışları, bayram ikramiyeleri ve “helâlleşme” söylemleriyle Erdoğan’a oy veren seçmenin aklını karıştırmak istemişlerdir. Muhalefeti tercih eden seçmenin tutumunu gayet doğal ve meşru bir hak olarak görürken, Erdoğan’ı tercih eden seçmenin tutumunu ise ancak “bir kilo makarna” fiyatı ile açıklanabilecek basitlikte görmüşlerdir. Erdoğan’a oy veren seçmen, bir kilo makarna ile saf değiştirecek düzeyde kabul edilmiştir.
Erdoğan’a karşı yapılan yolsuzluk söylentilerinin yanında makarnadan ya da soğandan sonra Erdoğan’a oy veren seçmenin tarafını değiştireceği plânlanmıştır. Yoksulların en çok istediği adalettir. Yoksul, adaletin gelmesi hayâliyle teselli olur. Onu hayata bağlayan adalet duygusudur. İşte bu duyguyla Erdoğan’a oy veren seçmeni etkilemeye çalışmışlardır. Buna karşılık 27 Mayıs Darbesi’nden sonra Eskişehir Örfî İdare Komutanı sayılan Tuğgeneral Bedii Kireçtepe, Eskişehir sokaklarına astırdığı afişlerde, “Menderes’in 12 uçak dolusu altın ile Kütahya’ya kaçarken yakalandığını” ilân etmişti. Erdoğan’a karşı yapılan yolsuzluk söylemleriyle Bedii Kireçtepe’nin hazırlattığı afiş arasındaki benzerlik hem şaşırtıcı, hem de yol göstericidir.
Muhalefet, devirmek istediği seçilmiş iktidara karşı “yalanı” her zaman en etkili silah olarak kullanmıştır. İktidar zemini, tabiatı gereği yolsuzluğa elverişli bir zemindir. AK Parti iktidarında hiç yolsuzluğun olmaması da mümkün değildir. Ancak Erdoğan ile muhalefet arasındaki asıl mücadele yolsuzluk meselesi değildir. Yolsuzluk söylentileri, asıl meseleyi örtmek için kullanılan bir kılıftır.
Hatırlanmalıdır ki, Turgut Özal’a karşı da en çok kullanılan muhalefet eleştirisi yolsuzluk söylemleri üzerinden olmuştur. Hatta bunun için 1991 Seçimlerinden sonra iktidara gelen Süleyman Demirel, yolsuzlukla mücadele için emekli bir general olan Orhan Kilercioğlu’nun idaresinde bir bakanlık kurdurmuş, Özal döneminde yapılan işleri incelettirmiştir. İki yıl sonra Demirel’in Cumhurbaşkanı olmasıyla sözde “Yolsuzlukla Mücadele Bakanlığı” da Demirel’in onayı ile ortadan kaldırılmıştır.
Yolsuzluk yapanlar çoğunlukla aynı kimselerdir. Bazıları her dönemde yolsuzluk yapma fırsatını kullanırken, bazıları da vardiya usulü çalıştığından sabırsızlıkla kendi sırasını beklemiştir. Yolsuzluk için en çok çıkarılan şamatalar, yolsuzluk için vardiya sırasını bekleyenler arasından duyulmaktadır. Yolsuzluk şamatası bu lobinin eseridir. Ahlâk ve namus tutkusuyla bu şamatayı tekrarlamamaktadırlar.
“Yine ve yeniden Erdoğan” ama Erdoğan ne yapmalı?
Cumhurbaşkanı yeniden seçilmiştir. Hayırlı olsun. Ancak 21 yıl önce büyük sermaye kesimlerinin sahip olduğu mal varlığı ile bugün sahip olduğu mal varlığı arasında çok büyük farklar oluşmuştur. AK Parti iktidarında büyük sermaye servetine servet katmışken, yoksul kesim ya yerinde saymış ya da daha çok yoksullaşmıştır. Buna rağmen Erdoğan’a sadık kalmıştır. Erdoğan’ın asıl üzerinde durması gereken konu bu olmalıdır. Mevcut ekonomik modeliyle servetine servet katan büyük sermaye 21 yıldan beri Erdoğan’ı hazmedememişken, daha çok yoksullaşan Erdoğan seçmeni ise onu terk etmemiş, her şeyin ekonomi olmadığını defalarca göstermiştir. Erdoğan işin bu kısmı ile ilgilenir, kendi seçmeni için hayatı kolaylaştıracak adımlar atarsa hem vebalden kurtulmuş, hem de asıl görevini yapmış olacaktır.
Ekonomi ile birlikte Erdoğan’ı bekleyen en önemli görev, Kemalist vesayet düzenini bitirmektir. Kemalist vesayetin en çok etkili olduğu alan eğitimdir.
Okulda, camide, kışlada ve adliyede particilik olmamalıdır. Bir partinin veya parti liderinin bu alanlarda tek başına belirleyici olmasının adı “vesayet” olduğu gibi, diğer partiler ve görüşler için de bu konu önemli bir tehdit nedenidir.
Eğitim söz konusu olunca Erdoğan’ın “Şu kadar derslik yaptık, bu kadar bedava kitap verdik, o kadar da yeni öğretmen tayin ettik” söylemi yetersizdir ve kendisinden beklenen şey bu değildir. Nüfus artışına ve ihtiyaca göre elbette yeni derslikler ve yeni okullar yapılacaktır. Bunu herkes yapabilir. Paralı parasız kitap da verebilir. İhtiyaca göre yeni öğretmenlerin atanması da kaçınılmazdır. İşin bu tarafında övünülecek bir husus yoktur. Önemli olan, o bedavaya verilen ders kitaplarında ne yazılı olduğudur. Önemli olan, o kitapların hangi müfredata göre hazırlandığıdır.
21 yıldan beri bu konuda adım atmayan Erdoğan’ın artık bu konuya gerekli zamanı ayırması, okulları CHP’nin arka bahçesi olmaktan çıkarmasıdır. Bu, onun aslî görevlerindendir. Bu konu patates-soğan fiyatlarından önemsiz değildir.
Erdoğan’ın eğitim alanında yaptığı yatırımlar pek çok bakımdan İkinci Abdülhamid Han’ı hatırlatmaktadır. Abdülhamid Han, hiç medrese açtırmamış, yurdun dört bir tarafına yeni okullar (nizamî mektepler) açtırmıştır. Ama öğretmen kadrosu ve ders kitaplarının etkisiyle o yeni okullardan mezun olanların neredeyse tamamı Sultan Abdülhamid muhalifi olmuştur. Erdoğan’ın açtığı okullarda ise, parasız dağıttığı ders kitaplarının etkisiyle, 21 yıldan beri kuşakların nasıl yetiştiği sorusu hayatî derecede önemlidir. Erdoğan bu konularda son derece başarısızdır.
Son söz
İster tesadüfle, isterse tevafukla ele alınsın, 28 Mayıs Seçiminin tarihi son derece önemlidir. Tarihte, bu günün bir gün öncesinde halkın meşru seçimiyle iktidar olanlar (Menderes) kanlı bir darbeyle alaşağı edilmişlerdir. Her fırsatta kendisini Menderes’in mirasçısı sayan Erdoğan ise dışarıda AB/ABD ve içeride ise LGBT’lisinden PKK’lısına kadar her rengiyle muhalefetin ittifakına rağmen 28 Mayıs Seçimini kazanmıştır. Anlama yeteneklerini henüz kaybetmemiş olan darbe heveslileri için bu tarih son derece anlamlıdır.
Muhalefetin meşru sınırlar içinde kalması, halkın kararına da, seçimine de itaat etmesi gerekir. Halkın kararı (referandum) ile başlayan başkanlık sistemini 6 yıldan beri tartışmak beyhudedir. Eski Türkiye’yi, “Parlamenter sistemi geri getireceğiz” söylemini halk reddetmiştir. Seçim öncesinde Kemal Kılıçdaroğlu, defalarca “Bu seçim olmaktan çıktı, referanduma dönüştü” demiştir. İşte o referandumun sonunda, eski Türkiye’ye geri dönme hayâli de bitmiştir. Eski Türkiye’ye dönme isteği, bir gericilik örneğidir. Muhalefet bu takıntıdan kurtulmalıdır.
İktidar ise başkanlık düzeninin aksayan ve eksik taraflarını muhalefetle birlikte veya şartlar uygun olduğunda yeni bir referandumla düzeltmelidir. Atanan bakanların Meclis onayından geçmesi, Cumhurbaşkanı’na yine “seçilmiş” bir yardımcının vekâlet etmesi ve ancak böyle görev yapması da akla gelen ilk örneklerdendir.
Gelir dağılımındaki büyük adaletsizlikler, ekonominin zenginin lehine ve fakirin aleyhine işlemeye devam etmesi, atamalarda görülen akıl dışı ve vicdanları yaralayan tercihler, iktidarın zirvesinden görülmese bile hayatın doğal akışını zorlaştıran büyük problemlerdir. İktidarın imkânları, kimseye hesap vermeyen, sorgulanamayan, kerameti kendinden menkul şahıslara ve cemaatlere tahsis edilmemelidir. Erdoğan’ın, seçim mahareti kadar tabandan gelen bu istekleri de duyması, takdir edip hak vermesi ve gereğini yapması aslî görevlerindendir.
Milyonlar harcanarak yapılmış olan Atatürk Kültür Merkezi, Erdoğan’a oy veren seçmen için ne mânâ ifade etmektedir? Hâlâ Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası gibi organizasyonlar, halktan toplanan vergileri çarçur etmenin örnekleridir. Erdoğan’a seçim kazandıran tenceresi boş kesim için adı geçen bu kurumların olumlu tek tarafı var mıdır?
Elbette Türkiye, Erdoğan’a oy verenlerden ibaret değildir. Adı geçen kurumlar yüz yıldan beri mutlu azınlık için var olmuşlardır. Önümüzdeki yüz yıl boyunca da tenceresi boş olanlar için bu kurumların yok olması, Türkiye için asla bir kayıp olmayacaktır.
CHP iktidarında da kolaylıkla Millî Eğitim veya Kültür Bakanlığı yapabilecek olan kimselerin Erdoğan eliyle ve Erdoğan’ı seçenlerin rağmına bakan veya bakan yardımcısı yapılmaları, o seçmene karşı yapılabilecek büyük bir kötülüktür. Erdoğan’ın, yeni kabinesinde, hükümet programında tenceresi boş olanları yeni hayâl kırıklıklarına sevk edecek bu tür tercihler yapması ve bu vebal ile tarihe geçmesi, kendisi için telâfi edilemeyecek ağır bir yük olur.