
YAĞIŞTAN bahsedildiği zaman, yağmur ve kar yağışını anlarız. Bazen de dolu. Gazze’de ise yağış denilince bombalar geliyor akla. Ardı arkası kesilmeyen İsrail bombaları…
İsrail, Gazze’de sivillere bomba yağdırıyor. Bebek, çocuk, yaşlı demeden… Kadın erkek ayırmadan…
“Kurşun adres sormaz” diyordu yıllar öncesinin bir şarkısı. Bugünün bombaları, gideceği adresi çok iyi biliyor. Kimseye bir şey sormadan düşüyor masumların başına.
İsrail’in Gazze’yi işgal etme niyeti çok açık. “Gidin” diye haber salıyor, bombalardan fırsat bulunca broşür atıyor.
Gıda yok, su yok, ilaç yok, elektrik yok, evler yıkılmış, sokaklar ceset dolu.
“Kum gibi dert var, derman yok.”
Filistinlilerin çoğu, yaşadığı yeri terk etmemekte kararlı. “Ölsek de, kalsak da buradayız. Burası bizim vatanımız. Toprağımızı son nefesimize kadar terk etmeyeceğiz.”
Gazze halkı ölüm pahasına direnirken, hayatta kalabilmek için evini barkını bırakıp gitmek isteyenlerin konvoyuna bile saldırıyor İsrail. Azmış, kudurmuş hâlde.
Hastanelere, okullara, cankurtaran diye bildiğimiz araçlara da... Pek çok bina yerle bir edildi. Enkaz altında ölüler, yaralılar...
Yasaklanmış fosfor bombaları da, misket bombaları da devrede. İnsanlık dışı bombalar. O bombaları atan, üreten, ilk bulan kimlerse hepsine lânet olsun.
*
Gönderilen yardım tırları sınırda bekliyor. İsrail’in keyfi olur da izin verirse, yaralılara insanî yardım ulaştırılacak.
İsrail, en son BM yardım deposunu vurdu.
Birkaç cümlelik cılız açıklamadan ötesi görülmedi.
BM denilince biz çok uzun zamandır “Birleşmiş Milletler” değil, “Birleşmemiş Milletler” anlıyoruz.
BM’nin kendini lağvetmesi gerekir. Lüzumsuz bir kuruluş. Dünyanın en büyük örgütüymüş. Kimseye faydası olmadıktan sonra neye yarar?
Yerine etkili ve yetkili, azgınları dizginleyecek yapıda yeni bir teşkilat kurulmalı.
Karga ve Saksağan Sevenler Derneği kadar hükmü yok.
İsrail, bugüne kadar BM tarafından alınan hiçbir karara uymadı. Kimse hesap sormadıkça uyacağı da yok.
Yaptırımı olmadıktan sonra niye uysun? Her yaptığını kendine yakıştırmaktan vazgeçmez.
ABD, İsrail ile bir bütün. İngiltere, Fransa hemen yanı başında. Almanya ise eski utancını yenme çabasıyla onların yanında yer alma yarışında. Öne geçmek için dirsek vuracak neredeyse.
Entıni Bilınkın “Ben burada ABD Dışişleri Bakanı değil, bir Yahudi olarak bulunuyorum” açıklamasını yaparken, ABD Başkanı kırk bebeğin kafasının kesildiğini söylüyordu. Güya fotoğrafları görmüş.
Hemen ardından o tür fotoğrafların olmadığını, çünkü öyle bir hâdisenin yaşanmadığını açıklamak zorunda kaldılar. Hem de apar topar.
Yalancı başkan!
Görmediği fotoğrafları “Gördüm” diye iddia etmekten utanmayan bir titrek, dünyanın en güçlü ülkesinin başında.
*
Türk dizileri Fransa’daki festivalde çok rağbet gördü. Kapış kapış gidiyor. Dünyanın en çok dizi ihraç eden ülkeleri arasındayız. İngilizce konuşmayan ülkeler arasında ise ilk sıra Türkiye’nin.
Çoğu beş para etmez, abuk sabuk ilişkilerle dolu, gereksiz uzatılmış yapımlar.
Dünya onları seyredip Türkiye hakkında fikir sahibi olacak.
Biz o uyduruk dizilerdeki millet miyiz?
Komutanın verdiği emre uyarak, hayatının son gününe kadar Mescid-i Aksa’yı terk etmeyen, son nefesine kadar orada nöbetine devam eden Iğdırlı Hasan Onbaşı’nın dizisini çekmedikten sonra, ne kadar dizi yapılırsa yapılsın, hepsi çöptür.
1982’de vefat etti Kudüs’teki son neferimiz Hasan Onbaşı. Filmi çekilmesi veya dizi yapılması gereken kahramanlardan biri.
Ardından Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa ve diğerleri gelmeli.
Meselâ Kuşçubaşı Eşref, Zenci Musa, Seyit Onbaşı, Sütçü İmam, Nene Hatun… Saymakla bitmez.
Çanakkale Harbi, İstiklâl Harbi, Sarıkamış lâyıkıyla anlatılmalı.
O yiğitlerin hayatı tek tek ele alınmalı, dizi olarak çekilmeli, filmi yapılmalı.
Sonu gelmez hazine gibi tarihimiz varken, üç günlük geçmişe sahip olanların propaganda tuzağına hayranlıkla düştük yıllar boyunca.
Masa başında uydurulan hayâlî kahramanları burnumuza dayadılar.
Son dönemde tarihe dayalı dizilerin de çekilmeye başlaması, ileride daha esaslı yapımlara yönelmenin işareti görülebilir.
Günün birinde biz bu dizi işlerini düzene sokabilir, istediğimiz şekilde yapımlara imza atabiliriz. Fakat terör devleti işgalci İsrail’in saldırıları nasıl durdurulabilir, Iğdırlı Hasan Onbaşı’nın torunları Kudüs’te Mescid-i Aksa’da tekrar nasıl nöbet tutabilir, ona dair henüz bir ışık görünmüyor maalesef.