“BU dünyede bir
nesneye yanar içüm, köyner özüm;/ Yiğid iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi./ Bir
hastaye vardunısa, bir içim (su) virdünise,/ Yarın anda karşu gele Hak şarâbın
içmiş gibi./ Bir miskini gördünise, bir eskice virdünise,/ Yarın anda sana gele
Hak şarâbın içmiş gibi…”
Gönüllerimiz
yaralı, üzgünüz. Bu toprağa düşen her baş için, başakken biçilen, boynu erken bükülen,
gök ekin gibi dalından koparılan, yıllardır asker ocağından evlere al bayrakla
gönderilen yiğitler için hepimizin gönlü yaralı. İster on, ister on üç olsun,
isterse bir, yanmamız için hepsi de bir.
Artık
merhamet gülleri açsın, mademki Bizim Yunus bizim atamız, onun gönül dilinden
konuşalım. Eğer UNESCO bu yılı Yunus Emre Yılı ilân ettiyse, Yunus’un
öğretisini paylaşalım, çoğaltalım, her yere yayalım. Sadece bizim yaralarımıza değil,
dünyanın dört bir yanında gözü yaşlılara merhem olsun. Sadece anma
programlarıyla değil, gönüllere alarak her an onu yaşatalım.
Bizim
Yunus yüzyıllar öncesinden duygularımızı ne de güzel dile getirmiş. Anadolu
coğrafyasında sıkıntılar hiç bitmemiş, bugün nasılsa, Yunus’un devrinde de
öyleymiş. Ama Yunus bunalan insanlara manevî çare olmuş. Yunus’u anlayabilecek
gönül zenginliğine sahip bir toplum oluşmasaydı, Yunus günümüze kadar gelmezdi.
Yunus’u bağrına basıp hikmetli sözlerinden kana kana içmeseydi, Anadolu bizim
yurdumuz değil, zalimlerin yurdu olurdu.
Anadolu’yu
Anadolu yapan ruh, iman ve merhamet duygusuyla yoğrulmuş, aşkı ve muhabbeti en
üst perdeden yaşayan erenlerin ruhudur. Halkının içinden çıkmış, halkın
dilinden söyleyen güzel Yunus, varlıkla yokluğu, dünyayla ahireti, sevgiyle
aşkı, gönülle dostu halkın anlayacağı dilde, genellikle coşkunluk ve vecd hâlinde
söylememiş olsaydı, biz, biz olmazdık. Bizi biz yapan, Bizim Yunus’un ta
kendisidir. Yaşayarak söylediği için gönüllerimize işlemiştir. Artık ondan
sonra gelen erenler de Yunus’un diliyle söylemişlerdir. Onun her sözü kolay
söylenebilecek gibi görünür, anlaşılması kolay sanılır, ama anlamak için gönül
gerek. Asla taklit edilmez, kendine has ses, kendine has nefestir.
Sevgi
dilini, birlik ve beraberliği benimsetecek Yunuslar aramızdan çıkmıyor madem,
Bizim Yunus’a kulak verelim her dem: Ne demiş, neden demiş?
Bu
yıl tüm benliğimizle anlamaya çalışalım onu. Neden onun şiirlerini anlamıyor,
incelemiyoruz? Neden halk içinden çıkmış bu halk ozanı bu yüzyılda halkın
içinde yaşamıyor artık. Neden insanımızı teröre kurban veriyoruz? Neden aileler
dağılıyor? Neden evlâtlar, ebeveynler katil oluyor? Neden şiddet ve suç oranı
gittikçe artıyor ülkemizde? Neden yaratılmışa yaratandan ötürü değer
vermiyoruz?
Bu yalnızca insan ve hayvan gibi canlılara verilen değerle sınırlı değil. Doğaya, bitkiye, ormana da değer vermiyoruz. Hiç elimiz titremeden ağaçları yere indiriyor, hiç vicdanımız titremeden narenciye ve zeytin bahçelerini dünya malına feda ediyoruz. Biz kendimizi uslandırmazsak, bizi kim uslandıra?
“Yunus senün
sözlerün ma’nidür bilenlere./ Söyleniser sözlerün devr-i zamân içinde…”
Yunus
öyle uzağı görebilen bir erendir ki, kendi devrinde acı çekenlere deva olduğunu
bilerek, asırlar ötesinde de sözlerinin söyleneceğinden emindir.
İyilik,
doğruluk, sevgi, merhamet, kibirden uzak olmak gibi Türk milletinin genlerine
işlemiş güzel hasletler, bu ölümsüz dizelerle hayat buldu. Hep ışık oldu. Ama
ne oldu da bu ışık sönmeye başladı? Yunus dizelerinde gariplik, miskinlik
temasını çok kullanır. Demek değildir ki bu, kendini hor görmek veya aşağılamaktır.
O, sadece nefsin tuzaklarına dikkat çeker. Daha da insan sevgisini yüceltir, asıl
meziyet kendi nefsinin özelliklerini bilerek, kendini kimseden üstün
görmemektir. Amellerin en güzeli de nefsini kibirden uzaklaştırırken ona
sevmeyi öğretmek, kimseyi incitmemektir.
“Kimseler garip
olmasın, hasret odına yanmasun;/ Hocam kimseler olmasun şöyle garip bencileyin…”
“Adumuz miskindir
bizim, düşmanumuz kindir bizim;/ Biz kimseye kin tutmazuz, kamu âlem birdir
bize.”
Peki,
öyle güzel atamız varken, aynı toprakların ekmeğini yiyip suyunu içen bu
Anadolu halkı, neden kin tutar birbirine? Neden çareyi kelle koparmada arar?
Yunus
çok görmüş, çok yaşamış, çok gezmiş, çok okumuş bir gönül insanıdır. Asla ümmî
değildir, okuma yazma bilir, medresede eğitimini almış, tasavvuf yolunda
pişmiş, aşk şarabını içmiştir. Yolunu seçmiş, kendi halkının dilince gönüllere
şifa olma mertebesine ermiştir. Onun devrinde de analar evlât hasreti çekmiş,
bebeler yetim kalmış, kardeş kardeşi vurmuştur. Bu kadim millet, evliyalar,
erenler torunu kutlu millet, nasıl geldi bu hâle, nerede hata yaptı, nasıl
düştü bu derde? Neden aileler perişan oldu, yuvalarda, komşularda azaldı
muhabbet? Neden gözlerle, gönüllerle hâlleşmek dururken kavgalar kızılca
kıyamet? Neden sevdiklerinin canına kıyar oldu bu millet? Neden haber
bültenlerinde çok görülmeye başlandı bu zulmet? Hata nerede, kimde? Canlı bir
varlık olmayan zamanda mı, toprakta, suda, dünyada mı? Yoksa zaman ötesine Yunuslar
çıkaramayan, susuz çorak topraklara dönmüş gönüllerde mi?
Hata
bizim her yanımızda, hata bizim oyalanmamızda, hata bizim gaflet uykumuzda, hata
bizim gönlümüzü kapamamızda… Artık kalp gözümüzü açalım, gönülleri Yunus’la
temizleyelim. Onun aşk şarabına batmış şiirleriyle, İlâhî aşkın cezbeleriyle
temizleyelim. Bu günden itibaren insanların gözlerinin içine bakalım. Kim
gerçekten ihtiyaç sahibi, kim sevgili ve dost, kim kindar, kim öfkeli,
anlayalım. Artık öfkelerin yatışması için bekleyelim, yatışınca elinden tutup
sevdiklerimizin gözlerine tekrar bakalım. Onları anlamaya çalışalım. Yabancı da
olsa şu kalabalık içindeki yalnızları bulalım, dertlere merhem olalım.
Bu
yıl, Bizim Yunus’umuza ithaf edilmiş. Gelin, Yunus girmedik ev, Yunus girmedik
gönül kalmasın! Gelin, Yunus okunmayan ortam kalmasın! İnsanların dikkatini Yunus’a
çekmenin bir yolunu bulalım, yazarlar, şairler yazsın. Ressamlar çizsin,
sanatçılar anlatsın… Devlet sadece konferans salonlarında anma düzenlemesin.
Halkı içine çekecek okuma günleri olsun. Yunus’u anlama, Yunus’u güzel okuma
ödülleri tertip edilsin. Yunus için yarışmalar düzenlensin. Kardeşlik ilân
edilsin. Ne gerekiyorsa yapalım, elimizi taşın altına koyalım. Okullarda “Yunus
Gönüllüler Yarışması” yapalım. Öğrencilerin velileriyle çevrimiçi konuşup Yunus’u
içimize alalım. Madem Yunus bizim, bizim olduğunu ispatlayalım!
“Yunus
eydür…”
“Mal
mülk yalan” der Bizim Yunus, nice malın içinde gitmeyen gönül darlığını, sönen
ocak dumanını hatırlatır bizlere.
“Kem durur yoksulluktan
nicelerin varlığı./ Bunca varlık variken gitmez gönül tarlığı./ Batmış dünya
malına, bakmaz ölüm halına;/ Yitmiş Karun malına zihin iş düş varlığı…”
Yunus
kin, nefret nedir, bilmez; tövbe kapısı hep açıktır ne de olsa. “Dost meclisine
her kim, ne niyetle gelirse, daha güzeline erişsin” der. “Vurmağa (urmaklığa)
kastedenin öpeyim ayağını” der. “Güller açsın her yanında, ışığı hiç sönmesin kastı
ne olursa olsun” der. Böyle yüce gönüllü olabilirsek, çağımızın yangınları
söner elbet, hiçbir fidan toprağa vakitsiz düşmez elbet.
“Her kim bizi
yererise, Hak dileğin virsün ana./ Urmaklığa kast idenün düşem öpem ayağını./ Kim
bize taş atarısa güller nisâr olsun ana./ Çırağıma kasd idenün Hak yandursun
çırağını.”
Çok
konuşuyoruz, bundandır, hakikati kaçırıyoruz. Acaba susarak gönül sesimizi
duyar mıyız? Bundan mı ayıramıyoruz hakikî sözün hikmetini? Gözlerimizi kapasak
görür müyüz gönül gözüyle, kulaklarımızı çevrenin gürültü kirliliğinden
kaçırsak duyar mıyız Yunus’un cana şifa sözlerini?
“Dilsüzler
haberini kulaksız dinleyesi./ Dilsüz kulaksız sözin can gerek anlayası./ Dinlemedin
anladuk, anlamadın eyledük;/ Girçek erün bu yolda yoklukdur sermâyesi./ Biz
sevdük, âşuk olduk; sevüldük, mâşuk olduk,/ Her dem yini dirlikde sizden kim
usanası…”
Her
dizenin sonunu yine aşk ve dost ile bağlar. Dedikodu, yalan, dünya malını,
gereğince kendi nefsini yerer. Kişi dikkatini, yönünü kendine dönerse, kimseyi
düzeltmeye hacet kalmaz. Her nefis kendini yermeli, sevgiyi gönlüne
yerleştirmeli. Bizim Yunus’tan hisse kapmalı, toplumsal barış ve erdemin yolunu
açmalı.
Kaynak: Yunus Emre Dîvânı/1980/ Prof. Dr. Faruk Timurtaş